“Önce gölgeler silindi” diyordu kadın. “Sonra her şey!”
Ben yüzüne bakıyordum. Yüzünün kıvrımlarından taşan dehşetin
izlerine. Eski, çok eski bir savaşın izlerinden yürüyerek,
yaşamın tümünü kavrayan bugünün sınırları kaybolmuş savaşlarına.
Çocuklar taşıyor kadının gözlerinden. Yitik, korkmuş, umutsuz,
coğrafyasını yitirmiş ülkeler gibi hangi kıtaya ait olacağını
şaşırmış çocuklar.
“Gölgeler” diye devam ediyor kadın, gözlerinden taşan korkuya
beni de ortak etmeye çalışırken. “Bildiğimiz bir maziydi bizim için
ve bildiğimiz bir gelecek. Yağmurun ne zaman yağacağını bilirdik.
Irmağın ne zaman taşacağını da. Ne zaman başak vereceğini
buğdayların ve çocuklarımızın ne zaman doğacağını. Bu yüzden
düzenliydi uykularımız. Rüyalarımız, içimizden en bilge olanın
yorumlayabileceği denli anlamlı.
Her şey birdenbire oldu. Böyle demeyi çok isterdim! Çok isterdim
bütün bu korkunçlukta bizim payımız olmadığını söylemeyi. Fark
etmedik değil aslında gölgelerdeki değişimi. Duvara
yansımalarındaki dalgalanmaları. Her gün silinen ufak tefek
kısımlarını. Bir kaya gölgesi gibi koyu renklerinin ağır ağır
solmasını. Fark ettik fakat aldırmadık. Mağara, gölge, güneş
denklemine öylesine güveniyorduk ki; bir gün bozulabileceğine hiç
inanmadık. İşte, her şey bu yüzden oldu.”
Gölgenin bilincine itaat et. Varlığın ilk gününden
beri bütün hatıraları biriktiren odur. Bizim unuttuğumuzu
hatırlayan da. En iyi o bilir savaş meydanlarında ağır ağır solan
bir etin tarifsiz acılarla seğirmesini ve bir çocuğun gecenin
örtüsü altında ısınmak için bir anne kucağına duyduğu
hasreti.
Şimdi gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Daha önce hiç görmediğim
kadar şiddetli ve kirli. Ağladıkça geçmiş bir hatırayı yıkıyordu
sanki.
Gözlerimi kaçırmak istiyordum. Kocaman bir yanlış gibi önümde
duran bu kadını ve onun gözlerinden taşan yitik çocukları görmek,
üzerinde durduğum zemini akan bir ateş seline dönüştürüyordu. Fakat
gözlerime söz geçiremiyordum. Tanıdığım ama çıkaramadığım bir gölge
uzuyordu ardımsıra ve beni yabancısı olduğum bir coğrafyanın
topraklarına itiyordu.
“Korkma” diyor kadın gözyaşlarıyla yıkanmış ellerini uzatırken.
“Gölgenin bilincine itaat et. Varlığın ilk gününden beri bütün
hatıraları biriktiren odur. Bizim unuttuğumuzu hatırlayan da. En
iyi o bilir savaş meydanlarında ağır ağır solan bir etin tarifsiz
acılarla seğirmesini ve bir çocuğun gecenin örtüsü altında ısınmak
için anne kucağına duyduğu hasreti.”