Medyada reform şart!
Abone olZaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, bu reformun neden gerektiğini yazdı.
Dumanlı ‘Dinde reform’ değil medyada reform gerekiyor' başlıklı
yazısında Türk Medyasına ilginç bir de soru sordu!
Yazı : Ekrem DUMANLI
Kaynak : www.zaman.com.tr
Üzülerek söylemek zorundayım ki Türk medyası, dinî konularda
bilgiye dayalı yayın yap(a)mıyor. Kulaktan dolma bilgiler, yanlış
kullanılan terimler, gerçekliği olmayan yakıştırmalar, sağlam bir
temele dayanmayan benzetmeler...
Belki kötü niyet aramamak gerekiyor, belki bu tablo, yeterince
dinî bilgiye (özellikle İslam hakkında) sahip olmamanın bir sonucu.
Başka bir sebep daha var: Türkiye’de dinî konularda hemen herkes
aklına geleni konuşuyor. “Ben böyle anlıyorum” ya da “ben böyle
inanıyorum” diyen herkes çok cesur konuşabiliyor. Söz konusu birey
olunca ferdî yorumların kendi hayatına akseden özel bir anlamı
olabilir ve bu durum, ancak yorum sahibi şahsı bağlayabilir. Ne var
ki kitle iletişim araçlarının aktörleri, bilgiden uzak sübjektif
yorumlarını sorumsuzca ortaya koyamaz. Böyle bir duruma düşerse
ilmî açıdan sorgulanmaya, sigaya çekilmeye hazır olmalıdır. “Ben
böyle anlıyorum” demek suretiyle minder dışında güreşmek ya da
kastî faul yaparak göstere göstere herkesi yanlışa razı etmek
mümkün değildir. Çünkü medya, kişisel kaprislerin bilgi
referanslarına hodri meydan çekeceği bir platform değil; sosyal
sorumluluğun her saniye hissedildiği tarihî bir vitrindir.
DİNÎ İLİMLERE VUKUFİYET NEREDE?
İslamiyet hakkında konuşurken, yazarken, yorum yaparken bu yüce
dinin yazılı referanslarını bilmek gerekir mesela! Aksi halde
kalemlerden cehalet damlar. O yetmezmiş gibi, sosyal barışı, tarihî
dokuyu, dinî ahengi, manevî yapıyı sarsarsınız farkına varmadan.
Mesela cuma namazı üzerinden başlatılan tartışma sadece
“gelenek”-”yenilik” kavramlarıyla geçiştirilemez. Çok ucuz bir
metotla işin içinden sıyrılma çabasıdır bu tip söylemler. Öyle ki
“yenilik” ya da “reform” kelimelerinin arkasına gizlenen bazı
öneriler, karşı çıkanları “softa”, “sofu”, “tutucu” gibi yaftalarla
bertaraf etmeyi hedefler. Bir yandan bu suçlamalar ile “dayatılan
reform paketleri”nin sorgulanması önlenir; diğer yandan da
destekçiler “modern”, “yenilikçi”, “reformist” gibi ifadelerle
yüceltilir. O kadar da kolay değil! Söz İslam’dan açılınca
karşımıza binlerce eser çıkar. Kur’an-ı Kerim 600 sayfalık bir
kitaptır; içinde iman, ibadet ve günlük hayata dair bilgiler,
emirler, nasihatler vardır. Hadis-i Şerifler, Kur’an-ı Kerim’in
şerhidir. Öyle ki bu iki mukaddes kaynak, ferdî hayatı da sosyal
ilişkileri de belli bir oranda düzenler. Ve bu düzenleme içinde
insanoğlu, helal, haram, farz, sünnet, müstehap, adab, mekruh,
mubah gibi onlarca kavram ile kuşatılır. Ayrıca, tefsir, hadis,
fıkıh, siyer, kelam gibi ilim dallarının her biri ayrı bir
deryadır. Bu muazzam bilgi kaynaklarına vakıf olunmadan yazılan her
yazı, yapılan her konuşma paçalarından cehaletin damladığı
hezeyanlara dönüşebilir. Medya bu vahim durumu göremiyor. Yazık,
hem de çok yazık!
İSLAM’A ORYANTALİST NAZARLA BAKMAK
Başka bir yanılgı daha var: İslamî kaynaklar iyi bilinemediği
gibi, İslam tarihi ve o tarih içindeki sosyal terakki de
bilinmiyor. Ahkâmın esnek alanları, içtihat menfezleri ve bu konuda
15 asır boyunca alınan mesafe idrak edilemeyince İslam tarihinin
gelişimi ile Batı tarihinin seyri birbirine karıştırılıyor. Hal
böyle olunca birbirinden kopuk iki dünyanın Hıristiyan cephesindeki
tecrübesi alınıyor, bire bir İslam üzerine yapıştırılıyor. Tipik
bir bilgisayar kurnazlığı (kes-yapıştır) ile yapılan hatanın
anlaşılması için uzman olmaya da gerek yok. Hiçbir ciddi
araştırmaya, mukayeseli tecrübe taramasına dayanmayan hazırcılık,
İslam tarihindeki sosyal hareketliliği Hıristiyanlık ile aynı görme
gibi tarihî bir hatanın doğmasına sebep oluyor. Oysa her iki dinin
yazılı metinlere dönüştürülmesi, referansların derinleştirilmesi,
temel bilgi kaynaklarının şerh ve izahlarının yapılması,
içtihatlarının tekâmülü yoluyla el değiştirmesi bambaşka metotlara
ve gerekçelere dayanıyor.
“İslam’ı modernize etmek” amacıyla teklifler yapabilirsiniz;
ancak unutmamak gerekir: Adama sorarlar: “Bu söylediklerinin
İslam’ın yazılı kaynaklarında yeri var mı?” Böyle bir soru
karşısında ne Hıristiyan Avrupa tarihinin gölgesine
sığınabilirsiniz ne de sosyolojinin tir tir titreyen kanatları
altına girebilirsiniz. İslam, dinamizmi kendinden kaynaklanan bir
din. Bu gerçeği görmezden gelmek, insanı sadece oryantalist bakışın
güdümüne mahkûm etmez; aynı zamanda Müslümanlığın orijinal
güzelliğine karşı insanı kör pozisyonuna düşürür.
TÜRK MEDYASINA BASİT BİR SORU
Açıkça söylemek gerekirse Batı’da dinî konular bizdeki kadar
hoyratça haberleştirilmiyor! Meseleler bu kadar sahipsiz değil en
azından. Türkiye’de cehaletin getirdiği cesaret, medyayı zıvanadan
çıkarıyor. Türkiye’deki medya yöneticilerine basit bir soru:
Ekonomi gibi, spor gibi, politika gibi konularda uzman muhabir
çalıştıran medyamız, dinî konularda da uzman muhabir çalıştırıyor
mu? Ekonomi sayfaları için özel muhabirleri borsa, vergi, enerji
gibi daha küçük alanlara kadar kaydıran Türk basını, Kur’an, hadis,
tefsir, siyer, fıkıh gibi her biri bir umman olan İslamî kaynaklar
için özel muhabir istihdam ediyor mu? Diyanet muhabirlerinden
bahsetmiyorum; ayrıca onun da ne kadar baştan savma ve sansasyonel
fetvalar üzerine kurulu gazetecilik aforizmalarına dayandığı başka
bir tartışma konusu...
Cuma günleri neşredilen dinî sayfalardan da -o sayfalar bir
boşluğu doldurmasına rağmen- bahsetmiyorum. Konumuz habercilik!
Nasıl yayın masasına herhangi bir haber geldiğinde bilginin uzman
muhabirden gelmesi ve uzman editör elinin o habere değmesi
isteniyorsa, dinî konularda da aynı hassasiyeti göstermek
gerekiyor. Futbol kulüplerine -özellikle üç büyüklere- üç beş
muhabir birden görevlendiren Türk medyası, bünyesinde dinî
konularda uzman adam barındırmıyor. Olacak şey mi?!. Aslında Emre
Aköz, 4 Haziran 2004’te bir yazı kaleme almış ve dinî konularda
habercilik yapacak ilahiyat mezunu insanlara ihtiyaç olduğunu
duyurmuştu. Yerinde bir teklifti; ancak kimse kulak asmadı bu
anlamlı çağrıya.
BATI BASININDA DİNÎ KONULARIN UZMAN MUHABİRLERİ
Batı basını, özellikle de Amerika basını, böyle yapmıyor! Bir
kere aklı başında gazetelerde dinî konularda uzman muhabirler
çalışıyor. Mesela Charles Austin, New York Times’ta yıllardır dinî
haberlerin editörlüğünü yapıyor. Laurie Goodstein da New York
Times’ta yaptığı çalışmalar kadar Washington Post’ta yazdığı
yazılarla adından söz ettirdi. Susan Hogan Dallas Morning News’te,
Cecile S. Holmes The Huston Chronicle’da, Don Latin San Francisco
Chronicle’da, Julia Lieblich Chicago Tribune’de, Michael Paulson
Boston Globe’ta, Richard Scheinin San Jose Mecusy News, Jeffery L.
Sheler U.S. News&World Report’ta dinî konularda muhabirlik ve
editörlük yaptı, yapıyor... Associated Press gibi habercilikte bir
dünya markası ajans, iki yazar birden çalıştırıyor dinî mevzular
için. Ajansa hizmet veren Richard N. Ostling aynı zamanda Time
Dergisi için 19 yıldır bu işi yapıyor. Ayrıca CBS için de hem
danışmanlık hem programcılık yapmış birisi...
DİNÎ KONULARDA HABERCİLİK YAPANLARIN DERNEKLERİ BİLE VAR
Medyada dinî konular bu kadar ciddiye alınır da, bu ciddiyet
kurumsal bir kimlik kazanmaz mı hiç? Dinî Haber Yazarları Derneği
(Religion Newswriters Association-RNA) adı altında bir dernek
kurulmuş Amerika’da. 450 üyesi var bu derneğin. Üye olmak için özel
şartlar konulmuş. Mesela, bu kuruluşa üye olmak isteyen gazetecinin
habercilik yapan bir gazetede çalışması; yani dinî propaganda yapma
üzerine kurulmuş ve habercilikten uzak bulunan bir gazetede görev
yapmaması gerekiyor. Böyle bir derneği tasvip edersiniz etmezsiniz;
bu ayrı bir konu. Ekonomi muhabirleri derneği, spor muhabirleri
derneği, magazin muhabirleri derneği var zaten. Önemli olan, bu
ihtiyacın hissedilmesi. Medya, sosyal gerçekliğine binaen dinî
konulardan uzak duramaz. Madem gerçek budur; o halde doğru bilgiyi,
sağlıklı yorumu iletmekle yükümlüdür. O yüzden hem uzman
yetiştireceksin, hem onların örgütlenmesine zemin hazırlayacaksın
hem de insanların inançlarıyla ilgili yapılan bilgilendirmede
olabildiğince titiz davranacaksın.
İLETİŞİM FAKÜLTESİNDE DİNÎ GAZETECİLİK MASTERI
Medya, dinî konulara girdikçe büyük bir sorumluluk üstleniyor.
Çünkü inanç, insanların en mukaddes özgürlüklerinden biri. Üstelik
kutsal alanlara girildikçe kişileri ve toplumu rencide etme riski
artıyor. Yapılan yayınlar, bilgi düzeyinin düşük çıtasına denk
geliyorsa, inanç sahibi insanların öfkesine de neden olabiliyor. O
zaman tek alternatif kalıyor basına: Dinî mevzularda alelade
yayıncılık zihniyetinden vazgeçip, bilgiye dayalı ve inanca saygılı
bir yol bulmak. Bu maksat için meslek içi disiplinlerini
güçlendirerek altyapı çalışmalarına ihtiyaç duyulduğu ortada.
Batı’daki iletişim fakültelerinde yükselen bir eğilimden söz etmek
mümkün. Din-haber ilişkisi doğrudan ya da dolaylı bir biçimde
üniversitelerde gündeme getiriliyor. Zira dine yöneliş, sadece
Türkiye’de değil; bütün dünyada göze batan sosyal bir gerçek.
Medill School of Journalism adlı medya okulunda gazetecilere
yönelik bir mastır programı bile var. Merkezi Şikago’da olan okul,
“gazetecilik mesleğinin kuralları çerçevesinde dinî konular nasıl
ele alınır?” sorusunun cevabını arıyor. Gazeteciliğin din ve etik
değerler üzerine yaptığı yayınları enine boyuna irdeleyen okul, bu
konuya ilgi duyanlara master tezi yapma imkânı veriyor. Bunca
çalışma, ilahiyatçılar için değil, gazeteciler için; çünkü
gazetecilerin bilgisizliği büyük hatalara sebebiyet veriyor.
GERÇEKTEN DE REFORM GEREKİYOR
Bir haftadır yapılan yayınlardan anlaşılacağı üzere, medyamız
camilere el koymuş durumda. Başı açık namaz kılınmasını,
kadın-erkek karışık bir şekilde saf tutulmasını; hatta hızını
alamayan bir yazara göre camilere masa-sıra konulmasını emrediyor
(!) ve “dinde reform” yapılması fermanında (!) bulunuyor.
Söylenenlerin çoğu İslamî bilgi kaynaklarından beslenmiyor; heva ve
heves dolu bir toplum mühendisliği ile karşı karşıyayız...
Aslında gerçekten bir reform gerekiyor. Yalnız bu reform, dinde
değil medyada yapılmalı; daha doğrusu medyanın dine bakışında, dinî
konuları haberleştirmesinde, dinî mevzularda yorum yapmasında
reform sayılabilecek köklü değişiklikler yapılması şart. En azından
Batı medyasının aldığı mesafeye bakmak, oradaki tecrübelerden
yararlanmak gerekiyor. Medya bu “olmazsa olmaz süreci” yaşasın,
dinî meselelere önyargısız bakmayı öğrensin, dine nizam verme
yerine saygı göstermeyi tercih etsin; hepsinden önemlisi, dinî
konulardaki haberciliği keyfî kanaatlere değil, ilmî referanslara
dayasın, ondan sonra “dinde reform” meselesini medya gündemi haline
getirsin. Çünkü bu konuyu tartışmak için ciddi bir bilgi ve
donanıma ihtiyaç var; ve maalesef bu birikim henüz Türk medyasında
görülemiyor!..
Diyanet İşleri’ne küçük bir teklif
Dinî haberlerdeki ciddiyetin korunması için sadece Amerika’da
değil Avrupa’da da özel bir gayret sarf ediliyor. Mesela Avrupa
Kiliseler Konferansı (Conference of European Churches) her yıl bir
yarışma düzenliyor. 1994’ten beri gerçekleştirilen ödül
çalışmasının üst başlığı; Seküler Medyada Avrupa’da Yılın En İyi
Dinî Yazarlığı (European Prize for Religion Writing in the Secular
Press).
On iki yıldır verilen ödül listesinde Independent, Le Monde,
Irish Times gibi gazetelerin yazarlarının ismine rastlamak mümkün.
Bu tür bir çalışma “seküler basın”da dinî duyarlılığı artırdığı
gibi, dinî konulardaki uzman gazeteciliği de teşvik ediyor. Birinci
seçilen yazara 5 bin dolar ödül veriliyor. Benzer bir uygulamayı
ABD’de RNA da yapıyor. O da 14 bin dolar ödül veriyor. Hepsi teşvik
için...
Benzer bir çalışmayı Diyanet İşleri yapabilir mi? Dinî konularda bu kadar yanlış ve maksatlı yayının yapıldığı bir ülkede böyle bir ödül, önemli bir boşluğu doldurur mu? Neden olmasın! Yeter ki Diyanet, bu konuya objektif kriterler koyabilsin ve bilgiyi ödüllendirme cesareti gösterebilsin. Hem bu kapı açılırsa belki üniversiteler, Diyanet ve gazetecilik meslek örgütleri el ele verir, bazı seminerler de başlatabilir. Düşünebiliyor musunuz; gazeteler ilahiyat fakülteleri, iletişim fakülteleri ve Diyanet ile el ele vermiş, sertifika programları yapıyor. Dolayısıyla halk doğru bilgiye, uzman muhabirlerin kalemiyle ulaşmış oluyor...