Medyada müthiş polemik
Abone olİki gazeteci birbirinin geçmişini sorguluyor. Biri Murat Yetkin, öteki Fatih Altaylı. İşte ayrıntılar.
Hüsamettin Özkan, 1999-2002 arasında Türkiye'yi yöneten Bülent
Ecevit başbakanlığındaki DSP-MHP-ANAP hükümetinin başbakan
yardımcısıydı. Özkan, alışıldık başbakan yardımcılarından değildi.
Ecevit'in gerçek anlamda sağ kolu, sır kâtibi, karakutusuydu. O
hükümet, 2002'nin 7 Temmuzu'nda, o zaman Mete Belovacıklı ile
birlikte CNN Türk'te yaptığımız 'Kafe Siyaset' programında,
Ecevit'in Özkan için söylediği 'Ben politikada duygusallıktan
kaçınırım' sözü üzerine MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Bursa'dan
erken seçim talebiyle bozuldu.
Bunu daha önce hep yazdık, ama bu gerçek ilk kez birinci
aktörlerden biri, yani Özkan tarafından 16 Nisan 2006'da HaberTürk
kanalında yaptığı açıklamalarla teyit edilmiş oldu. Özkan'ın,
hakkındaki Yüce Divan suçlamalarından kurtulduktan sonra konuşması,
bir dönemin daha açık seçik tartışılmasına imkân tanıyacak. O dönem
çok yakından görüşme imkânı bulduğum Özkan'ın HaberTürk programında
benden de bahsettiği bir bölümün bulunması, beni geçmişe ilişkin
bazı gelişmeleri bir kez daha kayda geçirmeye sevk etti.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Türk basın tarihine yazdığı konuda
okumayan gazeteci, okumayan genel yayın yönetmeni olarak geçmeyi
hak eden Fatih Altaylı'nın dünkü Sabah'ta yer alan 'Teke Tek'
sütununda 'Ulak gazeteci' başlığıyla yazdıklarının da bunda bir
kışkırtma payı olduğunu söylemeliyim.
Altaylı'nın suçlaması
Altaylı şöyle
yazmış:
"Özkan'ın konuşmasının benim açımdan ilginç olan yönü ise
gazetecilerin siyasetle 'olması gerekenden daha fazla' içli-dışlı
olduklarını su yüzüne çıkardığı bölümdü. Özkan'ın anlattığına göre
bir gazeteci kendisine geliyor ve 'Askerler başbakanlık koltuğunda
Ecevit'in yerine sizi görmek istiyorlar' diye bir mesaj iletiyor.
Ardından bu gazeteci ile Özkan birlikte Başbakan Ecevit'e
gidiyorlar ve 'gazeteci' askerlerin 'mesajını' bir kez de
Başbakan'a iletiyor. Vay benim mesleğim vay!
Bir gazeteci demokrasi ile yönetildiği 'varsayılan' bir ülkede
'hangi makam ve rütbede olduğu bilinmeyen' ve 'askerler' diye
anılan birilerinin 'özel ulağı' olarak Başbakanlık değişimi
talebine aracılık yapıyor.
Bu mudur gazetecilik!
Bir gazeteci böyle bir
bilgi alınca 'ulaklık' yapmaz. Bunu yazar. 'Askerler Başbakanlık
koltuğunda Özkan'ı görmek istiyor' der. Bunu yazmayıp, gidip
aracılık yaparsanız, mesaj taşırsanız, burada gazetecilik olmaz.
Hüsamettin Özkan'ın açıklamaları gazetecilik adına bir utanç
belgesidir. Ama Türkiye'de kimse buna bir şey demez, dese dese,
'Vay ne önemli gazeteciymiş' der..
Sonra da 'Halk basına neden güvenmiyor' diye sorup dururuz."
Altaylı yazarken okuyor mu?
Eskiden yaramazlık
yapan çocuklara, şimdi hiperaktif denilmesi gibi, okumadan popülizm
yapan gazeteciler de acar sayılıyor. Altaylı'nın söz ettiği ve
'ulaklık'la suçladığı gazeteci benim. Ama Altaylı fena şekilde
yanılıyor. Pek sevdiği futbol terimiyle, ters köşede. Bence bunun
nedeni, okumadan yazmaya çalışması.
Bakın Altaylı, neleri okumamış?
Önce kendi gazetesini okumamış. Okusaydı, Mehmet Barlas'ın
köşesinde, Özkan' dan dürüstlükle yapılmış alıntıdan haberi olurdu.
Özkan, HaberTürk'te, Barlas'ın aktardığı ve Altaylı'nın yayın
yönetmenliğini yaptığı Sabah'ın bastığı gibi, şöyle demişti: "Murat
Yetkin benim makamıma geldi. 29 Ekim'de paşaların kendisine 'Ecevit
gitsin, Özkan gelsin' mesajını ilettiklerini söyledi. Ben bunun
doğru olmadığını, medyaya yansımaması gerektiğini söyledim. 'Sayın
Ecevit'e bunu aktarmak istiyorum' dedi. Başbakanımıza telefon
ederek 'Murat Yetkin'in bir arzı var' dedim. Beraberce gittik,
Ecevit'e de anlattı olanları. Ecevit 'Emekli paşalar mı?' diye
sordu. Yetkin 'Hayır efendim' dedi ama isim vermedi. Ecevit, 'Allah
Allah' dedi. Kendinizi onun yerine koyun, siz ne düşünürsünüz? Bir
gün sonra bu manşetten verildi. Sayın Ecevit de bunu grup
toplantısında gündeme getirdi. Bu manşet ertesinde haber The
Financial Times gazetesinde çıktı ve tam 1 ay 4 gün sonra istifam
istendi."
Altaylı, Özkan'ın HaberTürk'teki röportajını dinlememiş, sonra
metnini okumamış bile olsa, kendi gazetesinde Barlas'ın yazdığını
okumuş olsaydı, haberin, görüşmenin geçtiğinin ertesi günü, 31 Ekim
2001 tarihli Radikal'de manşet olduğunu öğrenecekti. Altaylı'dan
gazetecilik dersi alacak halim yok, ama Altaylı'nın bile, 'Böylesi
gazetecilik olurdu' dediği işlemin aynısını yapmışız. Haber, dumanı
üzerindeyken Radikal'de manşet olmuş.
Zaten, Özkan'ın tam ayrıntısına girmediği bir nokta daha var. O da
benim Özkan'dan randevu istediğimde de, Ecevit'le konuşurken de, bu
bilgiyi haber yapma amacını taşıdığımı ve kendileriyle, görüşlerini
almak için konuşmak istediğimi söylemem. Hatta, Özkan ile birlikte
Ecevit'in yanındayken, Özkan'ın 'Haber amaçlı sormuyor' demesine
karşın, haber yapmayı planladığımızı söylemiş olmam. İyisi mi, o
günlere dönüp hafızamızı tazeleyelim.
Neler olmuştu?
Olayın başladığı mekân Çankaya
Köşkü, zaman, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından verilen
29 Ekim 2001 Cumhuriyet Bayramı davetiydi. Hükümet kendi içinde
yeni İhale Yasası konusunda anlaşamıyor, diğer yandan milletvekili
maaşlarının artırılması konusunda Sezer ile yeni bir krize
giriyordu. Ecevit'in sağlığı o günlerde de eleştiriliyordu.
Ecevit'in neden görevini yumuşak geçiş içinde yeni birisine
devretmediği soruluyordu.
29 Ekim davetleri Ankara'daki üst düzey yöneticileri buluşturur. Bu
davetler, yönetici, siyasetçiler ve gazeteciler için bulunmaz
ortamlardır. Orada kim kime ne mesaj vermek istiyorsa verir, kim
kimden ne mesaj almak istiyorsa alır. Derin kulistir.
Davetin bir aşamasında Türkiye'deki 15 aktif orgeneralden ikisiyle
sohbete başladık. Sohbetin konusu önce ekonomik durumdu. Sosyal
patlama ihtimali, vatandaşın kötü durumda olduğu filan
konuşulduktan sonra, sıra yönetimin ne kötü durumda olduğuna ve
hükümetin kötü yönetildiğine geldi. Benim ne düşündüğümü sordular.
Ben de, "Gazeteci benim, siz söyleyeceksiniz, ben yansıtacağım"
dedim. "Tabii her zamanki gibi ismimiz yok" dedi bir general.
"Olur" dedim. Bu noktada orgenerallerden birisi, "Bir dakika o
zaman" diyerek yandaki konuşma grubuna gitti.
Dört yıldızlı, dört subay
"Komutanım bunu siz
de dinleseniz" diyerek bir orgenerali daha getirdi. Onu bir dört
yıldız daha izledi. Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu 20 metre ileride
gazetecilerce kuşatılmış durumdayken, ben de aralarında kuvvet
komutanlarının da bulunduğu dört yıldızlı dört generalin
arasındaydım. Mesajlar art arda gelmeye başladı: 'Ekonomi de,
siyaset de giderek tıkanma noktasına geliyordu. Hükümet kendi
içindeki anlaşmazlıkları bırakıp çözümlere yoğunlaşamıyordu.
Müdahale söylentileri askeri rahatsız ediyordu. Çözümü Ecevit
bulacaktı. Ecevit neden kendinden sonra DSP'yi devralacak bir ismi
işaret edip yönetimin ve ülkenin önünü açmıyordu?'
Sohbet 20 dakika sürdü. Oradan ayrıldım. Az önceki orgenerallerden
birisi, emekli bir başka orgeneral ve ailesiyle sohbet ediyordu.
Emekli orgeneralin çocuklarıyla ahbaplığımız vardı ve iş ilişkisi
dışında da tanışıyordum. "Az önce ne konuştuğunuzu biliyorum" dedi.
Görevdeki orgeneralin yüzüne baktım, gülümsedi, 'Evet' anlamında
başını hareket ettirdi. Emekli orgeneral anlatmaya başladı. Birkaç
hafta önce bir başka emekli orgeneralle birlikte bütün bunları
Bodrum'da bir araya geldikleri Özkan'la konuştuklarını, ayrıca bu
konuyu daha sonra İstanbul'da bir grup işadamına da açtıklarını
söyledi. Ecevit, yerine neden Özkan'ı bırakmıyordu? Özkan neden
bunu Ecevit'e aktarmıyordu? Öneriye Özkan'ın ne yanıt verdiğini
sordum. Emekli orgenerale göre Özkan, "Ben bunu duymamış olayım.
Ecevit'le geldim, Ecevit'le giderim, bunu da ona söyleyemem"
demişti. Askerler bunun yazılmasını istiyordu. Kendimi dışarı
attım. İsmet Berkan'ı arayıp söylenenleri ve atmosferi
anlattım.
Özkan'ın makamında
Bunu Özkan ve Ecevit'le
konuşarak haber yapma kararı aldık. En azından olayın doğrudan
Özkan'ı ilgilendiren yönü vardı ve teyidi alınmalıydı. 'Çok önemli'
ibaresiyle Özkan'a not bıraktım ve yarım saat sonra odasındaydım.
"Nereden duydun?" dedi. Söylemeyeceğimi ve bildiğimi söyledim.
"Söyleyenler emekli mi, aktif mi?" diye sordu. Hem aktif, hem de
emeklilerin olduğunu söyledim. "Ecevit'le geldim, onunla giderim,
dediğimi de söylediler mi?" dedi. "Söylediler" dedim. Bunu Ecevit'e
aktarıp aktarmadığını sordum. "Nasıl aktarayım? Babam gibi gördüğüm
birine 'Senin yerine beni istiyorlar' nasıl diyeyim?" dedi. O
sırada, Özkan'ın odasının mütemmim cüzü, Başbakanlık Müsteşarı
Ahmet Şağar geldi. Özkan, "Murat'a söylemiş askerler, sen de anlat"
dedi. Meğer Şağar'ın 15 günde bir katıldığı Başbakanlık Takip
Kurulu toplantılarında bir korgeneral, bir başka vesileyle de bir
başka korgeneral Şağar'a da aynı mesajı vermiş. Ben bu haberi
kullanmak zorunda olduğumu, ancak Ecevit'in de durumu bilmeye hakkı
olduğunu düşündüğümü söyledim. Özkan, "Ben sana randevu alayım, git
anlat" dedi. "Olmaz, siz de gelmezseniz yapmam" dedim. Birlikte
Ecevit'in odasına girdik.
Ecevit'in makamında
Ecevit masanın başına,
Özkan soluna ben sağına oturduk. Özkan, "Murat askerlerden bir
haber almış, sizden görüş istiyor, yazmamak üzere" dedi. Anlattım.
Ecevit artan bir endişeyle dinledi. "Bunu söyleyenlerin rütbesi ne,
kor ya da ikinci başkan düzeyinde mi?" diye sordu. (O dönem
Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'tı.) Ben
"Kuvvet komutanı düzeyinde, orgeneral" dedim.
"Nereden çıkıyor bu?" diye sordu.
"Hüsamettin beyin de durumdan haberi varmış, generaller ona da
söylemişler" dedim. Ecevit ani bir hareketle Özkan'a döndü ve
hayret içinde "Öyle mi?" dedi. Özkan, "Öyle efendim, size arz
edemedim" dedi. Hayatımın en sıkıntılı anlarından biriydi.
Ecevit, "Yerimi neden bırakmam gerekiyormuş, başkası daha mı iyi
yapacakmış?" diye sordu. Yanıtlayamadım.
Konuşma bitti ve çıktım.
Ecevit'in yanında konuşulanları saklı tutarak, 31 Ekim'de
Radikal'de yayımlanan 'Ecevit gitsin, Özkan gelsin, Genelkurmay'ın
da sıcak baktığı yenilik isteği' haberini yazdım. Özkan'ın
"Ecevit'le geldim, onunla giderim" dediğini de ekleyerek.
Defalarca yayımlandı
Ama ben bu satırları ilk
defa yazmıyorum. Az önce ayrıntılarıyla okuduklarınız, 10 Temmuz
2002 tarihli Radikal'in sürmanşetinde 'Büyük kavganın tarihi'
başlığı altında zaten yayımlandı. Fatih Altaylı o dönem Hürriyet'te
yazıyordu; Doğan Yayın Holding bünyesinde çalışıyorduk.
Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila, Kasım 2003'te çıkardığı
'Sivil Dabe Girişimi ve Ankara'da Irak Savaşları' kitabının
24-26'ncı sayfalarında bu gelişmeleri anlatıyor, şöyle diyordu:
"Askerden ve iş dünyasından bu yönde gelen telkin, yoklama ve
öneriler, en açık biçimde 31 Ekim 2001 günlü Radikal gazetesinin
manşetiyle gündeme oturdu. Radikal Ankara Temsilcisi Murat
Yetkin'in imzasını taşıyan manşet şöyleydi: Ecevit gitsin, Özkan
gelsin."
Ankara'daki gelişmeleri yakından bilen Bila okumuş, Altaylı
okumamıştı. Bu görüşmenin ayrıntıları ve o günlerin siyasi tablo
içindeki anlamı, Ocak 2004'te Remzi Kitabevi'nden çıkan
'Tezkere-Irak Krizinin Gerçek Öyküsü' kitabımın, 55-57'nci
sayfalarında da var. Demek ki, Altaylı'nın "Bir gazeteci böyle bir
bilgiyi alınca 'ulaklık' yapmaz. Bunu yazar" dediği gibi yapmışım.
Ulaklık değil, gazetecilik yaptım. Ben ulak değilim, ama Altaylı
okumadan, dinlemeden ya da okuduğunu, dinlediğini anlamadan ya da
okuyup anlayarak, ama kötü niyetle gazetecilik yapıyor.
Öcalan röportajı ne oldu?
Altaylı'yı dünkü
Sabah gazetesinde hakkımda yazdıklarını düzeltmeye, özür dilemeye
davet ediyorum. Aksi halde yargıya gideceğim. Düzeltme adı altında
suçlamalarına devam ederse de aynı işi yapacağım.
Altaylı her halükârda bir açıklama yaparsa, kendisinden bir hususu
daha açıklamasını bir gazeteci olarak rica ediyorum. Bu sorumu da,
Altaylı'nın 7 Nisan 2000 tarihinde Özgür Politika, 10 Ağustos 2002
tarihinde de Zaman gazetesinde yayımlanan röportajlarına dayanarak
soruyorum: Altaylı, yasadışı PKK lideri Abdullah Öcalan ile Kanal D
adına bir röportaj yaptı. Bu röportajın kasedini MİT yetkililerine
teslim ettiğini Özgür Politika ve Zaman röportajlarında açıkladı.
Öcalan röportajının sonra, PKK'nın o zamanki sesi olan MED TV'de
yayımlandığı bilgisi de var. Acaba Altaylı bu röportajı, bantı
MİT'e teslim etmeden önce ya da sonra kendi bilgisi dahilinde
herhangi bir yerde yayımladı mı?
Radikal