Mecliste casus var! (3)
“Mecliste casus var(1)” yazımın girişine tekrar
dönmek istiyorum.
Anavatan Partisi eski milletvekili Bülent Akarcalı aynı
zamanda Türk Demokrasi Vakfı Başkanlığını da yapmaktadır. Bu vakıf,
Alman Gizli Servisi BND’ ye bağlı olup, Alman Dışişlerine sürekli
bilgi akışı sağlayan Konrad Adenauer Vakfı'nın Türkiye'deki çok
önemli işbirliği partneridir. Anlaşılacağı gibi Alman Vakfı
çalışmalarını maskeleme görevini TDV’ ye yaptırmaktadır. Bu değerli
hizmetlerin karşılıksız olup olmadığı ise bilinmemektedir!!..
***
Eski milletvekili Akarcalı'nın
işbirliği yaptığı bu Alman vakfının amacı ve hedeflerinin daha net
anlaşılması için kendi yazışmalarından kısa bir örnek aktarmak
istiyorum.
“Partnerimiz Türk Demokrasi Vakfı sayesinde, Ankara'daki
Alman Büyükelçiliği ile birlikte organize edilen
‘Almanya'nın birleşmesinin 10. Yılı’ konulu etkinlikte
olduğu gibi geçen yıl düzenlediğimiz etkinlikler için konuşmacı
olarak önemli siyasetçiler kazanılmıştır. Bahsi geçen bu etkinlik
için, Almanya birleşmesini Türk bakışı açısından inceleyen Başbakan
Yardımcısı Mesut Yılmaz kazanılmıştır.”
Çok önemli bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.
'kazanılmıştır'
sözü, istihbarat jargonunda
yaygın olarak kullanılan bir terimdir. Kendileriyle
işbirliği yapacak olan elemanları ikna ettiklerinde 'hedef
kişi kazanılmıştır' olarak tanımlanır. Bu sözü aynı
şekilde ve amaçta terör örgütleri de kullanırlar. Yukarıda
aktardığım yazışma KAV'a aittir.
KAV'da bir terör örgütü olmadığına göre ne
olduğuna siz karar verin.
Bu ifadelerde KAV, kazanmak istediklerine hangi
yöntemlerle yaklaştıklarını ve kendi amaçlarına hizmet edecekleri
nasıl ikna ettiklerini açıkça belirtmektedirler.
Şimdi düşünün, iktidar ortağı bir partinin mensupları, hatta
Başbakan Yardımcısı, Ülkemizin hangi gizli bilgilerine sahip
değildir ki.. Bunun cevabını verecek hiç kimse yoktur. Ve ben bütün
bunların olmadığını varsaymak istiyorum.
Mesut Yılmaz önemli bir devlet adamıdır ve bu gibi
işlere kolay kolay bulaşmayacak ve pabuç bırakmayacak kadar
devletini ve milletini sevdiğini de biliyorum.
Peki, rahmetli Hablemitoğlu'nun, “(…) Uzun
vadede siyasal ümmetçiliği öngören ipleri dışarıda bir şeriatçı
organizasyonun, Türkiye ve Türk dünyasında her an ihanet
beklentisinden başka bir faydası olmayan bu oluşumun.. "
diye tanımladığı grubun başındaki adamın verdiği ödülü bir mürit
saygınlığıyla alan, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanına övgüler düzen
ve 1975 yılında Süleyman Demirel ile elele
tutuşarak Çeşme Altınyunus Otelinde yapılan toplantıya giden ve
Bilderberg olan Ecevit'i Mecliste hangi kategoriye
koymak gerekir?
***
Binlerce insanımızı öldüren PKK terör örgütünün üyesi milletvekili
seçiliyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne giriyor. Olağanüstü
yetkilerini kullanarak, devletin her bilgisine vakıf olan bu şahıs,
milletvekilliği bitince, PKK yöneticiliğine devam etmek için,
geldiği yere geri dönüyor. Tabii giderken hangi bilgileri ve
belgeleri de yanında götürdüğünü bilen yok.. Mecliste olduğu sürece
de, kimlere hangi raporları aktardığı meçhul.
Sıradan bir işyerine müracaat edildiğinde bile sabıka kaydı vermek
zorunda kalırsınız. Her nasılsa bu şahsın geçmişi, nereden geldiği
gözden kaçıyor! Ve ülkemizin bütünlüğüne kastetmiş olanlar, meclise
giriyor.
Bütün bunlar ayrıca tartışma konusudur.
Biz asıl cevabını merak ettiğimiz soruyu soralım. Hangi ciddi
devlet, askerlerini, polislerini ve vatandaşlarını katletmiş olan
bir terör örgütü üyesine maaş öder? Bu parayı ödeyenler,
şehitlerimizin kanına bulanmış olmadılar mı? Bu paranın ödenmesini
engellemeyenler, vatan savunmasında kolunu, bacağını, gözünü vermiş
olan gazilerimizin yarım vücutları üzerine iktidar inşa etme
çabasına girmiş olmadılar mı?..
Yönetmelik, kanun, usul falan gibi gereksiz mazeretlerin arkasına
kimse sığınmaya kalkmasın. ABD ve
AB komiserlerinin istediği yasalar bir günde
çıkabiliyor. Bunu da hemen yaparsınız.. Yapmalısınız..
Bu ülkede bir gecede yönetmelikler değişti, kanun hükmünde
kararnameler çıkartıldı ve yapılması gereken iş birkaç saat içinde
yapılıp bitince de çıkarılan bu hükümleri tekrar iptal ettiler..
Zor bir şey değil..
Ülkeye ve Kemalizm’e ihanet etmenin bir başka yolu da, bürokratları
kullanmaktır. Böylece, iktidar sahipleri kendilerini koruma altına
almış oluyor ve hedefe bürokratını yerleştiriyor. O bürokrat
sahibinin sesi oluyor. Gelen tepkileri değerlendirdikten sonra da
en uygun adımı atmaya hazırlanıyorlar. Böylece ne şiş yanıyor ne de
kebap. İş çığırından çıkacak gibi olursa da, bürokratı görevden
alıp sorunu uyutmuş oluyorlar.
Anlayacağınız, siyasiler kendilerini kanunlar önünde suçlu duruma
düşürmeden adım adım ilerliyorlar. Şimdikiler bu konuda oldukça
başarılılar. (AKP’yi kuruncaya kadar onca parti kapattılar.
Elbette biraz tecrübe farkları olacak.)
***
En somut örneğini, 27 Eylül 2004 tarihli
Vatan Gazetesi’nde okuduk. M.E.B Talim Terbiye
Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ziya Selçuk;
‘KEMALİZM EĞİTİMİN YAPI TAŞI OLAMAZ' buyurmuş.
Oysa ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin ideolojisi ve temel yapı taşı
Kemalizm'dir.
ABD çıkarlarını koruyacağına namusu ve şerefi
üzerine yemin ederek o ülkenin vatandaşı olmuş
Çiller'i, Merve Kavakçı'yı,
Zana'ları ve daha nicelerini yazmaya çalışsam bu
iş uzar gider. Örnekleri siz daha iyi hatırlar ve belirlediğiniz
isimlere saygılarınızı! iletirsiniz.
Yukarıdaki sıraladığım isimleri marifetleriyle yazdım. Bizim
ödediğimiz vergilerle maaşlarını almaya devam edenlere ne
diyebilirim ki? Yaşadığı yerin temellerine fitili ateşlenmiş
dinamit konulduğundan haberi olmayanlara da söyleyecek hiçbir sözüm
yok!..
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Birinci Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nde yaptığı ve dinleyenlerin yüreğini ağzına getiren
sözü (çemberi genişleterek)
tekrarlamak istiyorum.
“İÇİNİZDE CASUSLAR VAR!!”
İçinizde casus olmasaydı; Cumhuriyet düşmanlarının işledikleri
cinayetler aydınlanır, Ulusumuzun bütünlüğüne kastetmiş etnik,
dinsel ve bölücü gurupların elebaşlarına ayrıcalıklar
tanımazdınız.
Casusları belirleyecek ve temizleyecek olanlar bellidir.
Onların çalışmasını sağlayacak olanda hükümettir.
Kadı hikayesini bilen bilmeyene anlatsın bir
zahmet.
Başka söze gerek yok!