Medya'nın haber yağmuru
Abone olTürkiye'deki basın, sanki olayları biraz abartıyor. İstanbul'da yaşanan yağmurlar, bu durumun en sık yaşandığı zamanlar. Engin Ardıç, çuvaldızı medyaya batırdı.
İstanbul, her yaz şiddetli yağmurlar görüyür. Ve her
yağmurdan sonra basın yollara düşüyor. Mahalle mahalle gezen basın,
nerede bir su birikintisi görse. Çoğu kez sel diye vatandaşa
sunuyor. Engin Ardıç bu duruma isyan etti. Ve diyerek medyayı
eleştirdi..
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak:
Türkiye şartlarına uygun olarak ciddi haberle teneke magazini birbirine harman ederek hap yapıp yutturan asil ve necip matbuatımızda, bir de 'suret-i Hak'tan görünerek' zevzeklik etme geleneği vardır.
Öyle bir laf edersin ki, ilk bakışta çok haklı görünürsün ve kimse ağzını açamaz.
Dibini kazıyan çıkarsa, boş konuştuğun anlaşılacaktır.
Geçen gün İstanbul'da fırtına patladı, gökgürültüsü, şimşek, sağanak falan... Olur ya... Paris'te de patlıyor, ağaçlar devriliyor, büyük yapıların damları bile çöküyor, ölü de var... (Bir zamanlar çalıştığım bir derginin Erzurum muhabiri, ne zaman İstanbul'da kar paniği yaşansa telefonu açıp dalgasını geçerdi: 'Ne o ağabey, sizin oralara da azıcık kar yağmış galiba?')
Fakat Fransız basını 'önlem alınsın' diye yaygara etmiyor. Çünkü bu bir doğa olayıdır. 'Tabii afet'.
Biz ediyoruz.
Aha yazmışlar: 'Meteorolojinin uyarısına rağmen İstanbul yağmura yine hazırlıksız yakalandı.'
Ne hazırlığı yapacaktık canım kardeşim?
Bir milyon kadar İstanbullu'nun yaşadığı 'asıl şehirde' asfalt yollara hendekler mi kazacaktık birkaç saat içinde, yoksa on milyon lumpenin tepiştiği varoşları mı boşaltacaktık? Onları dağlara mı sürecektik?
Adam diyor ki 'bu mahallede yirmi senedir otururum, evimi seksen kere su bastı', birisi de çok haklı olarak soruyor, 'peki oradan taşınmak hiç mi aklına gelmedi', sen bu adamı 'kurtaracağını' sanıyorsun.
Herifçioğlu, hem de yalnızca oturan ve kullananı değil, mimarı, mühendisi, müteahhiti ve kalfasıyla, Fransızca 'soubassement' kelimesini almış kendine göre tercüme etmiş, 'su basmanı' diyor, yani o katı, o düzeyi 'suyun bastığı yer' olarak daha başından kabullenmiş, doğal karşılıyor!
Hangi önlemi alacaktık aziz ve muhterem kardeşim? Milyonlarca arabayı, olmayan garajlara mı çekecektik?
Yoksa dere yataklarına yapılmış evleri mi yıkacaktık birkaç saat içinde, ki gene birkaç belediye görevlisiyle birkaç polisin kafaları taşla yarılsın? Lumpenler, çocuklarını alıp damlara çıksınlar ve üstlerine benzin döküp çakar çakmaz çakan çakmaklarını tutsunlar?
Aynı farfara, deprem konusunda da yapılıyor. Kendi meşhur ettikleri 'depremci esnafının' gazına gelenler yaygarayı basıyorlar: Deprem olacak, önlem alınsın!
Varoşları dümdüz mü edeceksiniz? Ne kullanacaksınız, 'napalm' bombası mı? Kaç katrilyon, hem de yeni liraya? Hangi kanlı iç savaş sonunda?
Yağmur yağdı, önlem alınmadı. En iyisi, hükümet hemen istifa etsin ve Deniz Baykal başbakan olsun. Mehmet Ağar da idare eder.
İstanbul'da yaşam felç olmuş... Benimki olmadı. Çayımı koydum, büyülü bir şiir gibi şimşekleri seyrettim penceremden, yağmurun türküsünü dinledim.
Çünkü 'uyanık' değilim, köylü de değilim, becerip de bir gecekondu dikmedim ve oturduğum apartman dairesine de eşek gibi kira ödüyorum her ay.
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak:
Türkiye şartlarına uygun olarak ciddi haberle teneke magazini birbirine harman ederek hap yapıp yutturan asil ve necip matbuatımızda, bir de 'suret-i Hak'tan görünerek' zevzeklik etme geleneği vardır.
Öyle bir laf edersin ki, ilk bakışta çok haklı görünürsün ve kimse ağzını açamaz.
Dibini kazıyan çıkarsa, boş konuştuğun anlaşılacaktır.
Geçen gün İstanbul'da fırtına patladı, gökgürültüsü, şimşek, sağanak falan... Olur ya... Paris'te de patlıyor, ağaçlar devriliyor, büyük yapıların damları bile çöküyor, ölü de var... (Bir zamanlar çalıştığım bir derginin Erzurum muhabiri, ne zaman İstanbul'da kar paniği yaşansa telefonu açıp dalgasını geçerdi: 'Ne o ağabey, sizin oralara da azıcık kar yağmış galiba?')
Fakat Fransız basını 'önlem alınsın' diye yaygara etmiyor. Çünkü bu bir doğa olayıdır. 'Tabii afet'.
Biz ediyoruz.
Aha yazmışlar: 'Meteorolojinin uyarısına rağmen İstanbul yağmura yine hazırlıksız yakalandı.'
Ne hazırlığı yapacaktık canım kardeşim?
Bir milyon kadar İstanbullu'nun yaşadığı 'asıl şehirde' asfalt yollara hendekler mi kazacaktık birkaç saat içinde, yoksa on milyon lumpenin tepiştiği varoşları mı boşaltacaktık? Onları dağlara mı sürecektik?
Adam diyor ki 'bu mahallede yirmi senedir otururum, evimi seksen kere su bastı', birisi de çok haklı olarak soruyor, 'peki oradan taşınmak hiç mi aklına gelmedi', sen bu adamı 'kurtaracağını' sanıyorsun.
Herifçioğlu, hem de yalnızca oturan ve kullananı değil, mimarı, mühendisi, müteahhiti ve kalfasıyla, Fransızca 'soubassement' kelimesini almış kendine göre tercüme etmiş, 'su basmanı' diyor, yani o katı, o düzeyi 'suyun bastığı yer' olarak daha başından kabullenmiş, doğal karşılıyor!
Hangi önlemi alacaktık aziz ve muhterem kardeşim? Milyonlarca arabayı, olmayan garajlara mı çekecektik?
Yoksa dere yataklarına yapılmış evleri mi yıkacaktık birkaç saat içinde, ki gene birkaç belediye görevlisiyle birkaç polisin kafaları taşla yarılsın? Lumpenler, çocuklarını alıp damlara çıksınlar ve üstlerine benzin döküp çakar çakmaz çakan çakmaklarını tutsunlar?
Aynı farfara, deprem konusunda da yapılıyor. Kendi meşhur ettikleri 'depremci esnafının' gazına gelenler yaygarayı basıyorlar: Deprem olacak, önlem alınsın!
Varoşları dümdüz mü edeceksiniz? Ne kullanacaksınız, 'napalm' bombası mı? Kaç katrilyon, hem de yeni liraya? Hangi kanlı iç savaş sonunda?
Yağmur yağdı, önlem alınmadı. En iyisi, hükümet hemen istifa etsin ve Deniz Baykal başbakan olsun. Mehmet Ağar da idare eder.
İstanbul'da yaşam felç olmuş... Benimki olmadı. Çayımı koydum, büyülü bir şiir gibi şimşekleri seyrettim penceremden, yağmurun türküsünü dinledim.
Çünkü 'uyanık' değilim, köylü de değilim, becerip de bir gecekondu dikmedim ve oturduğum apartman dairesine de eşek gibi kira ödüyorum her ay.