Marksist düşünürden çarpıcı itiraf!
Abone olYaşayan en önemli felsefecilerden olan Slavoj Zizek'ten çarpıcı tespitler: Şimdi insanı dönüştürmek değil anlamak zamanı...
"Bir Marksist olarak şunu söyleyebilirim, “Felsefeciler sadece
dünyayı yorumladı, biz değiştirmeliyiz” tezi 20. yüzyılda doğruydu.
O dönemde dünyayı değiştirmek için çok fazla uğraştık, şimdi biraz
daha fazla onu anlama zamanı. Bir şeyler oluyor bugün. Gerçekte
neler olduğunu bilmiyoruz. Birkaç yıl önce New York’ta bir
laboratuvarda farenin beynini bilgisayara bağladılar ve onun
adımlarını kontrol edebildiler. Yepyeni bir çağda yepyeni
problemlerle karşılaşıyoruz. Biyogenetik, ekoloji, fikri
mülkiyet... Her şeyi yeniden tanımlamak zorundayız. “İnsan olmak ne
demektir”ten başlayarak."
Bu sözler Slovenyalı ünlü felsefeci Zizek'e ait...
Geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye gelen ve Boğaziçi Üniversitesi'nde
konferans veren ünlü felsefeci Zizek çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Taraf'tan Tuğba Tekerek konuşan Zizek, Türkiye ile Slovenya
arasında benzerliklere dikkat çekti.
İşte o söyleşi:
Toprak sahibi, zaten zor koşullarda yaşayan köylülerin ücretini
daha da düşürür. Meydanda toplanan köylüler “Ama çocuklarımız
açlıktan ölüyor” diye karşı çıkınca, “Para yok para. Söylediklerimi
duymuyor musunuz? Kulağınız yok mu?” diye bağırır. Bunun üzerine
köylülerden biri elindeki orakla kulağını keser “Benim yok”
der.
Slavoj Zizek önceki gün Boğaziçi Üniversitesi’nde ideoloji ve ona
karşı duruşu anlatırken verdiği örnekler arasında Bernardo
Bertolucci’nin bir filminde geçen bu sahne de vardı. Boğaziçi
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Encore Yayınları’nın
düzenlediği Post-İdeolojik Dünyada İdeoloji başlıklı konferansta
Zizek Matrix’ten Beşir’le Vals’e onlarca filmden, Stalin’den Irak
Savaşı’na, dünyanın hâl ve gidişatından bahsetti.
Marks, Hegel ve Lacan geleneğinden gelen Zizek, kendisini bir
Marksist olarak tanımlıyor, konuşmasında kimi zaman “Ben bir
narsistim” diyor. İdeoloji, kapitalizm, din, çokkültürcülük gibi
konularda önemli teorik katkıları olan Zizek, popüler kültür
okumaları yapıyor. Postmodernizmi eleştiren, Lenin’i diriltmekten
bahseden Zizek, bugün solcuların da ilgiyle takip ettiği
düşünürlerin başında geliyor. 1949 doğumlu Zizek halen Slovenya
Ljubljana Üniversitesi’nde dersler veriyor. Zizek’le yaptığımız
özel söyleşi ve konferanstaki konuşmasından bazı bölümler
şöyle:
Twitter’la başım dertte
Sizin vasıtanızla duyurmak istiyorum, ne Twitter’da ne de
Facebook’taki Zizek’ler benim. Bu durumdan nefret ediyorum çünkü
özellikle Twitter’daki “Zizek speaks” adlı kişi beni çok iyi taklit
ediyor. Ama, bunun bile olumlu bir yan etkisi olabilir. İnsanlar
“Twitter’daki kişi gerçekten Zizek mi değil mi?” diye şüphe etmeye
başladıklarında kendilerine sunulan şeyi sorgulamış olacaklar.
Korkmayın, size “gerçek diye bir şey yoktur” şeklindeki saçma sapan
postmodern yaklaşımdan bahsetmeyeceğim. Lacan’ın harika bir sözü
vardır: “Gerçeğin kurgusal bir yapısı vardır.”
Rüyana sahip çık
Bizde de sizdeki gibi kendine toplumda önemli bir rol atfeden bir
ordu var. Askere gittiğinizde “Vatanım için hayatımı feda edeceğime
yemin ederim” diye bir kâğıt imzalatıyorlar. Bir arkadaşım “Bu bir
emir mi, yoksa yemin etmemek gibi bir seçeneğim var mı?” diye
sormuş. Karşısındaki subay “Gönüllü olarak yemin etmek zorundasın”
demiş. En sonunda arkadaşım imzalamış ama altında subayın şu
notuyla birlikte: “Ben ordu adına, gönüllü olarak yemin etmeni
emrediyorum”. İşte size bir seçme hakkı veriliyor gibi görünüyor,
ama aslında seçim özgürlüğümüz yok. İdeoloji budur.
Starbucks kahvesi alırken kahveden çok daha fazlasını satın
alıyorsun aslında; etik ticaret falan filan. Organik gıda alırken
de aslında bir ideoloji satın alıyorsun. İktidar kendisini ancak
bizim rüyalarımız aracılığıyla yeniden üretebilir. İktidarın bize
hâkim olabilmesi için arzularımıza sızması gerekir. Kurtuluşun ilk
adımı bu: “Rüyalarımıza sahip çıkmak.”
Bana kafeinsiz komşu lütfen
Çokkültürcülükle, bir kültür diğerine saygı göstermeli gibi şeyleri
kastediyorsanız, tabi ki bunu destekliyorum. Ama ideolojinin oyunu
buradadır işte. Şeyler, aslında yalnızca o şeyler değildir.
Meseleye daha yakından bakalım. Bugün hangi ürünlere rağbet
artıyor? Ürünü, içinde o ürün yapan zehirli madde olmayanlara,
örneğin alkolsüz bira, kafeinsiz kahve, yağsız çikolata,
çokkültürcülükte benim her zaman şüphe ettiğim şey şudur; komşuyu,
‘öteki’ni istiyoruz ama kafeinsiz olarak, hoşgörü kisvesi altında
hoşgörüsüz davranıyoruz. Asıl zor olan ‘öteki’ni ‘gerçek öteki’
olarak kabul etmektir.
Mücadelede dayanışma
Sorunların çözümünün kolay olmadığını kabul etmemiz gerekiyor.
Burada benim görebildiğim tek çözüm, mücadelede dayanışma. İsrail
hükümetinin yerinden etmeye çalıştığı Filistin köylerinde İsrailli
lezbiyen punk genç kadınlarla başörtülü, muhafazakâr Filistinli
kadınların dayanışması gibi. Bu bence sihirli bir şey, ütopya gibi.
UNESCO’nun sıkıcı kültürler dayanışmasına inanmıyorum. Mücadelede
dayanışmaya inanıyorum.
Bir Marksist olarak şunu söyleyebilirim, “Felsefeciler
sadece dünyayı yorumladı, biz değiştirmeliyiz” tezi 20. yüzyılda
doğruydu. O dönemde dünyayı değiştirmek için çok fazla uğraştık,
şimdi biraz daha fazla onu anlama zamanı. Bir şeyler oluyor bugün.
Gerçekte neler olduğunu bilmiyoruz. Birkaç yıl önce New York’ta bir
laboratuvarda farenin beynini bilgisayara bağladılar ve onun
adımlarını kontrol edebildiler. Yepyeni bir çağda yepyeni
problemlerle karşılaşıyoruz. Biyogenetik, ekoloji, fikri
mülkiyet... Her şeyi yeniden tanımlamak zorundayız. “İnsan olmak ne
demektir”ten başlayarak.