Medyanın mesaj avcıları
Abone olAsker manşetlerine ve komutanların "sert" mesajlarına sarılan medyaya eleştiri var.
Asker-sivil görüşmeleri devir teslim törenlerinde medyada çıkan
haberlerin çoğu uydurma çıkıyor. Verilen sert mesajlar büyük
puntolarla işleniyor. Zaman Genel Yayın Yönetmeni Dumanlı ise
diyerek bu tür haberlerin demokrasiye zarar verdiği görüşünde.
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: www.zaman.com.tr
-26 Ağustos tarihli gazetelerimizin hemen hepsi aynı konuyu manşet
yapmıştı. Bir gün önce yapılan Kara Kuvvetleri Komutanlığı
devir-teslim töreninden derlenmişti bu manşetler.
İki habere uzun uzun yer veriliyordu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer"in söyledikleri ve iki komutanın devir-teslim töreni
sebebiyle yaptıkları konuşmada dile getirdikleri. Konuşulanlara
bakıldığında “manşet yapılmasında bir mahzur yok” demek mümkün;
zira bu tür törenler öteden beri önemsenir. Bu tip merasimlerde
verilen mesajları basın varolduğu günden bu yana büyük bir
ciddiyetle takip eder. Bu gelenek düşünüldüğünde manşetleri
yadırgamamak gerekiyor; lakin mesaj avına çıkmışçasına yapılan bazı
"haber atraksiyonlarını" da göz ardı etmemek gerekiyor.
Mesela devir-teslim törenine çok büyük bir önem atfeden ve bunu
geniş geniş sayfalarına taşıyan gazetelerin birçoğunda “sert mesaj”
vurgusu yapılıyordu. Bu mesajların bir kısmı Cumhurbaşkanı Sezer"e
ait; hedefinde hükümet var. Sayın Cumhurbaşkanı “Lübnan"a asker
gitmesin” açıklaması yaparak hükümeti zor durumda bırakacak bir
çıkış yaptı. Her şeyden önce diplomatik nezakete uygun bir çıkış
değildi bu. Tabii ki Cumhurbaşkanlığı gibi çok önemli bir makamın
ağırlığı ile de örtüşmüyordu. Özellikle Cumhuriyet başyazarı İlhan
Selçuk ile “periyodik görüşme” yaptığı iddiaları; hatta hükümeti
siyaseten yıpratma senaryolarında Sezer"in de adının geçiyor olması
açıklamalardaki iyi niyete gölge düşürüyor. Cumhurbaşkanımızın,
başbakanımızın ve askerlerimizin bir araya geldiği ve sorunların
tartışıldığı platformlar varken “Biz maşallah BM kararı çıkmadan
(asker göndermeye) talip olduk” gibi sözlerle adeta resmî
muhatabının gıyabında dedikodu yapıyor duruma düşülmesi
cumuhurbaşkanlığı makamının ağırlığı açısından hoş bir durum değil.
Bunun polemik konusu yapılması da nahoş bir manzarayı gözler önüne
seriyor. Sayın Reis-i Cumhur ne bu hükümetle doğru-dürüst ilişki
kurabildi ne bir önceki hükümetle. Anayasa kitabını fırlattı,
Türkiye Cumhuriyeti"nin en şiddetli ekonomik krizine sebep oldu. O
gün bu gündür Çankaya ile hükümet(ler) arasında esecek tatlı bir
meltemi kamuoyu özler oldu. Ne yazık ki bu durumu çok iyi bilmesine
rağmen Türk medyası, Çankaya-hükümet polemiklerine bayılıyor; tabii
bu arada Türk demokrasisi örselendikçe örseleniyor…
Basınımızın “Sert mesajlar” diye ifade ettiği; hatta bir miktar
yücelttiği sözlerin diğer bir bölümü de iki komutana ait. Aslında
Büyükanıt ve Başbuğ"un mesajlarında yadırganacak bir şey yok.
Atatürk ilke ve inkılâplarından bahsediliyor, Türkiye
Cumhuriyeti'ni tehdit eden unsurlardan söz ediliyor, AB"ye mesajlar
veriliyor, terörle mücadele üzerinde duruluyor, irticaî ve bölücü
faaliyetlere değiniliyor… Aslında sadece askerler değil bütün
devlet erkânı yukarıdaki hassasiyetleri hemen her konuşmada dile
getiriyor. Böyle yapmalarını geçerli kılacak sebepleri de var.
Ancak bu mesajların aslî sınırları bazı haber ve yorumlarda bir
hayli aşılıyor. Doğru olmayan bu.
Türk medyasının tedrici intiharı...
Mesela Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök"ün veda
ziyaretleri ile ilgili ilginç haberler neşredildi. Güya Özkök Paşa
Meclis Başkanı Bülent Arınç"ı ziyareti sırasında “Hakkınızı helal
edin” demiş. Gerçekten demişse ilginç, sıcak; belki duygulu bir
veda gerçekleşmiş demektir; bu haliyle haber değeri de vardır.
Ancak Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir-teslim törenine katılan
Özkök, “Ne ben ona dedim; ne de o bana öyle bir şey söyledi.”
diyerek meseleye açıklık getirmiş. O zaman bu helalleşme senaryosu
nereden çıktı? Hangi mesaj avcısı, sürek avının hangi safhasında bu
bilgiyi kamuoyuna taşıdı? Düşünmekte fayda var.
Gazetelere yansıdığına göre neşeli bir tören gerçekleşmiş. Mesela
Büyükanıt Paşa sıcak havanın tesiriyle kan ter içinde kalmış ve
“Üniforma bir ton oldu.” esprisini yapmış. Bu arada gazeteciler
Sezer"in etrafını sarıp onu soru yağmuruna tutmuş. Kuşatmayı gören
Özkök Paşa, “Sayın Cumhurbaşkanım, bir işaretiniz yeter. İsterseniz
sizi kurtarayım.” demiş. Milliyet bu tabloyu naklederken haberi
“Sezer ise hiç beklenmedik bir şekilde -Benim kurtarılmaya
ihtiyacım yok. Ben kendimi kurtarırım- diyerek cevap verdi.”
şeklinde tasvir ediyor. Anlaşılan o ki Özkök sıcak ve kibar bir
espri yapayım demiş; Sezer de her zaman ki asabi duruşuyla sert bir
çıkış yapmış. Nahoş bir tutum. Ve maalesef yine aynı hata; yani
mesai arkadaşlığı; hatta amirliği şeklindeki ilişkinin resmî ve
normal platformları varken Sezer, gazetecilerin önünde polemik
pozları veriyor. Şüphesiz Cumhurbaşkanı kötü niyetle yapmıyor;
ancak sempatik bir davranış sergilemediği de ortada…
Her neyse; tablo bu. Pek de hoş olmayan bu manzarayı küçük notlar
ya da kulisler şeklinde veren gazeteler olduğu gibi buna inanılmaz
bir mesaj yükü bindirenler de oldu. O haberi okuyunca sanırsınız
devletin zirvesinde saç saça baş başa bir kavga var; belki de böyle
bir kavgayı arzu edenler var…
Şu gerçeği görmek şart: Asker manşetleri çoğaldıkça, askerler
üzerinden mesajlar üretildikçe, hem ordumuz yıpranıyor hem
demokrasimiz. Türk medyasının tedrici intiharı da işin cabası! AB
yolunda uzun bir mesafe alan Türkiye, bugün bambaşka bir yerde;
yarın daha özgür, daha demokrat, daha şeffaf bir ufka erecek. Eski
alışkanlıkların nüksetmesiyle ortaya çıkacak manzara, hem
Türkiye"nin dünyadaki imajına zarar veriyor; hem tavan yapmakla
tabana çakılmak arasında çok ince bir hesaba dayalı ekonomik
dengeyi sarsıyor. Vaktiyle bu yol çok eskitildi ve ülkeye faydalı
olacak bir adım bile atılamadı. 28 Şubat"ın üzerinden neredeyse 10
yıl geçti. O meş"um depremin enkazından hiç kimse sağlam çıkamadı;
çıkamaz da. O yüzden ilişkileri gerecek konulardan sakınmak; en
azından daha duyarlı yayıncılık anlayışını ortaya koymak gerekiyor;
yoksa yakamızı çocuklarımızın, torunlarımızın ellerinden
kurtaramayız…