Medya ve siyaset, rejim meselesi gibi
Abone olDeniz Baykal, siyaset ve medya arasındaki ilişkiye değindi. Bu ikilem büyük sorunlar doğruyor. CHP Lideri, Öcalan meselesinin rant olarak kullanıldığını belirtti.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Türkiye'de siyaset-medya ilişkisinin artık bir rejim meselesi haline geldiğini söyledi.
1- Siyaset-ekonomi-medya
2- Öcalan meselesi ve rant
3- 17 Aralık'ta AB'den uzaklaştık
1- Siyaset-ekonomi-medya
Demokrasi, kuvvetler ayrılığı prensibine dayanırdı. Bugün, yaşamın reel güçleri siyaset, ekonomi ve medyadır.
2- Öcalan meselesi ve rant
Apo meselesi siyasî bir rant olarak kullanılmamalı. ‘Yeniden yargılamaya gerek yok’ kararı için uğraşmalıyız.
3- 17 Aralık'ta AB'den uzaklaştık
Kimse gözü kapalı AB yanlısı olmanın ilerici bir şey olduğunu düşünmüyor. 17 Aralık Türkiye’yi AB'den uzaklaştırdı.
Bu ilişkinin çok sağlıksız biçimde kurulduğunu ve günümüzde ülkenin en önemli meselelerinden biri olduğunu vurgulayan Baykal, kuvvetler ayrılığı tanımını yeniden yaptı. Yasama-yürütme ve yargının yerine siyaset-ekonomi ve medyayı koyan Baykal, tezini şöyle açıkladı: "Demokrasi, eskiden kuvvetler ayrılığı anlayışına dayanırdı. Yasama, yürütme ve yargı gücü birbirinden bağımsızdı. Son yüzyılın şartları içinde bunun bir anlamı kalmadı. Egemenlik partiye devredildi. Parti kendi içinden bir parlamento sundu. Yasama ve yürütme birleşince tablo değişti. Reel güçler, artık anayasa hukukunun güçleri olmaktan çıktı; siyasal yaşamın güçleri oldu. Günümüzde, yaşamın reel güçleri, siyaset, ekonomi ve medyadır."
CHP lideri, Abdullah Öcalan hakkında AİHM’nin alacağı kararın siyasi rant aracı olarak kullanılmaması gerektiğini kaydetti. "Türkiye'de, Apo'nun yeniden yargılanmasına karşı ciddi bir infialin, tepkinin, rencide olan Türk toplumu adına bir karşı çıkışın ortaya çıkması çok normal." diyen Baykal, hükümete de çağrı yaptı: "Türk kamuoyunu değil, yeniden yargılamanın gereksiz olduğu konusunda Avrupa ülkelerini ikna edin. Bunun için Başba-kan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Avrupa başkentlerini dolaşmaya hazırım.”
Hükümetin Avrupa Birliği ilişkilerini yanlış yönettiğini düşünen CHP lideri Baykal, 17 Aralık kararının Türkiye'yi AB'den uzaklaştırdığını savunuyor. Baykal’ın çeşitli konulara ilişkin görüşleri özetle şöyle:
“Türkiye’de siyaset-medya ilişkisinin çok sağlıksız bir şekilde kurulduğu açık. Bu, Türkiye’nin en önemli meselelerinin başında geliyor. Bu, artık bir rejim meselesi. Demokrasi, eskiden kuvvetler ayrılığı anlayışına dayanırdı. Yasama, yürütme ve yargı gücü birbirinden bağımsızdı. Kuvvetler ayrılığı birleştiği zaman bunun bedelini insan öder, birey öder; bireyi ezer. Son yüzyılın şartları içinde bunun bir anlamı kalmadı artık. Çünkü parti çıktı. Parti, hem yasamanın, hem yürütmenin hem de yargının çıkış kaynağı haline geldi. Egemenlik partiye devredildi. Parti kendi içinden bir parlamento sundu. Yasama ve yürütme birleşince tablo değişti. Yargı, ‘bana dokunmayın, ben bağımsız kalayım’ anlayışına girdi. Bu arada başka bir şey oldu; reel güçler, artık anayasa hukukunun, kamu hukukunun anayasal güçleri olmaktan çıktı, siyasal yaşamın reel güçleri oldu. Artık, yaşamın reel güçleri; siyaset, ekonomi ve medya. Bunlar arasında, mutlak, su geçirmez bir ayrışmayı hayal etmek gerçekçi değil.
Türkiye’deki tabloya baktığımız zaman, ne iş dünyasında ne medya dünyasında bizim bir arayışımız yok, bir hevesimiz yok. Biz ülkenin yararına olduğuna inandığımız düşünceleri ifade ediyoruz. İş dünyasıyla biz de bu oyuna girelim ya da medyayla biz de dans edelim diye bir düşüncemiz yok. Medyanın görevi, paylaşsa da paylaşmasa da bütün düşüncelere tercüman olmak, siyasetin hakkını vermektir. Ben, bütün bu kargaşanın bulunduğu ortama rağmen, naif, temiz, saf, duru siyaset anlayışını devam ettirmek istiyorum. Elimden başkası da gelmiyor. Başkasını yapma arayışlarımız da yok. Ve inanıyorum ki; bunun değeri, önemi anlaşılır. Türkiye’ye iyiye gidecekse bunun önemi kavranacaktır.
Bizim birtakım güç odaklarıyla, herkese ne düşünmesi gerektiğini anlatan bütün çevrelerle ilişkilerimiz kopuk, onlarla bir yarışımız yok, biz bildiğimizi yapmaya devam ediyoruz. Yani samimiyet, dürüstlük esastır. Halisane duygularla hareket edeceksiniz. Sıkıntılar olabilir; ama bunların hepsi aşılır. Yeni bir gelişme var. Karmaşık bir manzara içinde bu tabloda tozun toprağın birbirine karışması çok doğaldır. Ama öyle bir tozun dumanın ortalığa kalkmış olması gerçekleri değiştirmiyor. Gerçekler bizim bildiğimiz bir tablodur. Bu, elbette düzeltilebilir bir tablo. Ben inanıyorum, bu Türkiye’de var. Bir toparlanma oluyor. O toparlanmayı götürecek konumda olan insanlar var. Zihniyetiyle, kişiliğiyle medyada, siyasette, iş dünyasında olan insanlar var.
17 Aralık Türkiye’yi AB’den uzaklaştırdı
AB ile ilişkiler çok yanlış yönetiliyor. İlk hata, 6 Ekim öncesinde zina krizi çıktı. Biz bunu önlemeye çalıştık. ‘Gitme’ denildiği halde gitti talep etti ve tersyüz döndü geldi. Bu, Avrupa’da ne kadar Türkiye karşıtı gizli tepki varsa gün yüzüne çıkmasına sebep oldu. Potansiyel muhalefetin ortaya dökülmesine neden oldu. Ondan sonra yayınlanan 6 Ekim İlerleme Raporu, AB ile ilişkilerin yanlış bir istikamete gitmekte olduğunu belgeledi. Öyle bir dalga inşa edildi ki, bizimkiler buna direnemezdi. Hükümet, ‘sadece bize bir tarih verin, gerisi önemli değil’ izlenimi verdi. Bu yanlış yönetildi. Bu olunca, onlar da verdikleri tarihi diğerlerinden farklı bir niteliğe soktu. Yani tam üyelik görünmüyor kardeşim. Görülüyormuş gibi yapıp burada bayram ilan edersen, gündüz vakti havai fişek atarak gülünç duruma düşersen, bir süre sonra olayın öyle gitmediğini görürsün, canın sıkılır. Hevesin kaçar, başmüzakereci atayamazsın. ‘Bizi parçalayacak’ dersin, sonra tepki görünce vazgeçersin. Bunun altında yatan, bu yanlış yönetim.
Artık Türkiye’de kimse güzü kapalı AB yanlısı olmanın iyi ve ilerici bir şey olduğunu düşünmüyor. Böyle düşünenler hâlâ var; ama marjinal. Türkiye işin karmaşık olduğunu ve çok özel dikkatlere gerek olduğunu anlamaya başladı. Bu doğrultuda izlediğimiz politikanın da çok doğru olduğunu görüyorlar. 17 Aralık kararı, Türkiye’yi AB’ye yakınlaştırmamıştır, uzak düşürmüştür. Ben, AB ile Türkiye’nin kendi haklarına sahip olup birleşmesini isteyen bir siyasetçi olarak, bunu gözlüyorum ve rahatsız oluyorum. Halbuki AKP, 17 Aralık’ı ‘Türkiye’yi AB’ye birleştiren bir bağ’ gibi algılamamızı istiyor. Yanlış... Bakın bu geri tepmeye başladı.
Hükümetin açıklamalarında baskın seçimle ilgili bir şey çıkmadı. Ama hükümetin giderek zaafa uğradığı bir gerçek. Bunu, erken seçime gitme vesilesi yaparsa önümüzdeki süreden de vazgeçecektir. Ve gelecek olan yeni yönetim hiç kuşku yok ki, bugünkü hükümetin hiç arzu etmediği bir tablo gösterecektir. Artık erken seçim bu hükümet için davetkar ihtimal olmaktan caydırıcı bir ihtimal olmaya doğru geliyor. Erken seçime giderek oradan olumlu bir sonuç yaratma umudu hızla ortadan kalkıyor. Bu ayrı bir faktör. Erken seçim kararı alması durumunda hükümetin çok ciddi pişmanlık içine girmesi sonucu doğar. Çünkü bu bir havlu atma, pes etme anlamına geliyor. Önünde iki buçuk yılı olan bir iktidar, bir erken seçim durumunda ‘dur bakalım ne yapıyorsun?’ sorusuna muhatap olacaktır. Bir korku, güvensizlik var. Biz her ihtimale açığız. Erken seçim kararına da açığız.
Hükümetle beraber Avrupa’yı Apo konusunda ikna edelim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Abdullah Öcalan hakkında alacağı kararın siyaseti nasıl etkileyeceğinden çok, böyle bir olay karşısında ne yapılması gerektiği beni ilgilendiriyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin sağladığı bir olanak var. Onun kullanılması gerekiyor. O olanak, AİHM’nin aldığı kararın uygulanması konusunu Bakanlar Komitesi ya da Delegeler Komitesi’nde ele alınmasını öngörüyor. Mahkeme, hukuka göre bakar, önemliydi önemsizdi dinlemez. Ama bu öyle karmaşık bir dünyadır ki, burada hukuk böyledir diye, illa öyle olacak diye bir konu da yok. Bunu, bir siyasal organ süzgecinden geçirecek. Olayın esasını değiştirir mi, değiştirmez m? Değer mi, değmez mi? Yapmazsak ne olur? Bunlar önemli şeyler. Bize düşen şey, bütün Avrupa Konseyi ülkeleri nezdinde bir çalışma yapmak. Bu adam suçluluğunu kabul ediyor. Tablo ortada. Bakanlar Komitesi’ne, Türkiye-AB ilişkileri zarar görür mesajını vermemiz lazım. Adam kendi kabul etmiş suçlu olduğunu, özür dilemiş... Falan şeyi gördü, görmedi, avukatları gördü, görmedi. Bu, bir şeyi değiştirmez. Hükümet, bunu anlatmaya yönelmiyor; Türkiye’yi hazırlamaya çalışıyor. Yeniden mahkeme kurulacak, bütün dünya medyası Türkiye’ye gelecek, bizim medya yüklenecek. Öcalan çıkacak, siyasi söylemini bir propagandaya dönüştürüp gerçekleştirmeye çalışacak. Haksız, haklı konumuna gelecek. Mağdur, sanki zulmetmiş gibi olacak. Türkiye çok rahatsız olacak, infial yaratacak. Uluslararası ilişkiler, falan madde oldu, filan olmadı diye yürümez. Bunu, Türkiye-AB çatışmasına götürmemek lazım. Bu, çok yanlış olur. O mahkemede bütün dünya televizyonları olacak. Meydanlarda millet başlayacak yürümeye. Apo’ya özgürlük sloganları atılacak, af isteyecekler. Mitingler olacak. Buna tepki gösterilmesi de faşizm olarak algılanır. Bu, yanlış olur. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yeniden yargılamaya gerek yok kararını alması için uğraşmak gerekir. Türkiye ağırlığını koyup istediği kararı almak zorundadır. Hükümet, Avrupa Konseyi üyesi ülkelere bunu anlatma kararı alsın beraber gidelim.
‘Erken seçim’ havlu atma anlamına gelir
Biz her ihtimale açığız. Erken seçim bu hükümet için davetkar ihtimal olmaktan caydırıcı bir ihtimal olmaya doğru geliyor. Erken seçim kararı alması durumunda hükümetin çok ciddi pişmanlık içine girmesi sonucu doğar. Çünkü bu bir havlu atma, pes etme anlamına gelir.
Kimse gözü kapalı AB yanlısı değil
Türkiye’de kimse gözü kapalı Avrupa Birliği yanlısı olmanın iyi ve ilerici bir şey olduğunu düşünmüyor. Türkiye, işin karmaşık olduğunu ve çok özel dikkatlere gerek olduğunu anlamaya başladı. Bu doğrultuda izlediğimiz politikanın da çok doğru olduğunu görüyorlar.
Derviş sürprizi
CHP Genel Merkezi'nde Zaman yayın heyetinin sorularını cevaplayan Deniz Baykal, gündemdeki tartışmalara ilişkin çarpıcı açıklamalar yaptı. Görüşme sürerken Baykal’la veda yemeği için partiye gelen Kemal Derviş de odaya girdi.
Baykal'dan Zaman’a çarpıcı açıklamalar
CHP lideri Deniz Baykal, Genel Yayın Müdürümüz Ekrem Dumanlı, Genel Yayın Editörümüz Selahattin Karakış, Ankara Yayın Temsilcimiz Mustafa Ünal ve muhabirimiz Süleyman Kurt’un sorularını cevapladı.
Kaynak:
1- Siyaset-ekonomi-medya
2- Öcalan meselesi ve rant
3- 17 Aralık'ta AB'den uzaklaştık
1- Siyaset-ekonomi-medya
Demokrasi, kuvvetler ayrılığı prensibine dayanırdı. Bugün, yaşamın reel güçleri siyaset, ekonomi ve medyadır.
2- Öcalan meselesi ve rant
Apo meselesi siyasî bir rant olarak kullanılmamalı. ‘Yeniden yargılamaya gerek yok’ kararı için uğraşmalıyız.
3- 17 Aralık'ta AB'den uzaklaştık
Kimse gözü kapalı AB yanlısı olmanın ilerici bir şey olduğunu düşünmüyor. 17 Aralık Türkiye’yi AB'den uzaklaştırdı.
Bu ilişkinin çok sağlıksız biçimde kurulduğunu ve günümüzde ülkenin en önemli meselelerinden biri olduğunu vurgulayan Baykal, kuvvetler ayrılığı tanımını yeniden yaptı. Yasama-yürütme ve yargının yerine siyaset-ekonomi ve medyayı koyan Baykal, tezini şöyle açıkladı: "Demokrasi, eskiden kuvvetler ayrılığı anlayışına dayanırdı. Yasama, yürütme ve yargı gücü birbirinden bağımsızdı. Son yüzyılın şartları içinde bunun bir anlamı kalmadı. Egemenlik partiye devredildi. Parti kendi içinden bir parlamento sundu. Yasama ve yürütme birleşince tablo değişti. Reel güçler, artık anayasa hukukunun güçleri olmaktan çıktı; siyasal yaşamın güçleri oldu. Günümüzde, yaşamın reel güçleri, siyaset, ekonomi ve medyadır."
CHP lideri, Abdullah Öcalan hakkında AİHM’nin alacağı kararın siyasi rant aracı olarak kullanılmaması gerektiğini kaydetti. "Türkiye'de, Apo'nun yeniden yargılanmasına karşı ciddi bir infialin, tepkinin, rencide olan Türk toplumu adına bir karşı çıkışın ortaya çıkması çok normal." diyen Baykal, hükümete de çağrı yaptı: "Türk kamuoyunu değil, yeniden yargılamanın gereksiz olduğu konusunda Avrupa ülkelerini ikna edin. Bunun için Başba-kan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Avrupa başkentlerini dolaşmaya hazırım.”
Hükümetin Avrupa Birliği ilişkilerini yanlış yönettiğini düşünen CHP lideri Baykal, 17 Aralık kararının Türkiye'yi AB'den uzaklaştırdığını savunuyor. Baykal’ın çeşitli konulara ilişkin görüşleri özetle şöyle:
“Türkiye’de siyaset-medya ilişkisinin çok sağlıksız bir şekilde kurulduğu açık. Bu, Türkiye’nin en önemli meselelerinin başında geliyor. Bu, artık bir rejim meselesi. Demokrasi, eskiden kuvvetler ayrılığı anlayışına dayanırdı. Yasama, yürütme ve yargı gücü birbirinden bağımsızdı. Kuvvetler ayrılığı birleştiği zaman bunun bedelini insan öder, birey öder; bireyi ezer. Son yüzyılın şartları içinde bunun bir anlamı kalmadı artık. Çünkü parti çıktı. Parti, hem yasamanın, hem yürütmenin hem de yargının çıkış kaynağı haline geldi. Egemenlik partiye devredildi. Parti kendi içinden bir parlamento sundu. Yasama ve yürütme birleşince tablo değişti. Yargı, ‘bana dokunmayın, ben bağımsız kalayım’ anlayışına girdi. Bu arada başka bir şey oldu; reel güçler, artık anayasa hukukunun, kamu hukukunun anayasal güçleri olmaktan çıktı, siyasal yaşamın reel güçleri oldu. Artık, yaşamın reel güçleri; siyaset, ekonomi ve medya. Bunlar arasında, mutlak, su geçirmez bir ayrışmayı hayal etmek gerçekçi değil.
Türkiye’deki tabloya baktığımız zaman, ne iş dünyasında ne medya dünyasında bizim bir arayışımız yok, bir hevesimiz yok. Biz ülkenin yararına olduğuna inandığımız düşünceleri ifade ediyoruz. İş dünyasıyla biz de bu oyuna girelim ya da medyayla biz de dans edelim diye bir düşüncemiz yok. Medyanın görevi, paylaşsa da paylaşmasa da bütün düşüncelere tercüman olmak, siyasetin hakkını vermektir. Ben, bütün bu kargaşanın bulunduğu ortama rağmen, naif, temiz, saf, duru siyaset anlayışını devam ettirmek istiyorum. Elimden başkası da gelmiyor. Başkasını yapma arayışlarımız da yok. Ve inanıyorum ki; bunun değeri, önemi anlaşılır. Türkiye’ye iyiye gidecekse bunun önemi kavranacaktır.
Bizim birtakım güç odaklarıyla, herkese ne düşünmesi gerektiğini anlatan bütün çevrelerle ilişkilerimiz kopuk, onlarla bir yarışımız yok, biz bildiğimizi yapmaya devam ediyoruz. Yani samimiyet, dürüstlük esastır. Halisane duygularla hareket edeceksiniz. Sıkıntılar olabilir; ama bunların hepsi aşılır. Yeni bir gelişme var. Karmaşık bir manzara içinde bu tabloda tozun toprağın birbirine karışması çok doğaldır. Ama öyle bir tozun dumanın ortalığa kalkmış olması gerçekleri değiştirmiyor. Gerçekler bizim bildiğimiz bir tablodur. Bu, elbette düzeltilebilir bir tablo. Ben inanıyorum, bu Türkiye’de var. Bir toparlanma oluyor. O toparlanmayı götürecek konumda olan insanlar var. Zihniyetiyle, kişiliğiyle medyada, siyasette, iş dünyasında olan insanlar var.
17 Aralık Türkiye’yi AB’den uzaklaştırdı
AB ile ilişkiler çok yanlış yönetiliyor. İlk hata, 6 Ekim öncesinde zina krizi çıktı. Biz bunu önlemeye çalıştık. ‘Gitme’ denildiği halde gitti talep etti ve tersyüz döndü geldi. Bu, Avrupa’da ne kadar Türkiye karşıtı gizli tepki varsa gün yüzüne çıkmasına sebep oldu. Potansiyel muhalefetin ortaya dökülmesine neden oldu. Ondan sonra yayınlanan 6 Ekim İlerleme Raporu, AB ile ilişkilerin yanlış bir istikamete gitmekte olduğunu belgeledi. Öyle bir dalga inşa edildi ki, bizimkiler buna direnemezdi. Hükümet, ‘sadece bize bir tarih verin, gerisi önemli değil’ izlenimi verdi. Bu yanlış yönetildi. Bu olunca, onlar da verdikleri tarihi diğerlerinden farklı bir niteliğe soktu. Yani tam üyelik görünmüyor kardeşim. Görülüyormuş gibi yapıp burada bayram ilan edersen, gündüz vakti havai fişek atarak gülünç duruma düşersen, bir süre sonra olayın öyle gitmediğini görürsün, canın sıkılır. Hevesin kaçar, başmüzakereci atayamazsın. ‘Bizi parçalayacak’ dersin, sonra tepki görünce vazgeçersin. Bunun altında yatan, bu yanlış yönetim.
Artık Türkiye’de kimse güzü kapalı AB yanlısı olmanın iyi ve ilerici bir şey olduğunu düşünmüyor. Böyle düşünenler hâlâ var; ama marjinal. Türkiye işin karmaşık olduğunu ve çok özel dikkatlere gerek olduğunu anlamaya başladı. Bu doğrultuda izlediğimiz politikanın da çok doğru olduğunu görüyorlar. 17 Aralık kararı, Türkiye’yi AB’ye yakınlaştırmamıştır, uzak düşürmüştür. Ben, AB ile Türkiye’nin kendi haklarına sahip olup birleşmesini isteyen bir siyasetçi olarak, bunu gözlüyorum ve rahatsız oluyorum. Halbuki AKP, 17 Aralık’ı ‘Türkiye’yi AB’ye birleştiren bir bağ’ gibi algılamamızı istiyor. Yanlış... Bakın bu geri tepmeye başladı.
Hükümetin açıklamalarında baskın seçimle ilgili bir şey çıkmadı. Ama hükümetin giderek zaafa uğradığı bir gerçek. Bunu, erken seçime gitme vesilesi yaparsa önümüzdeki süreden de vazgeçecektir. Ve gelecek olan yeni yönetim hiç kuşku yok ki, bugünkü hükümetin hiç arzu etmediği bir tablo gösterecektir. Artık erken seçim bu hükümet için davetkar ihtimal olmaktan caydırıcı bir ihtimal olmaya doğru geliyor. Erken seçime giderek oradan olumlu bir sonuç yaratma umudu hızla ortadan kalkıyor. Bu ayrı bir faktör. Erken seçim kararı alması durumunda hükümetin çok ciddi pişmanlık içine girmesi sonucu doğar. Çünkü bu bir havlu atma, pes etme anlamına geliyor. Önünde iki buçuk yılı olan bir iktidar, bir erken seçim durumunda ‘dur bakalım ne yapıyorsun?’ sorusuna muhatap olacaktır. Bir korku, güvensizlik var. Biz her ihtimale açığız. Erken seçim kararına da açığız.
Hükümetle beraber Avrupa’yı Apo konusunda ikna edelim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Abdullah Öcalan hakkında alacağı kararın siyaseti nasıl etkileyeceğinden çok, böyle bir olay karşısında ne yapılması gerektiği beni ilgilendiriyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin sağladığı bir olanak var. Onun kullanılması gerekiyor. O olanak, AİHM’nin aldığı kararın uygulanması konusunu Bakanlar Komitesi ya da Delegeler Komitesi’nde ele alınmasını öngörüyor. Mahkeme, hukuka göre bakar, önemliydi önemsizdi dinlemez. Ama bu öyle karmaşık bir dünyadır ki, burada hukuk böyledir diye, illa öyle olacak diye bir konu da yok. Bunu, bir siyasal organ süzgecinden geçirecek. Olayın esasını değiştirir mi, değiştirmez m? Değer mi, değmez mi? Yapmazsak ne olur? Bunlar önemli şeyler. Bize düşen şey, bütün Avrupa Konseyi ülkeleri nezdinde bir çalışma yapmak. Bu adam suçluluğunu kabul ediyor. Tablo ortada. Bakanlar Komitesi’ne, Türkiye-AB ilişkileri zarar görür mesajını vermemiz lazım. Adam kendi kabul etmiş suçlu olduğunu, özür dilemiş... Falan şeyi gördü, görmedi, avukatları gördü, görmedi. Bu, bir şeyi değiştirmez. Hükümet, bunu anlatmaya yönelmiyor; Türkiye’yi hazırlamaya çalışıyor. Yeniden mahkeme kurulacak, bütün dünya medyası Türkiye’ye gelecek, bizim medya yüklenecek. Öcalan çıkacak, siyasi söylemini bir propagandaya dönüştürüp gerçekleştirmeye çalışacak. Haksız, haklı konumuna gelecek. Mağdur, sanki zulmetmiş gibi olacak. Türkiye çok rahatsız olacak, infial yaratacak. Uluslararası ilişkiler, falan madde oldu, filan olmadı diye yürümez. Bunu, Türkiye-AB çatışmasına götürmemek lazım. Bu, çok yanlış olur. O mahkemede bütün dünya televizyonları olacak. Meydanlarda millet başlayacak yürümeye. Apo’ya özgürlük sloganları atılacak, af isteyecekler. Mitingler olacak. Buna tepki gösterilmesi de faşizm olarak algılanır. Bu, yanlış olur. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yeniden yargılamaya gerek yok kararını alması için uğraşmak gerekir. Türkiye ağırlığını koyup istediği kararı almak zorundadır. Hükümet, Avrupa Konseyi üyesi ülkelere bunu anlatma kararı alsın beraber gidelim.
‘Erken seçim’ havlu atma anlamına gelir
Biz her ihtimale açığız. Erken seçim bu hükümet için davetkar ihtimal olmaktan caydırıcı bir ihtimal olmaya doğru geliyor. Erken seçim kararı alması durumunda hükümetin çok ciddi pişmanlık içine girmesi sonucu doğar. Çünkü bu bir havlu atma, pes etme anlamına gelir.
Kimse gözü kapalı AB yanlısı değil
Türkiye’de kimse gözü kapalı Avrupa Birliği yanlısı olmanın iyi ve ilerici bir şey olduğunu düşünmüyor. Türkiye, işin karmaşık olduğunu ve çok özel dikkatlere gerek olduğunu anlamaya başladı. Bu doğrultuda izlediğimiz politikanın da çok doğru olduğunu görüyorlar.
Derviş sürprizi
CHP Genel Merkezi'nde Zaman yayın heyetinin sorularını cevaplayan Deniz Baykal, gündemdeki tartışmalara ilişkin çarpıcı açıklamalar yaptı. Görüşme sürerken Baykal’la veda yemeği için partiye gelen Kemal Derviş de odaya girdi.
Baykal'dan Zaman’a çarpıcı açıklamalar
CHP lideri Deniz Baykal, Genel Yayın Müdürümüz Ekrem Dumanlı, Genel Yayın Editörümüz Selahattin Karakış, Ankara Yayın Temsilcimiz Mustafa Ünal ve muhabirimiz Süleyman Kurt’un sorularını cevapladı.
Kaynak: