Ak Parti’nin seçim başarılarının nedenleri arasında
“mağduriyetten istifade etme” olgusu hep
tartışılır. Ki haklılık payı olan bir savdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın okuduğu şiir nedeniyle hapis yatması,
28 Şubat sürecinde mütedeyyin kesimin yaşadığı baskı ve sıkıntılar,
e-muhtıra, Gezi olayları, 17-25 Aralık süreçleri gibi verebilecek
örnekler;
hükümetin seçim alanlarında sık sık dile getirdiği ve bir
mağduriyet tablosu çizerek seçmenden oy kazanmaya çalıştığı
konulardı.
Ama tamam, hal böyle de... Peki, bu ülkede mağduriyet yaşayan
tek kesim İslamcı ve muhafazakâr kesim midir?
Başka bir mağduriyet yok mudur?
Bu kıygınlığı lehine kullanabilecek fırsatçılığı bir tek Ak
Parti mi gösterebilmiştir?
Halbuki yakın siyasal tarihimiz, bir mağdurlar
tarihidir.
Bu coğrafyada mağduriyet yaşadığını düşünmeyen bir kesim
neredeyse yoktur.
Kürtler, Aleviler, Ermeniler, zulüm gördük diyen İslamcılar,
ülkücüler, hatta batıdan çektiklerimizi unutmayan Kemalistler…
Ermeni tehciri, Dersim isyanı, Türkiye Hıristiyanlarının
sürülmesi, Aşkale kampları, 6-7 Eylül olayları, 27 Mayıs, 12 Mart,
darbeler, idamlar ve hapis cezaları…
1 Mayıs 77 katliamı, Kıbrıs, Maraş, Alevi meseleleri, ardından
12 Eylül ve Kürt sorunu gibi sayfalar dolusu arda arda
yazılabilecek bir mağdurlar listemiz vardır.
Ama tüm bu mağduriyetler atlasının arkasında yatan kritik
mesele, “mağduriyet kültürü ve iktidarı kullanma
biçimi” arasındaki ilişkide yatmaktadır.
***
Evet, kimi zaman kronik mağdur statüsünde yer alan kimi zaman da
değişimli-dönüşümlü mağdurlardan oluşan bir politik tarihimiz var,
doğrudur.
Fakat bu tarih aynı zamanda iktidar makinesini ele geçirdiğinde
“mazbutluğunu bir siyasal söylem olarak karşıtlarına
karşı kullanmaların” da tarihidir. Bundan ötürü
bizdeki “mağduriyet tarihi”, bölüm bölümdür ve
parçalıdır.
Yani sıra birine, daha sonra da ötekine geçmektedir.
Bundan dolayı da deva bulunamayan ve sürekli yeni mağdurların
türediği bir siyasal ortam ortaya çıkmaktadır.
Ki inanın yüzyıla varan demokrasi kültürümüze bakarak
söyleyebilirim ki; bahsettiğim kronik mağdurlar da gücü ele
geçirdiklerinde kendilerini ayrıştırarak, diğerlerini yok farz
etmekten asla kaçınmayacaklardır.
Çünkü asıl problemimiz, kendi mağduriyetimize sahip çıkmaktan
çok ötekini dışlayan ve daha büyük mağduriyetler yaratan politik
reflekslerimizdir.
Bu nedenle aslında sorun sadece Ak partinin mağduriyet siyaseti
değildir… Asıl mesele çevreden merkeze doğru gelebilmiş
iktidarların yaygın politik kültürüdür.
Tek parti döneminde de olan buydu, Menderes döneminde yaşananlar
da…
***
Mağdur olan kitle, özbenliğini merkeze koyar. Bu nedenle
kendinden olana karşı daha duyarlı refleksler geliştirir.
Diğerlerini ise amiyane tabirle pek umursamaz.
Tıpkı Suriye meselesinde onlarca farklı mezhep ve etnik unsurdan
kendi mağdur kümesine yakın ölümleri sahiplenip, diğerlerine
kayıtsız kalmak da yaşandığı gibi…
Tıpkı Ergenekon Balyoz davalarında iddia edilen hukuksuzlara
kayıtsız kalırken, kendi başına geldiğinde adalete isyan etmekte
olduğu gibi…
Tıpkı Ermeni’yse Ermeni sorununa, Kürt’se Kürt meselesine
odaklanıldığı gibi...
Bu sebeplerden ötürü; mağduriyetler savaşına bir çözüm
bulamadığımız, hepsini bir arada
telaffuz edemediğimiz, yeni bir adalet
anlayışıyla algılarda ortak bir mağduriyet tarihi yazamadığımız
sürece bu döngü hep devam edecektir.
Ha birileri bundan daha az istifade edecek ya da daha fazla
kullanacaktır ama karşılıklı intikam ve hınç kültürü bir türlü
bitmeyecektir.
Dahası, mağduriyet istismarını sadece Ak Parti’nin kullandığı
bir yöntemmiş gibi ifade etmek; inanın bağcıyı dövmekten öteye
geçmeyecektir.
Asıl vicdanlı, cesaretli ve dürüst politik duruş; bu yüzleşmeyi
kendimizle yapabilmemizdir.