Medyada rekabet şart
Abone olBarlas'a göre teknolojiyle birlikte gazeteler çok büyüdü ama rekabet şart. Barlas, bunun nedenini şöyle açıklıyor..
ESKİDEN ÜST KAT YOKTU * Siz 1950'li yıllardan beri gazeteciliğin
ortasındasınız. O günden bugüne neler değişti? Teknolojinin
gelişiyle birlikte çok büyük kolaylıklar kazandık peki ya yıllar
gazetecilikten birşeyler götürmedi mi? -1950'li yıllarda başladığım
mesleğe, Son Havadis, Günlük, Pazar Postası, Haftalık...
Cumhuriyet, Milliyet. Bir çok gazetede çalıştım. Eski basının
yenisinden farkı çok küçük olmasıydı. Bu plazalar yoktu. Alt
kattaki üst kattaki diye bir ayırım da yoktu. Herkes bir aradaydı.
En yaşlımızdan en gencimize kadar herkes arkadaştı. Sabah
toplantılarında kavgalar edilir, münakaşalar çıkar ama herkes yeni
bir şeyler anlatırdı. Bir gece önce okunulan kitaplar tartışılırdı.
Şimdi ise katlar var. * Tabii bir taraftan da basından çok daha
fazla para kazanılmaya başlandı. -Eskiden hiç birimiz çok fazla
para almazdık. Cumhuriyet'teki yıllarımı hatırlıyorum, gece iş
yapar, gündüz Dış Haberler sayfasını hazırlar, ara sıra da birinci
sayfaya yardım ederdim. Günlük olarak yazı da yazardım. Bir gün
Nadir Nadi'ye "Annemin çantasından para çalıp yol parası yapıyorum,
bu 230 lirayla geçinmem mümkün değil" demiştim, o da bana, "Sen
zengin mi olmak istiyorsun yoksa!" diye cevap vermişti. Böyle bir
ilişki vardı ama sofralar ortaktı. MEDYA HEYECAN VERİCİ * Peki
sizce bu ortam niye kayboldu? Sebep sadece gelişen teknoloji mi,
gazete patronlarının başka işlere yönelmesi mi? -Sadece başka iş
yapmaları değil tabii iş çok büyüdü. Sadece medyada da olmadı bu,
bütün iş dalları da aynı şekilde gelişti. Vehbi Koç, bütün
çalışanlarıyla birlikte olurdu, üç müdür, iki satıcı. Şimdi ise
ortada Koç Holding var. Çalışanlar arasında sınıf farkı olmaması
mümkün değil. Gazetecilik ise herşeye rağmen nekadar eğitimli
olursanız olun bir usta çırak işidir. Daha yaşlı, daha deneyimli
gazetecilerle gençler bir araya gelirler. Gazetelerdeki Genel Yayın
Müdürü hoca gibidir, bir şeyler öğrenirsiniz. Şimdi maalesef öyle
değil. bir yöneticinin hiç cakti yok. İlanla mı pazarlamayla mı,
ilavelerle mi, patronla mı yoksa kendini yok etmek isteyen
rakipleriyle mi uğraşsın? Eskiden ortam çok daha iyiydi ama şimdi
medya daha büyük ve heyecan verici. BANA DÖNEK DEDİLER *
Dolayısıyla artık gençlere bilgi ve görgülerini artıracak ortam
yok. Peki genç gazeteciler kendilerini nasıl geliştirecekler?
-Gazetecilerin gittikleri yerler bile değişti. Örneğin Nadir Nadi
ile gidip ucuz meyhanede içmek gayet keyifliydi. Abdi İpekçi ve
arkadaşları gelir, bütün Yazıişleri toplanırdı. Şimdi ise üç
yıldızlı lokantalar, Avrupa ve Amerika'daki yerler, şarap markaları
ayrımına giriliyor. Sonuçta bir çalışan emekçi gazetecinin maaşının
yetmediği paraların bir gece içinde harcanması sözkonusu.
Dolayısıyla aynı meyhanede patronu ve işçiyi görebilmek mümkün
değil. * Siz de eskiyi ve yeniyi bilen bir gazeteci olarak basının
içinde hep yerinizi aldınız. Hep gündemde olan gazetecilerin
başındaydınız. Sık sık da "Dönek" olmakla eleştirildiniz. -Genel
olarak Türk basınındaki gençlerin aklı ve kalbi soldadır. Bu fazla
değişmedi. Hala hafif servete "Acaba meşru mu?" diye bakarız. Tüm
bunların hepsi şuur altımızda var ama öyle bir dünya düzeni geldi
ki serbest Pazar ekonomisi, globalleşme, istihdam kavramının
sermayeye bağımlılığı falan, kavramların arasında büyük uçurumlar
oluşmaya başladı. Bunun en büyük problemini de ben yaşadım.
Gazetecilik yaptığım dönem, ardından TRT'de çalışmam benim işleyişi
fark etmeme yol açtı. Eskiden biz örneğin Sümerbank'ın başındaki
genel müdürü dünyanın en önemli insanı zannederdik. Sonrasında
anladım ki onlar da birer işletme ve o kamu işletmelerinin
başındakiler de farklı değil, sadece kötü yöneticiler. Bir de
Ecevit'i yakından tanıyınca gerçeği kavradım. * Bir sosyal
demokratın hayalkırıklığı mı? -Hayalkırıklığı değil, gerçekleri
kavrama. Anladım ki Türkiye'deki devletçilik, Doğu Avrupa'daki
sosyalist uygulama falan fiyasko. Hani bir tarif vardır, Kapitalizm
insanların sömürülmesidir diye sosyalizm de aynısı bence,
insanların insanlar tarafından sömürülmesi. Derken ekonomik krizler
geldi, o dönemde Özal ile tanıştım. Gözündeki parıltıyı keşfettim.
Demirel'e sol adına yapılan haksızlıklara tanık oldum. O dönem
Vietnam tartışılıyordu. Amerika K. Vietnam'dan çekildi güney girdi
ve Amerika'nın yapmadığı işkenceyi özgürlük ve bağımsızlık adına
komünistler yapmaya başladı vs... Ben anladım ki farklı bir dünya
var, müthiş bir değişim. Biz ise galiba arada derede kalmış bir
kuşağız. O döneklik eleştirileri buradan. Özal'a vurmak için beni
hedefe seçtiler. * Eğer solsanız ve solu eleştiriyorsanız,
döneksiniz öyle mi? -Öyle. O zaman en büyük dönek Gorbaçov. SSCB'yi
kapitalizm düzenine geçirmeye çalışan adam. Tek başıma kalmayı göze
almış gazetecilerden biriyim. * Ne demek bu? -Yani ben hiç bir
zaman bir takımınadamı olmadım, farkım o. kimse bana şunun bunun
adamı, şu cemiyetten bu gruptandiyemedi. Çok ağır ama aynı zamanda
keyifli bir yük. Batı'daki aydın profili budur aslında. Protesto
mutlaka bir grubun içinde olmaz. Gerçek aydın tek başınadır, tam
bağımsızdır. DİNÇ BİLGİN TARTIŞMASI * Bu yüzden mi 28 Şubat
döneminde Sabah'tan ayrıldınız? -Dinç Bilgin Sabah'ın ilk döneminde
çok beğendiğim bir gazete patronu. Çünkü örneğin Amerika'da yeni
bir kitap çıkmış, ertesi gün Dinç Bey'in elinde, öylesine
yeniliklere açık, tartışmaya müsait. Sivilliğe ve çok sesliliğe
izin veren bir kişi. Ben o dönemin başbakanına sivililğe dair
bağırıp çağırdığını da gördüm. Rakamlar çok büyüyünce Dinç Bilgin
kuşatıldığını sandı. Banka sahibi olmayan, büyük holdinglerle
fiziki uymayan medyayı batıracaklar sandı. Çünkü Sabah bağımsızdı.
Devletin içine çok girdiğiniz zaman militarizm gelir. Derin
devletle bir şekilde çok yakın olursunuz. Ben yıllar ilerledikçe
Bilgin'in değiştiğini gördüm. Hatta bir gün bir arkadaşın
teknesinde tartıştık. "Sen Kolomb'a benziyorsun, Amerika'yı
keşfetmişsin ama haberin yok Sen anti-militarist ve globalleşmeci
bir insan olarak yola çıktın tamtersi oldun" dedim. * O ne cevap
verdi? -Gayet nezaketle alttan aldı. İşte iki gün sonra da senin
bana sorduğun olay oldu ve yazılarıma son verildi. Ben o dönemde
Erbakan'ın siyasetten el çektirilmesinin Türkiye'ye militarist bir
model getirmeye değmeyeceğini anlatmaya çalışıyordum. Yazılarıma
son verildikten sonra Erbakan beni eve ziyarete geldi, yanında
bütün takımı vardı, Tayyip Erdoğan da vardı. ERBAKAN ZİYARETE GELDİ
* "Geçmiş olsun" demeye mi gelmişler? -Tabii. Tam 23 kişi karşıma
geçip oturdular. Ben de Erbakan'a "Ben çarşafa karşıyım mini
eteklileri tercih ederim, içki de içerim. Müslümanım ama namaz
kılmam, oruç tutmam, hayatta sana oy vermem vermeyeceğim de. Sırf
senin siyasi hakların elinden alınmasın diye gazeteciliğimi ortaya
attım, feda ettim. sen de aynı özveriyi senin hayat tarzınının
dışındakiler için gösterirsen bir solcuya, feministe liberale karşı
aynı şekilde davranırsan Türkiye'de olay olmaz" dedim. * Bunları
söylerken, sizin gösterdiğiniz özveriyi Erbakan'ın da göstereceğine
gerçekten de inanıyor muydunuz yani? -Cidde'de Arap bir ev yapmış
ama bahçesi kum. İskoçya'ya gitmiş, her taraf yeşillik. "Ben de
bundan istiyorum" demiş. "Tamam yaparız" demişler. "Tohum atacağız,
300 yıl günde üç defa sulayacağız". Yani zamanla çok şey değişiyor.
Erbakan da ilerde normal bir dünyalı liberal muhafazakar olacaktır
ama ömrü yeter mi bilinmez * İşten çıkarıldığınız Sabah Gazetesi'ne
geri dönmek nasıl bir duygu? -Ergun Babahan, Dinç Bilgin ve Turgay
Ciner ile konuştum. Kan davası güdülecek bir durum yok ortada. 28
Şubat'ın en önemli özrü budur bence. Çıkarıldığım gazete bana gel
diyorsa ben haklıyım demektir. Gazetecinin patronu olmaz. Patronun
makinası, sermayesi, işletme bilgisi vardır. Sizin de mesleğiniz
yazınız, kaleminiz vardır. Ben patron olarak bakmam arkadaş olarak
bakarım. * Demin sizin de söylediğiniz gibi büyüyen medya
sektörüyle birlikte herkes patronuyla nasıl arkadaş olabilir ki?
-Bazen arkadaş olamazsınız ama meslektaş olursunuz. O patronluk
meziyetlerini ortaya koyar ben gazeteciliğimi. İkimiz de
birikimlerimizden yararlanırız. Şu andaki Sabah benim özlediğim
Sabah haline geldi. Bütün yaşadığı felaketlere rağmen gazete dimdik
ayakta. Ergun Babahan, siz Yazıişleri herkes büyük bir başarıya
imza attı. Her gün ertesi gün nasıl daha iyi bir gazete yaparız
diye bakıyorsunuz, bu çok önemli. Bazen gazetelerin manşetini, köşe
yazarlarının ne yazacağını önceden bilirsiniz, bu çok tehlikeli.
Sabah'ta artık böyle bir şey yok. Sabah'ta yeni bir dönem var ve
ben umutluyum. Reyting çok önemli Zaman Gazetesi'nde çalıştım ama
orada da gördüm ki benim zannettiğim gibi cemaatler sivil toplum
örgütleri değilmiş. Yılmaz'ı eleştiriyorum diye hoca memnun
olmamış.Yeni Şafak ise meslek hayatımda hep hatırlayacağım bir
sığınaktır. Geniş kitlelere ulaşmak istiyordum ve Akşam'a geçtim.
Akşam'ın satışı Yeni Şafak'ın iki katı ama kitle gazetesi değil.
Gayet saygın özenli ama reyting alamıyorum, ölü gibi. Yani
yazdığınız zaman toplumdan tepki gelir ama Akşam'dayken hiç bir
tepki gelmiyordu sanki kendin için yazıyorsun.q AYDIN DOĞAN'A
UZANLAR GİBİ OLURSUN DEDİM Aydın Doğan'ın en beğendiğim yanı 28
Şubat'ta hiçkimseyi feda etmedi. Ayrıca onun döneminde başyazar
oldum minnet borcum var ama eleştirdğim yanı rekabeti kabul
etmemesidir. Ben ona "Senin en büyük teminatın rakiplerinin
varolmasıdır" dedim. Sadece ben olayım, gazete fiyatlarına ben
karar vereyim, her şeyi ben yöneteyim diyor. Derin devlet ya da
yozlaşmış politika medyaya dokunamaz ama tek başına olursan
Uzanlar'ın başına gelen senin de başına gelir, bunu da Aydın
Doğan'a anlattım. Dinç Bilgin'in başına felaket geldi, o dönemde
yardım ettin bırak borçlarını ödesin, bunun için 9 defa BDDK'ya
plan vermiş ama her seferinde senin gazetenin yayınları yüzünden
bürokratlar planı kabul etmekten korkuyorlar, yapma bunu dedim.
Bilgin de borcunu ödeyebilsin, bu bir anlaşmaya bağlansın, Sabah da
varolsun ki Hürriyet de varolabilsin. "Türkiye'de malın
Karadeniz'de gemin, Romanya'da karın olmasın" derler. Aydın Doğan'a
"Hiçbiri elinde kalmaz, mülkiyet falan kalmaz bin anda elinden
alırlar, rekabet bu yüzden olmalı" diye anlattım.