Medyadan Ramazan manzaraları
Abone olEkrem Dumanlı, medyaya yansıyan Ramazan manzaralarını yakın takibe aldı. Ekrem Dumanlı bu sefer Hürriyet'e' teşekkür' ederken 'Milliyet'e ise teessüflerini bildirdi.
Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü, her hafta başı yaptığı gibi
bu pazartesi de medyanın karnesini çıkardı. "nı işleyen Dumanlı'dan
Hürriyet'e teşekkür, Milliyet'e teessüflerini bildirdi:
- Ramazan geldi ya; hemen her gazete özel sayfalar yapıyor, özel
ekler hazırlıyor. Bazı gazeteler de promosyon olarak dinî kitaplar
veriyor. Bunda yadırganacak bir şey yok. Madem oruç, sosyal hayatı
tepeden tırnağa etkiliyor; bundan gazete ve televizyonların uzak
kalması düşünülemez.
Belki tuhaf olan sanki Ramazan ayı yaşanmıyormuşçasına davranmak.
Bu durum ister istemez gazete-toplum ilişkisini gündeme getiriyor.
Mesela Cumhuriyet’in dine karşı ideolojik yaklaşımı Ramazan'sız
gazeteyi anlaşılabilir bir çerçeveye oturtuyor. Nüfusunun çok büyük
bir çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda gazetelerin Ramazan
sayfalarıyla süslenmesi de doğal bir şey. Oruç ayını gazete
formatına yansıtamayan yayınları da kınamamak gerekir; neticede
konu bir tercih meselesidir. Dileyen Ramazan sayfası yapar, dileyen
yapmaz. Okurun nabzı ile yayıncının kalbi aynı noktada attıktan
sonra uzun söze gerek yok...
Ramazan münasebetiyle promosyon yapıp dinî eserler veren ve bunu da
reklam eden gazeteleri gören bir dostum geçenlerde ilginç bir
latife yaptı. “Bazı gazeteler Ramazan merkezli reklamlar yaparken
siz neden böyle bir yol izlemiyorsunuz?” dedi. Gerçi Zaman da
Ramazan sayfası yapıyor; ancak bunu tanıtmak için ne bir reklam
kampanyası düşünüyor ne de promosyon. Düz bir mantıkla hadiseye
bakınca “Zaman mı fazla dünyevi hale geliyor; yoksa seküler diye
bilinenler mi bu kutsal ay vesilesiyle fazlaca dindarlaşıyor?” diye
bir soru gündeme gelebilir. İkisi de doğru değil aslında.
Baştan söylemek gerekir ki Zaman, yüce dinimiz ile 12 ay boyunca
barışık. Günlük bir gazete formatında bu barışıklığı olabildiğince
yansıtmaya çalışıyor. Güncel gelişmelerin doğru nakledilmesi ve
isabetli bir şekilde yorumlanabilmesi için yaptığı gayretin yanına,
iç huzuruna çağıran sayfalar ve köşelere sahip. Kadın-Aile ve
Akademi sayfası bir gazete çerçevesine sığabilecek çalışmalar ve
ihtiyaca binaen ortaya çıkmış gayretlerdir. O da yetmez! Bu gazete
haftalık iki ekle büyük bir boşluğu dolduruyor: Ailem ve Arkadaşım.
Zaman'ın kutsal bir ay için özel promosyon yapmasına o yüzden gerek
duyulmuyor.
Ramazan eki yapan ya da özel promosyon yapanlar da doğru bir
felsefeyle yaklaşıyor olaya. Ramazan söz konusu olunca göz ardı
edilemez bir başka konuya temas etmek gerekiyor. Kutsal ay
nedeniyle bazı hassasiyetler artıyor. O yüzden bazı hareketlere
daha dikkatli yaklaşmak gerekiyor.
Hürriyet doğru olanı yaptı, Milliyet'ten ses yok
Daha Ramazan başlamadan küçük bir hatırlatma yapmış, oruç
tutanlar-tutmayanlar şeklinde ele alınabilecek bazı gelişmelerin
yaşanabileceği uyarısında bulunmuştuk. Bu gelişmelere neden
olabilecek cahilce hatta yobazca bir olay yaşanabileceği gibi, bazı
kötü niyetli kişilerin medyayı manipüle edebileceği endişemizi dile
getirmiştik. Böyle bir durumda Türk medyasının artık daha makul ve
soğukkanlı davrandığını, eski yıllarda olduğu gibi oyuna
gelmediğini söylemiştik.
Korkulan başa geldi: Tokat'ta bir kavga çıktı ve bir genç nehre
atıldı. "Oruç tutmayan genci nehre attılar" diye haberler yapıldı.
Olay bu şekliyle gazetelere çabucak yansıdı. Oysa bilgi, çapraz
kontrollerden geçirilmemiş, karşı taraf dinlenmemişti. Bu tür
hatalar olabilir gazetecilikte. Bazen zaman dardır çünkü. Nitekim
olayın tarafları konuşmaya başlayınca anlaşıldı ki kavga oruçtan
değil, bir grup gencin kızlara çay ısmarlamasıyla başlamıştı. Zaten
jandarma ve polis kayıtlarında oruç hiç geçmiyordu.
Hürriyet olayın üzerine gitti ve gerçeği görür görmez hatalı
haberini düzeltti. Çok da iyi yaptı. Hürriyet'e yakışan da buydu.
Ancak Milliyet'ten çıt çıkmıyordu. Belki de bu işi ombudsmana
bırakmışlardı. Bu tür konulara "falan gazete hata yaptı, ne güzel
oldu" diye sevinenlerden değilim. Neticede bir gazetenin
düzeltilmeyen hatası, gazeteciliğin hanesine yazılıyor. Sadece bir
gazete yara almıyor bu tür yanlışlardan. O yüzden üzülerek yazıyor,
hatanın düzeltilmesini bekliyoruz. Ne var ki, Milliyet gibi basın
tarihinin önemli bir sayfası sayılabilecek bir gazetemizde bu tür
hatalar son dönemde sıkça yapılıyor. Bunu polemik konusu yapmayı da
hoş bulmuyorum. Keşke meslek sevgisi ve meslektaş saygısı genel
medya imajıyla beraber düşünülebilse. Hürriyet yanlış bir haberi
düzeltti de n'oldu? İtibar mı kaybetti? Asla! İtibar kazandı.
Kamuoyu bilmeli ki Türk basını yanlışta ısrar eden değil, yanlışı
hemen tashih eden bir geleneğe doğru ilerliyor. İşte bu hassasiyet
önemli; özellikle de sosyal hayatı yakından ilgilendiren kutsal
konularda...
Ergun Babahan doğru söylüyor
Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan geçen cuma
ilginç bir yazı kaleme aldı. ‘Özeleştiri' başlığı taşıyan yazı,
önemli bir ayrıntıyı gündeme getiriyor. Babahan önce The New
Yorker'ın genel yayın yönetmeni David Remnick'ten alıntı yapıyor.
"11 Eylül günü, Amerikan gazete ve televizyonlarında kaç gazeteci
Urduca ve Peştuncayı bir kenara bırakalım, akıcı Arapça
konuşuyordu?" diye sormuş Remnick. Sonra Müslüman toplulukları
anlama konusunda Batılı gazetecilerin yaşadığı problemleri dile
getirmiş New Yorker yayın yönetmeni. Ergun, özeleştirinin bamteline
dokunuyor bu noktada ve diyor ki: "Remnick'in Stanford'dan sorduğu
soruların daha acıları bizim için de geçerli." ve ekliyor: "Eğitim
sisteminin içler acısı durumu, okuma alışkanlığının zayıflığı
sonucu bizde de bilgilendirmekten çok eğlendirmek istenen bir
kamuoyu var; ama basın içi rekabet de bizleri bu yöne daha fazla
itiyor..."
Babahan haklı, bizim medya İslami konuları tam ve doğru nakletmek
için konulara, kavramlara hâkim haberciler yetiştirmeli. Yukarıdaki
samimi uyarıdan bir gün sonra "İmamdan öğütler" diye ünlemli
başlıkla verilmiş bir haber okudum. Galiba ünlemi parantez içine
almayı unutmuş gazete. "İstanbul'daki bir camide" kadınlara verilen
öğütler arasında tuhaf sayılabilecek bir-iki ayrıntı olsa da ünlem
hak edecek yanlışlar olduğunu sanmıyorum. Mesela "Gençliğinize
güvenmeyin, her yerde ölebilirsiniz." nasihati bilinen bir
söylemdir ve her camide duyulabilir. Galiba vaazdan ziyade
habercilerin dikkatini çeken çarşaflı hanımların camiye çoklukla
gelmesi. Yoksa az buçuk vaaz, hutbe duymuş herkes için haberde
geçen cümleler sıradan bir konuşma...
Türk medyası halkla arasındaki mesafeyi her geçen gün biraz daha
kapatmak zorunda. Bunu anlamak için birazcık halkın içinde olmak
yeterli... Bu yolda atılan adımlar var; ancak hâlâ uçurumun çok
derin olduğu söylenebilir. Hatta dinin bir çeşit yorumlanmasını bir
modern dayatma haline getiren Ramazan sayfaları, bu uçurumu
kapatmıyor; daha da derinleştiriyor. Çünkü halk, toplum
mühendisliğinin uzantısı bir zorlamayı rahatsız edici buluyor.
Ailem 100. sayıya dayandı
Geçenlerde Ailem'in editörü Serhat Şeftali elinde kağıtlarla geldi.
Her zamanki huzur dolu sesiyle, "100. sayımızı yapacağız, bir yazı
yazsanız." talebinde bulundu. Aman Allah'ım! Daha dün gibi. Üç
aylar vesile edilerek çıkarılan "Ailenin Üç Aylar Rehberi" yeni bir
heyecan kaynağı olmuştu. Okurdan aldığı müthiş destek, yayıncıları
da bambaşka bir heyecana sevk etmiş ve "Bu güzel bir dergi oldu, üç
aylardan sonra da devam edelim" denmişti. İşte o gün bu gündür
Ailem serüveni sürüyor. Her sayıda bir şeyler öğreniyor, kendi
özümüzü bulma yolunda ilerliyoruz. Yeni yayın döneminde Ailem'in de
büyümesi, artan tiraja paralel yükselmesi çok önemli; çünkü dergi
büyük bir boşluğu dolduruyor. Son yıllarda ihmal edilen aile
değerlerini gündeme getiriyor. Hayatın içinden alıyor gücünü ve
hayatta karşılığı olan cevaplar sunuyor. Emeği geçen ve dergiye
sahip çıkan herkesi bu vesileyle tekrar kutluyorum.
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: