Medyanın yolsuzluklarla imtihanı
Abone olYolsuzluklar karşısında medyanın aldığı pozisyonları değerlendiren Ekrem Dumanlı, "samimiyet sınavı" olarak gördüğü olaylar karşısında medyayı değerlendirdi.
diye soran Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı,
medyanın yolsuzluklar karşısında aldığı pozisyonu
değerlendirdi:
- Son yirmi günde öyle ilginç hadiselere şahit olduk ki! Birbiri
ardınca gerçekleşen olayların bu kadar dar bir zamana sıkışması ve
bu zamanın AB sürecine denk gelmesi inanılır gibi değil.
6 Aralık’ta Vatan, iri puntolarla ‘Amiral Battı’ manşetini attı.
Hemen bir gün sonra Hürriyet aynı konuya yer verdi: “Emir
Özkök’ten.” Haberler okununca anlaşıldı ki eski Deniz Kuvvetleri
Komutanı Oramiral İlhami Erdil hakkında ağır suçlamalar var.
“Görevi kötüye kullanma, haksız mal edinme” gibi iddialarla sanık
sandalyesine oturan Paşa’nın yanında eşi ve kızı da yer alıyordu.
Hürriyet’e göre eski Kuvvet Komutanı’nın yargılama emri büyük
yerden, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ten geliyordu...
Erdil haberinin üzerinden 10 gün geçmişti ki bu sefer Sabah benzer
bir olayı manşetine taşıdı. Başlık: “Emir yine Özkök’ten”. Gazeteye
göre Genelkurmay Başkanlığı yeni bir yolsuzluk soruşturması
başlatıyordu. 39 sanığın yargılanacağı davada devletin uğradığı
zarar 132 trilyon olarak hesaplanmıştı. Olayda eski Jandarma Genel
Komutanı Orgeneral Şener Eruygur da suçlanıyordu. Hatta eski Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç suçlamadan
payını alıyor, ancak “zamanaşımı” gerekçesiyle durumu son anda
kurtarıyordu. Sonraki haberler bahsi geçen ihalenin 28 Şubat
döneminin en muktedir komutanı Çevik Bir Paşa’yı da suçluyordu…
Daha Sabah’ın haberi tam anlaşılmadan Erdil Paşa’nın mahkemesi (21
Aralık) başladı. Sanık avukatlarının gizli duruşma talebine askerî
savcıdan sert bir cevap geldi: “Silahlı Kuvvetler’in olayı örtbas
etmesi inancını doğurur.” Askerî savcının cevabı gerçekten de
anlamlıydı! Kapalı kapılar arkasında yapılacak bir yargılama en çok
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratacaktı. Neticede, gazeteciler
içeri alındı, fotoğraf ve görüntü çekilmesine müsaade edildi.
Sadece bir gazetede ciddi yer almadı... 22 Aralık günü gazetelerin
hemen hepsinde Erdil Paşa’nın mahkeme salonunda çekilmiş resimleri
yayınlandı. Hemen her gazetede olay ya manşetti ya da birinci
sayfanın en görünen haberi. Malum bir gazete hariç! Tutucu tavrıyla
zaman zaman Pravda’ya benzetilen gazete fotoğrafa da yer
vermemişti. Ne birinci haberdi gazetede bu olay ne beşinci. Birinci
sayfanın daracık bir alanına sıkıştırılmıştı haber. Başlık aynen
şöyleydi: “Erdil’den yanıt: Silahlı Kuvvetler yıpratılıyor.” Bütün
Türk basınının önem verdiği büyük bir olay, bir gazete tarafından
görmezden geliniyor, hatta olayın kendisi (mahkeme-yargılama) değil
de, sanıkların savunması başlığa çekiliyorsa orada durup düşünmek
gerekiyor...
“Silahlı Kuvvetler’in yıpratılması” ilginç bir söylem. Daha doğrusu
ağır bir suçlama. Kim, kendi askerinin yıpratılmasını ister ki!
Hele söz konusu, Türk ordusu olursa! Genelkurmay Başkanı da böyle
bir mazeretin arkasına saklanıp, davayı örtbas ettirebilirdi. Ama
öyle yapmadı. Mazisi tarihî zaferlerle dolu ordumuzun komutanına da
bu yakışırdı. Her meslekte yanlış yapanlar olduğu gibi, askeriye
içinde de hatalı davrananlar, görevini kötüye kullananlar
çıkabilirdi. Suçlanan asker olduğunda “aman yıpratmayalım”
denilince askerimiz daha fazla yıpranacaktı. Aralarında kuvvet
komutanlarının da bulunduğu üst düzey komutanlar hakkında artık söz
Türk adaletinin...
Bu kadar kısa bir sürede bu kadar şeffaf bir gelişmenin yaşanması,
medyanın sorumluluğunu da gündeme getirir. Hem baştan söylemek
gerekir ki her olaya “yıpratıyorlar” diye yaklaşmak, o yaklaşımı
sergileyenler hakkında bir kuşkuya da yol açar. Öyle ya, Erdil
Paşa’nın yargılanmasına Los Angeles Times bile önemli bir yer
ayırıyor, konuyu AB süreci içindeki bir ülkenin şeffaflaşmasıyla
irtibatlandırıyorsa, bir Türk gazetesi, böyle bir gelişmeyi nasıl
görmezden gelir; ya da savunma refleksiyle hareket eder?
Gazeteciliğin asıl rengi, önemli olaylarda daha net bir şekilde
ortaya çıkar. Hele sonra habercilik bir tür samimiyet sınavına
döner. Bir zaman gelir, araştırmacılar gazeteleri yan yana koyar ve
sorar: “Neden?” Bu noktada doğru ve ikna edici bir cevabı
olmayanların tarihteki yeri bellidir. Yalnızca askerler
yargılanmıyor ki!
Söz konusu durum “düşünce suçu” değil ki gazete kendine göre bir
mevzi tutsun. Suçlanan şahıslarla malum gazete arasında Batı
Çalışma Grubu’ndan başka bir fikrî yakınlık da gözükmüyor. Batı
Çalışma Grubu, 28 Şubat’ı kaosa çevirmişti. Resmen bitti; ama sivil
gönüllüleri belki de hâlâ aynı heyecanla devam ediyor… Olayın özü
yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, haksız kazanç gibi ağır
ithamlara dayanıyor. Bu tür suçlamalarda aynı düşünceyi paylaşmanın
bile önemi kalmaz, kalmamalı...
Hadiseye sadece emekli askerlerin yargılanması gibi bakmak yanlış
olur. Sadece iki hafta içinde yaşananları hatırlayınız lütfen.
Yurtbank’ın eski sahibi Ali Balkaner 34 yıl hapis cezası aldı.
Rahatsızlanma bahanesiyle mahkeme salonundan hastaneye kaldırılan
Balkaner, kayıplara karıştı. 9 gün ortada görülmeyen ve dün
yakalanan Balkener’in mal varlığına el konuldu. Banyo döşemesinin
altından servet çıkarıldı. 13 Aralık’ta tutuklanmasına karar
verilen Cem Uzan gözaltına alındı, sorgulandı, mahkeme huzuruna
çıkarıldı. İmar Bankası’nı 7,5 milyar dolar zarara uğrattığı
gerekçesiyle Şişli Adliyesi’ne sevk edilen Uzan, 6 saat savcılıkta
ifade verdi. Beraberindeki 6 yönetici tutuklandı, Cem Uzan serbest
bırakıldı. Balkaner’in 34 yıla mahkum olması, benzer konulardan
hesaba çekilen insanları da heyecanlandırmış olmalı. Halis
Toprak’ın TMSF ile anlaşmaya varması ve ödeme planına alelacele
imza atması son günlerde yürütülen yolsuzluk operasyonuyla yakından
ilgili...
Operasyonlar sadece asker ve işadamlarıyla da sınırlı değil!
Kamuoyu, Yüce Divan’a sevk edilen siyasileri neredeyse her gün
yakından takip ediyor. Aralarında bakanların, başbakanların olduğu
bir kadro, adalet önünde hesaba çekiliyor. Şu an 8 eski bakan Yüce
Divan’da hesap veriyor…
Yüce Divan geçen hafta ilginç bir karar alarak eski Bayındırlık
Bakanı Koray Aydın’ın, eşinin ve çocuklarının 2 milyon 320 bin
dolar ve 2 milyon 317 bin Euro değerindeki döviz, para,
taşınır-taşınmaz mallarına tedbir koydu. Eski Bakan’ın 1999’da
bildirdiği rakam ile sonraki mal varlığı arasında büyük fark olduğu
ve bu farkın Aydın tarafından izah edilemediği iddia ediliyor.
Koray Aydın ise bu tedbir kararının hukukî bir süreç olduğunda
ısrarlı... Siyasetçiler de kanun karşısında
Koray Aydın haberleri, gazetelerin birinci sayfalarında genişçe yer
buldu. Hemen bir gün sonra Türk adaleti tarihî bir karara daha imza
attı. Bir dönemin efsanevi bakanı ve işadamı Cavit Çağlar “banka
dolandırmak” suçundan 3 yıl 10 ay hapis ve 189 trilyon 69 milyar
lira para cezasına çarptırıldı. Bursa 3. Ağır Ceza Mahkemesi,
Çağlar’ın yakınlarına da ceza vermişti. Cezaların toplamı yaklaşık
1 katrilyondu. Gerçi Çağlar’ın haberi Aydın’ın mal varlığına tedbir
getirilmesi kadar basında yer bulamadı. Oysa olayların biri
soruşturma safhası, diğeri yargının sonuca varması aşamasında
haberleştiriliyordu.
Son yıllarda en çok işitilen kelimelerden biri “hortumculuk”.
Yolsuzluk ekonomisi, halkı canından bezdirmiş durumda. Bir zamanlar
polis tarafından yapılan şaşaalı operasyonlardan beklenen sonuç
alınamamış, bir müddet hapiste kalan işadamları serbest bırakılmış
ve fatura, Türk adalet sistemine kesilmişti. Halk “gözaltına
alınsalar da mahkemelerde adamları vardır, serbest bırakılıyorlar”
inancına kapılmıştı. Şimdi adalet mekanizması seri adımlar
atıyor.
Anlaşılan o ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin zirvesinde
yolsuzluğa karşı mücadelede kesin bir ittifak var. Cumhurbaşkanı
Sezer, Başbakan Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Özkök, hatta muhalefet
lideri Baykal yolsuzlukla mücadelede ortak bir tavır koymasa, ya da
yargılama sürecine olumlu yaklaşmasa, adalet mekanizması bu kadar
seri ve etkili olamaz...
Türkiye, yolsuzlukla ilgili tarihî bir sürecin içinden geçiyor. Bu
sürece yandaşlık refleksiyle yaklaşmak basın için harakiri yapmak
anlamına gelir. Hele hadiseye “siyaseti lekelemeyin, askerimizi
yıpratmayın, iş dünyasını ürkütmeyin” diye yaklaşmak, tam bir
intihardır. Adalet mekanizmasının devreye girdiği, deliller,
sanıklar, tanıkların belli olduğu ve somut suçlamaların şeffafça
dile getirildiği; hatta mahkeme kararıyla cezaya çarptırıldığı
olaylara örtbas etme içgüdüsüyle yaklaşmak, basın hakkında oluşacak
kötü bir imaja da zemin hazırlamak demektir.
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: