Medya işi sulandırmada birebir
Abone olErdoğan'ın ABD gezisi,Türk medyasının zaaflarını bir kez daha gösterdi. Medya, işi sulandırmada birebir. Ekrem Dumanlı soruyor: Türk medyası neden sinek avlıyor?
Zaman gazetesinden Ekrem Dumanlı başlıklı yazısında medyanın
Erdoğan 'ın ABD gezisini nasıl 'sulandırdığını' anlatıyor.
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak:
"Başbakan Erdoğan’ın Amerika ziyareti, medya eleştirmenleri için
bulunmaz bir fırsat. Bu fırsatı iyi değerlendirenler, Türk
medyasının bütün zaaflarını ortaya çıkaracak kadar zengin malzeme
bulabilir.
Aslında bu görev üniversitelere düşer; ancak bizdeki
üniversitelerin bu tarakta bezi pek yoktur. Oysa Batı’da hemen her
olay, müstakil bir araştırma dosyası (study case) haline getirilir.
Bizde ise genel geçer sözler, klişe haline gelmiş ifadeler,
basmakalıp hükümlere başvurulduğu için mesele ahkam kesme
çerçevesini bir türlü aşamıyor. Eleştiriler somut olaylara
yöneldikçe gazeteciler arasında gücenmeler, kırılmalar da oluyor.
Halbuki örnekler üzerine konuşmak daha gerçekçi sonuçlara ulaşmak
için çok önemli...
Dönelim Amerika gezisine. Önce asıl fotoğraf: Türkiye
Cumhuriyeti’nin başbakanı ile Amerika Birleşik Devleti başkanı
arasında kritik bir görüşme gerçekleştirildi. Burada isimler bile
ikinci plana düşer. Başbakanın Tayip Erdoğan olması, ABD başkanının
George W. Bush olması tabii ki önemli; ancak liderlerin adı ne
olursa olsun, sonuçta iki devletin halk tarafından seçilmiş en üst
düzey yöneticisinin bir araya gelmesi söz konusudur. Bu mesele
değerlendirilirken ‘devlet ciddiyeti’ kadar ‘medya hassasiyeti’ de
gerekir...
Türk medyası iflah olmaz bir hatada ısrar ediyor: Haberin ayrıntısı
ile ayrıntının haberini birbirine karıştırıyor ve bulamaçtan okurun
bir şeyler anlamasını istiyor. Kimse kusura bakmasın ama; önce
haberin aslı verilir, sonra faslına geçilir. Fasıl da fasıl olmak
kaydıyla. Yani, haberin merkezindeki bilgiyi destekleyecek,
derinleştirecek, zenginleştirecek ayrıntılara yer verilir. Bu yer
verme meselesi de ayrı bir ustalık ve titizlik gerektirir. Her
ayrıntıdan bir ‘flaş haber’ çıkmaz; hele bir gazete bulvar
yayıncısı olmadığına inanıyorsa...
Türk medyası ABD gezisini sulandırdı!
Baştan sulandırdı bizim medya Washington gezisini. Efendim, nasıl
olur da başbakanı bir bakan karşılamaya gelirmiş. Amerikalıların
protokol müdürü ya da yardımcısı gelmeliymiş...
Diyelim ki bir haberci bu bilgiye ulaştı; konuyu taraflara sorması
gerekmez mi? Herhangi bir yetkiliye sorsa ‘Bu bir resmi toplantı
değil, çalışma toplantısı; dolayısıyla bu tür programlarda resmi
karşılama protokolüne uyulmaz’ cevabını alacak. Bizde haber önce
yazılır, bilginin doğruluğu çapraz kontrollerden geçirilmeden
neşredilir. Sanılır ki yayından önce sormak haberin cazibesini
ortadan kaldırır...
Aylardır Beyaz Saray görüşmesi üzerine yapılan dedikoduları
dinliyor kamuoyu. Mesela deniyordu ki ‘Ayaküstü görüşülecek.’ Öyle
olmadı. ‘Yarım saat görüşecekmişler.’ Öyle de olmadı... İki lider
bir saati aşan bir görüşme gerçekleştirdi. Bizimkiler bu sefer de
‘Toplantı yemeksizdi, bu da ilişkilerin soğuk olması anlamına
gelir’ demeye başladı.
Bizim medya kararını baştan vermişti bir kere; ne yapıp edip bu
geziye ‘Başarısız’ mührünü vuracaktı. Başbakan’ın eşi Emine Hanım,
First Lady tarafından çaya davet edilmedi diye önceden verilmiş
‘başarısızlık’a delil bulunmuştu. Araya bürokratlar girdi ‘Bizim
bir talebimiz olmadı; çünkü bu bir çalışma toplantısı. Bu tür
toplantılardaki teamül eşlerin bir araya gelmesini gerektirmiyor’
dedi; ancak kimin umurunda!
İşte tam bu noktada medya tarihine ‘at sineği krizi’ diye
geçebilecek bir olay yaşandı. İddiaya göre Başkan Bush ile Başbakan
Erdoğan görüşürken Oval Ofis’e bir at sineği girmiş. Sineği
yakalamak için odada bir koşuşturma başlamış. O sırada hava
gerginmiş de, sineğin girmesi havayı yumuşatmış da falan filan...
Olay doğru mu bilinmez; ancak velev ki doğru olsun aylardır büyük
krizler yaşandığı söylenen hatta iplerin kopma noktasına geldiği
iddia edilen iki ülkenin ilişkilerini düzeltmek için yapılan tarihî
zirvenin ana malzemesi bu mudur? Bu minval üzere yapılan haberlere
bakacak olursanız liderler içeride adeta sinek avlamış, başka bir
şey yapmamış sanırsınız.
Haberin ayrıntısı ile ayrıntının haberi işte tam bu noktada çıkar
ortaya. Böyle bir olay -şayet yaşanmışsa- belki ana haberin hoş bir
nüktesi olabilir...
Hadiseye bir de Amerikan medyası açısından bakmak gerekiyor. At
sineği meselesinin kıymet-i harbiyesi varsa Amerikan medyasının da
bu bilgiye sahip çıkması gerekir. Neticede bir gazetecilik
başarısından (!) bahsediyoruz. Zaten sinek, başta hane sahibinin
problemidir. Amerikan medyası bu olayı manşetlere taşımalı değil
miydi!
İnsanın aklına gelmiyor değil: Ya at sineği baskını (!) bizdeki
Köşk ya da Konut’ta yaşansaydı! Olayın vahametine bakın ki sinek
haberi duyulur duyulmaz olayı yerinde takip eden Türk muhabirler
için zor bir dönem başlamış oldu. Fıkra gibi bir şey! Güya
İstanbul’daki bazı yayın yöneticileri muhabirlerini arayarak ‘O
sineği istiyorum’ demiş. İşte habercilik refleksi (!) denilen şey
böyledir...
Bu arada Başbakanlık’a ait Ana uçağı için ayrı bir sayfa açmak,
uçakla ilgi söylenenleri absürd haber dalında ödüle aday göstermek
(!) gerekebilir. Herkes merakla uçağı soruyor. Çalışma ofisi, yatak
odası... Bu tür uçakların teknik imkanlarını bilenleri gülmekten
kırıp geçirecek bilgi yanlışlıkları gezi boyunca sürdü gitti. Zaten
daha uçak satın alınırken içinde mescit inşa edildiği (!)
söylenmişti. Gezinin son demlerinde yeni bir tartışma başlatıldı.
Uçakta içki servisi var mıydı, yok muydu; vardı da kimse içmemiş
miydi, kimse içmediyse mutlaka birileri içmeli miydi...
Her şey iyi de; beş güne sıkıştırılan ve binlerce kilometrelik
mesafe kat edilerek yapılan toplantıların özü bu mudur? DYP Genel
Başkanı Ağar ‘Koca ziyaretten bir tek at sineği kaldı’ demiş. Bu
izlenimi maalesef medya oluşturuyor ve yanlış yapıyor. Nerede
kuşatıcı analizler, derinlikli yorumlar, yol gösterici düşünceler,
ufuk açan fikirler! Diplomatik temasların baş döndürücü bir hızla
yapıldığı bir geziden ortaya çıkan eften püften dedikodu mu? Eğer
durum buysa, bu ülkeye yazık. Yok durum başka türlüyse okura yazık.
İşin magazin boyutuna bu kadar önem atfedilirse olacağı
budur...
Bir de ciddiyet havasında yapılan yanlı ‘analizler’ var. Analiz
denilen gazete yazı türünün en temel özelliği, elde edilen bilgiler
ve bulgular üzerine objektif değerlendirme yapılmasıdır. En baştan
karar verip, sonra onu teyit etmek için kırk dereden su getirmek
analiz anlamına gelmez...
Sık sık tartışılır ve denir ki ‘Neden bizim dünya çapında bir
gazetemiz yok!’ Ayrıntının haberdeki hakim unsuru çürütmesi devam
ettiği sürece böyle bir şey asla gerçekleşemez. O zaman medya sinek
avlamaya devam edecek demektir…
Magazin gazete için yeni bir tanım
Türkiye'de tabloid gazetenin tanımı bir türlü somut hale
getirilemiyor. Sanılıyor ki tabloit gazete, sadece gazetenin
boyutuyla ilgilidir. Hatta Avrupa'da özellikle İngiltere'de baş
gösteren arayışları da ‘Tabloid gazeteye dönüş' olarak görenler
var. Oysa gazete boyutunu -metrolarda rahat okunsun diye-
küçültenler ısrarla tabloid demiyor projelerine. Onlar 'compact'
tabirine vurgu yaparken tabloid kargaşasının içinde bulmak
istemiyor kendini.
Aslında tabloid gazeteler, boyutları itibarıyla değil,
muhtevalarındaki ciddiyet seviyesi ile kendini ortaya koyar. Yanlış
anlaşılmasın; bu tip gazetelere de ihtiyaç olabilir. Zira geniş
kitlelerin böyle bir talebi söz konusudur. Tehlikeli olan, geniş
gazete boyutunu kullanıp, bulvar gazetesi mantığıyla habercilik
yapılmasıdır. Ciddi haberle magazin haberin aynı sayfada boy
göstermesi doğru haber üzerine de gölge düşürür. Okur ısrarla
soruyor: Tabloid gazeteyi daha anlaşılır bir tarifle verebilir
misiniz diye...
İşte size bulvar gazetesi tanımı: Bir gazetenin başlıklarda
kullandığı harf büyüklüğü, o gazetenin logosundan daha büyükse; ve
bu büyüklük her gün her haber için kullanılıyorsa o gazete tabloid
bir yayıncılık yapıyor demektir. Hadiseleri bir miktar abartınca,
olayları sansasyonel bir çerçeveye oturtunca vs. iri puntolu,
rengarenk bir gazete çıkar ortaya. Sansasyonun hangi amaçla
yapıldığı önemli değil aslında. Bu tür gazetelerin ideolojisi bile
olsa tabloid gazete tanımının dışına çıkamaz. Elinize Çince bir
gazete bile geçse bakın; şayet manşetteki harf büyüklüğü gazete
logosundan büyükse, o gazetenin haberdeki abartı payını bir kenara
ayırın..."