Medya dünyasında dönen dolaplar
Abone olYıllar önce yazdıkları, yıllar sonra gerçekleştiği için ismi kehanetçiye çıkan Ayşe Önal, kovulmasının nedenini okurlarıyla paylaşınca, medyada dönen dolaplar ortaya çıktı.
Serdar Turgut'un gelmesi ile birlikte kendini kapının önünde
bulan Akşamın eski, Star'ın yeni yazarı Ayşe Önal, kovulmasını
özetledi. Tesadüfen kendini medyanın içinde bulan Önal, başından
geçenleri yazınca, medya dünyasının kirli yüzü de ortaya çıktı.
İşte Önal'ın yazısı...
Kovulmanın özel tarihi
Başkalarının içine doğduğu imkanlara kavuşmam için benim birkaç kat
daha fazla çalışmam gerekiyordu. Öyle de yaptım. Bu hiçbir zaman
sınıfsal olarak bir işe yaramadı. Sınıfım bir dövme gibi üstümde
kazılıydı. Tesadüfen içine girdiğim meslekte hiyerarşisinin askeri
kasttan çok daha katı ve keskin kuralları olduğunu göremedim. Kimin
gazeteci olacağına güç imparatorlarının karar verdiğini
bilmiyordum. Mesleği aslı gibi yapmak yeterli sanıyordum.
Gazetecilik batı dünyasından araklandığına göre işimizi evrensel
kurallarına göre yapacağız sanıyordum. Hiç işlemedi.
Bir çoğunun üst düzey sevgililerine, güçlü tanıdıklarına karşı
cesaretimi sermaye yaptım. Bir çoğunun kan davası formatındaki
entrikalarına şeffaflığımı kalkan yaptım. İşimden başka hiçbir şey
yapmadım.
‘Elmanın büyüğünü karşındakine ver, önce başkasının işini
kolaylaştır, kendini herkesten sonra düşün’ terbiyesi ile
büyütülürken, aynı zamanlarda birilerinin de ‘elmanın büyüğünü
mümkünse tamamını kap, önce başkasının işini köstekle, kendini
herkesten önce düşün’ felsefesi ile yetiştirildiğinden habersizdim.
Esmerliğim daha başından beni ‘şeytana pabucunu ters giydirir’
önyargısı ile kuşatıyordu. Oysa azmanlığının içinde kocaman
budalalıklar taşıyan devler gibi insana dair zayıflıklarımdan
vuruldum.
Birinci Körfez Savaşı’nda, kendilerine güvenip deşifre olmuş
Iraklıları Saddam’ın merhametsiz ellerine iade eden Amerikan
ordusunun ardından, ‘Bu iş burada bitmedi. Saddam’ın yerine radikal
yönetimlerin geleceğini anlayan Amerikalılar bu işi on yıl sonraya
ertelediler’ diye yazdım. İki yıllık bir yanılmaydı. Geldiler.
1994’de İstanbul Belediye Başkanı’nın yakın geleceğin başbakanı
olacağını yazdım. Oldu.
1995’de Jitem, Mafya ve Siyasetçi işbirliğini yazdım. Bir yıl sonra
ben uzak bir ülkede mecburi nöbetteyken Susurluk patladı.
Başkalarına kariyer olan Susurluk bana işsizlik olarak
dönmüştü.
2002’de ABD Irak’ı işgal ederse, Saddam’ın çimentosu parçalanıp,
Pandora’nın kutusu açılır diye yazdım. Açıldı.
Hiç medyuma gitmedim, kehanetlerimin sihirli küresi haberin
sahalarıydı. Her yazdığımdan sonra kovuldum. Ne vergi kaçırdım, ne
zimmetime para geçirdim. Kalem sicilim temizdi. Ama akıl sicilim
medya - iktidar ortaklığınca sabıkalanmıştı.
Ait olduğum bir felsefe vardı kuşkusuz. Evrensel insanlık
değerleri... Ama ülkemde çok az insan bununla ilgiliydi. Yanlış
ülkede yanlış değerlere ilgi... Medeni ülkelerde insanlık
değerlerine özen göstermek insanın mesleğinde önünü açar. Gayri
medeni ülkelerde ise mesleğinden eder. Tahmin edebileceğiniz gibi
defalarca mesleğimden edildim.
Koca ülkede tek başıma benim insanlık değerlerine gönül verdiğimi
söylemek kuşkusuz adaletsiz bir kabalık olacaktır ama bu değerlere
gönül vermiş olanların çoğu güçlü örgütlenmeler çevresinde
oldukları için her zaman daha korunaklı kaldılar. Benim kendimi
korumaya alacak bir aidiyetim de olmadığı için yapayalnızdım. Kürt
değildim, Kürtler için işimden oldum. Müslüman değildim,
Müslümanlar için sofralardan kovuldum. Gayrimüslim değildim,
gayrimüslimler için ölümle tehdit edildim. Kendi başına yazılmış
bir kişisel tarihle ölmeden kalmadan buraya kadar geldim.
Bütün bunları niye mi yazıyorum? Şu Beşiktaş Stadyumu’nda öldürülen
gencin ardından dökülen timsah gözyaşları kalbimi bıçaklıyor da
ondan. 1992’de, Kürt sorununun yol açtığı büyük göç hareketinin on
yıl sonraki sonuçlarını yazmıştım. Kuvvetle muhtemel metropol
patlamalarına karşı hangi çareleri ürettiğimizi sormuştum.
Görünmeyen ellerce yine kovuldum. Türk tipi mesleğimizde sosyal
sorunu açarsan değil örtersen güçlenirsin. Sorunu örterek güç
merkezine yaranmak bir güç yarattığı için gelenekselleşmiştir.
Medya iktidarının değer yoksunu imparatorları, meslek namusu ile
duranların, gözlemlerini duymazlıktan gelmeseydiler, siyaset
üstünde mağdurlar lehine baskı oluştursaydılar, yersiz yurtsuz
pusulasız iç göç hareketinden kapkaç çeteleri çıkmasına karşı çare
üretebilirlerdi.
Her göç, büyük insan depremlerine yol açar. En demokratik
toplumlarda bile büyük sosyal tehdide dönüşebilen göçün Türkiye’yi
ıskalamasını ummak ya ahmaklıkla ya kötü niyetle açıklanabilir.
Benden sonrası tufan mantığı özetle... Ama galiba bu kez hepimiz
tufanın içindeyiz.
Yazı: Ayşa Önal
Kaynak: