Mahidevran mı haklıydı Hürrem mi?
Abone olMustafa Armağan, Muhteşem Yüzyıl'daki Şehzade Mustafa'nın boğdurulmasını yazdı.
Muhteşem Yüzyıl dizisinde Şehzade Mustafa'nın
boğulmasıyla birlikte tarihin tozlu sayfaları yeniden açılmaya
başladı. Tarihçiler Şehzade Mustafa'nın boğulması olayını farklı
yorumlarken bambaşka bir yorum da Zaman si yazarı Mustafa
Armağan'dan geldi. Armağan, bugün köşesinde Mahvidevran Sultan'ın
hayat öyküsüne yer verdi.
Tam tersi de olabilirdi ve Şehzade Mustafa Türbesi’nin önüne şiş gözlerle gelenler Mahıdevran yerine Hürrem’e, Mustafa yerine Bayezid ve erkek kardeşlerine ağlıyor olabilirlerdi. Bu bir iktidar mücadelesiydi ve bir cihan devletinde yaşanıyordu.
Geçtiğimiz perşembe günü Bursa’daydım. Muradiye’de gencinden yaşlısına Şehzade Mustafa’nın türbesine tuhaf bir akın vardı. Akşam seyrettikleri idam sahnesinden gözleri şişmiş hanımlar ve kızlar, asırlar sonra olsun bu bahtsız şehzadeye bir Fatiha okumaya koşuyorlardı.
Türbe restorasyona alınmıştı. Kapısı kontrplakla kapalıydı.
Lakin kimin umurunda? Önünde cep telefonuyla bir hatıra resmi
çektirmek yetiyor da artıyordu bile insanımıza. Tabii şişirile
pişirile çekilmiş bol hırıltılı idam sahnesinin etkisi gözleriyle
türbe arasında asılı kalıyordu. Türbeye bakarken onu
görüyorlardı.
Peki Mustafa’nın idamı sırasındaki olaylar dizideki gibi mi cereyan etmişti?
Batılı kaynaklar ile tarihçi Müneccimbaşı, Kanuni’yi o çadırda gösterseler de, güvenlik bakımından ve faciaya şahit olmamak için Kanuni’nin diğer oğullarıyla birlikte uzaktaki bir çadıra geçtiğini düşünmek daha doğru olur. Belki Mustafa’nın babasının otağın 4. bölümünde olduğunu düşünüp oraya iltica etmeye kalkmasından kaynaklanmış olabilir bu algı. Fakat içeriye girebilseydi de babasını orada bulamayacaktı. (bkz. Danişmend, II, 284.)
1) Kaynaklarımızın verdiği bilgilere göre Şehzade Mustafa içeriye girdiğinde çadır boştu ve bu yüzden telaşlanmış ve tuzağa düşürüldüğünü anlamıştı. Babasıyla da asla bir görüşmesi olmamıştı. Fakat dizide babası “tefhim”de bile bulunuyor, yani kararı yüzüne okuyor.
2) Malum dizide Kanuni, oğlu Mustafa’nın işini
göremeyen cellatları güya içerideki çadırından dışarıya çıkarak
uyarıyor, onlara bağırarak emir veriyor! İyi de bu cellatlar sağır
ve dilsiz değiller miydi? Onu nasıl duyacaklardı? Dahası Kanuni de
bunu bilmeyecek kadar saf mıydı?
TEMEL HATA
Dizinin en başından beri işlenen –ama bu diziye mahsus olmayan- hata, senaryonun Hürrem-Rüstem-Mihrimah üçlüsünün bütün bu melanetleri işlediği kabulüne dayanmasıdır. Bu, olayın bir yorumudur ve kesinlikle tek yorumu değildir. Gelibolulu Mustafa Âli’den kaynaklanan bu hikâye, Batılı kaynaklar ve Topkapı Sarayı’ndaki bazı belgelerle desteklenerek modern zamanlara ulaştı ve 1916’da basılan Ahmed Refik’in “Kadınlar Saltanatı” gibi popüler tarih kitaplarıyla bildiğimiz kıvamına erişmiş oldu. Böylece bir tarafta ‘masum’ ve ‘bahtsız’ Şehzade Mustafa (iyi adam) ile onun baş düşmanları Hürrem-Rüstem-Mihrimah troikası (kötü adamlar) “cast”ı kurulmuş oluyordu. Bundan sonra gelsin senaryolar…
Oysa Leslie Peirce’in Harem-i Hümayun adlı son derece
aydınlatıcı kitabına bakarsak meselenin görünmeyen bazı yönleri de
ışık altına geliyor. Mesela Hürrem Sultan’a yapageldiğimiz şu
haksızlık: “Hürrem, Mustafa’yı taht savaşında tasfiye
etmeye ve bu işte kendine müttefik bulmaya çalışırken, bir şehzade
annesinden beklenen oğlunu koruma rolünü yerine getiriyordu. Onun
Mustafa’nın adaylığını bozma çabaları Mahıdevran’ın oğlunun
başarısını garantiye alma çabalarıyla paraleldi. Ama Mahıdevran,
oğlundan yana çabaları nedeniyle övülürken, Hürrem
kötüleniyordu.”
TAM TERSİ DE
OLABİLİRDİ!
İki kadın da oğullarını iktidara taşımak için annelik
içgüdüsüyle hareket ediyor ama okkanın altına giden Hürrem Sultan
oluyor. Oysa tam tersi de olabilirdi ve türbenin önüne şiş gözlerle
gelenler Mahıdevran yerine Hürrem’e, Mustafa yerine Bayezid ve
erkek kardeşlerine ağlıyor olabilirlerdi. Bu bir iktidar
mücadelesiydi ve bir cihan devletinde yaşanıyordu. Kimsenin 20
Türkiye büyüklüğündeki bir süper devleti 46 yıl yöneten adamı onun
bunun sözüyle bu hayat memat meselesi olan kararı alacak kadar
aptal zannetmeye hakkı yoktur.