Medya olayı böyle çarpıttı
Abone olZaman'ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, meslektaşlarına, olaylara daha serinkanlı yaklaşmayı öğütlerken, gazetelerin haber çarpıtmalarına da değiniyor.
"Daha serinkanlı olmak gerekiyor" diyen Ekrem Dumanlı, "Felaket
haberlerine hnazır değiliz" diyor ve medyanın bu konudaki
aceleciliğinin getirdiği aksaklıkları anlatıyor. Dumanlı'nın
üzerinde durduğu bir diğer husus ise, medyanın olayları çarpıtma
girişimi. Dumanlı, bunun örneğini köşe yazısında anlatıyor: Daha
serinkanlı olmak gerekiyor Son günlerde çok tartışılan gündem
maddelerine bakınız lütfen. Göreceksiniz ki olağanüstü hiçbir
duruma hazır değiliz. Yaşadığımız onca acı olaydan ders
çıkaramamışız. “Hızlı tren faciası” haberleri ne kadar sıcakkanlı,
aceleci olduğumuzu yeterince ispatlıyor. Sadece medya değil acûl
olan; devlet de hazır değil olağanüstü durumlara. Bir kere herkes
ayrı telden çalıyor. Sorumlu kim, açıklama yapma yetkisi kimde,
basını kim bilgilendirecek belli değil. Üzerine vazife olmayan bir
insan çıkıyor, ölü sayısı hakkında açıklama yapabiliyor mesela.
Onun “139 ölü” beyanı, Türkiye’mizi yasa boğuyor. Herkes perişan!
Açık bir gerçek var: Felaket haberlerine hazır değiliz. Allah
korusun başımıza bir musibet gelse, topyekûn çuvallıyoruz. Elimiz
ayağımıza dolaşıyor, ne yapacağımızı bilemiyoruz. Her kafadan bir
ses çıkıyor. Yetkili-yetkisiz herkes bir şeyler söylüyor.
Konuşmalar çeşitlendikçe kafalar iyice karışıyor... Deprem
kuşağında yaşayan bir ülkeyiz. Trafik, her gün sevdiklerimizi alıp
götürüyor. Her an siyasi bir kriz çıkabiliyor. Ekonominin dengesi
azıcık bozulsa, bayram yapacak insanların olduğu ortada.
Uluslararası ilişkilerde doğacak en küçük bir kriz, anında
Türkiye’ye yansıyor... Herkes ayrı telden çalarsa... Serinkanlı
olmaktan başka çare var mı? Dikkat kadar sağduyuya, tenkit kadar
itidale ihtiyaç duyduğumuz kesin. Küçük bir dikkatsizlik, basit bir
yanlış, sorumsuzca sarf edilen bir cümle, ülke huzurunu
bozabiliyor; hatta toplumsal bir çatışmaya neden olabiliyor... Son
günlerde çok tartışılan gündem maddelerine bakınız lütfen.
Göreceksiniz ki olağanüstü hiçbir duruma hazır değiliz. Yaşadığımız
onca acı olaydan ders çıkaramamışız. “Hızlı tren faciası” haberleri
ne kadar sıcakkanlı, aceleci olduğumuzu yeterince ispatlıyor.
Sadece medya değil acûl olan; devlet de hazır değil olağanüstü
durumlara. Bir kere herkes ayrı telden çalıyor. Sorumlu kim,
açıklama yapma yetkisi kimde, basını kim bilgilendirecek belli
değil. Üzerine vazife olmayan bir insan çıkıyor, ölü sayısı
hakkında açıklama yapabiliyor mesela. Onun “139 ölü” beyanı,
Türkiye’mizi yasa boğuyor. Herkes perişan! Kanımız donuyor adeta.
Basın mensupları doğru bir bilgi alabilmek için kapı kapı
dolaşıyor; ancak ortada yetkili ve bilgi sahibi insan bulamıyor...
Geçen yıl İstanbul’da patlayan bombalar, ibretlik bir olaydı. Her
patlayan bomba 70 milyon insanımızı endişeye, acıya gark etmişti. 4
gün sonra iki bomba daha patlayınca toplum dehşetin en ürpertici
derinliğini hissetmişti ruhunda. O sırada sızan (ya da sızdırılan)
bilgiler basına yansımıştı. Bazı yetkililere göre, Emniyet kaynaklı
haberler soruşturmanın gidişatını olumsuz etkilemiş ve yeni bir
tartışmanın başlamasına sebep olmuştu. Katillerin erken
yakalanmaması medyanın üzerine yıkılınca, başta Basın Konseyi olmak
üzere meslek kuruluşları tepki vermişti. Sonunda Basın Konseyi
Başkanı Oktay Ekşi, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve
İstanbul Valisi Muammer Güler bir araya gelmişti. Yapılan ortak
açıklamada faydalı tedbirler yer alıyordu. En önemli tedbir şuydu:
Kamuoyunu paniğe sevk edecek olaylarda İstanbul Valiliği ve Emniyet
Müdürlüğü basına çabuk ve doğru bilgiyi sunacak bir yetkili
gösterecekti. O gün bugündür bu yetkili bekleniyor. Gerçi Ankara’da
Emniyet Genel Müdürlüğü basın toplantıları düzenliyor; ancak
İstanbul gibi dünyanın en büyük metropollerinden birinde acil
yaşanacak olaylar ile ilgili hâlâ yetkili bulunamıyor. NATO
toplantısı esnasında bu boşluk derinden derine hissedildi... 11
Eylül saldırısı sırasında New York yetkililerinin tutumu en ilginç
örneklerden birini teşkil eder. Terör olaylarına hiç de alışık bir
ülke olmamasına rağmen, New York Belediye Başkanı’nın (Rudy
Giuliani) akıllı bir taktiğiyle felaket hafifletilebildi. Başkan
neredeyse her saat başı basın toplantısı düzenledi ve eldeki
bilgileri basın mensuplarıyla paylaştı. Böylece hem medyanın haber
alma ihtiyacını giderdi hem de dedikodu şeklinde yayılan yanlış
bilgilere cevap verme şansı yakalanmış oldu. Spekülasyonları
önlemek başka türlü de mümkün değildi. Haberde çarpıtma bu kadar
olur Bizde bir felaket yaşandığında doğru muhatap bulunamıyor.
Yetkililer basından kaçıyor, basın söylentileri fazlaca ciddiye
alıyor ve kontrol etme fırsatı bulamadığı bilgiyi yayınlamak
zorunda kalabiliyor. Geçen haftanın üzücü bir olayına da değinmeden
geçemeyeceğim. İzmir’in Urla ilçesinde 5 kızımız boğulmuştu. O
iddialara göre Kur’an kursu öğrencisi kızlarımızı kurtarmak isteyen
erkeklere gruba öncülük eden kadınlar engel olmuştu. Çocuklar
denizde yürürken toprak çökmüş ve bir anda boylarını aşan bir
yükseklik ile karşılaşmışlardı. Zaman olaydan sağ kurtulan A.Ö.’yü
buldu ve onunla olayın ayrıntısını konuştu. Geçtiğimiz cumartesi
gününe ait nüshamızda siz de okudunuz ki A.Ö., “Yalvarırcasına
yardım istedim.” diyor. Kardeşi M.Ö. ve babası Nail Özcan da
boğulma tehlikesi oluşur oluşmaz erkeklerden yardım istendiğini
söylüyor. Üstelik mağdurlardan bazısının da herhangi bir Kur’an
kursuna gitmediği ifade ediliyor. Olay basına yansır yansımaz
tesettürden girip Kur’an kursundan çıkan ve olumsuz eleştirilerini
art arda sıralayanlar oldu. Olayın üzerinden sis perdeleri
kalktıkça, hadisenin şahitleri konuştukça, meselenin hiç de tasvir
edildiği gibi olmadığı ortaya çıktı. Sorumlu yayıncılık çok zor.
Diyelim ki yukarıda zikredilen olay iddia edildiği gibi olsun. Bu
üzücü hadiseden hareketle çok şey söylenebilir; ancak bu tür
olaylarda yapılacak genellemeler, insanları aşağılamaya kadar
götürülmemeli: Her kitleden cahil, tutucu, yanlış tutum içinde olan
kişiler çıkabilir. Bu tür durumlarda olay, sınırlı tutulmalı hata,
sadece yapan(lar)ı bağlamalı. Bir olaydan hareketle bir kitleyi
tahkir ederseniz, toplumsal uzlaşmanın bağlarını koparmış
olursunuz. Kötü niyetli yapılmasa bile bazı haberler ya da
yorumlar, toplumsal barışı tehdit edebilir. Habercilik tabii ki
önemlidir. Elbette haberin en çarpıcı kısmı başlık ya da spot
yapılarak öne çıkarılır. Ancak, haberi daha çarpıcı, daha merak
uyandırıcı yapacağız diye birlik ve beraberlik gibi hayati bir
umdeyi rafa kaldıramayız. Çanakkale konusunda bölücülük olmaz Son
günlerdeki Çanakkale haberleri de böyledir. Bir aklı evvel çıkıyor
“irtica Çanakkale’ye çıkarma yapıyor, böylece Mustafa Kemal
unutturulmaya çalışılıyor” gibi tuhaf bir iddia ortaya atıyor. Bazı
meslektaşlarımız da bu “ilginç iddia” üzerine balıklama atlıyor.
Sanırsınız, Çanakkale’ye gelip, şehitlerimize dua edecek
vatandaşlarımıza kimlik kontrolü yapılacak, onların herhangi bir
tarikata mensup olup olmadıkları sorulacak. Böyle zeka ve sağduyu
fukarası bir mantık olabilir mi? Türkiye gibi her an her şeyin
olabileceği bir ülkede herkesin daha soğukkanlı olması gerekiyor;
özellikle de medya mensuplarının...