Lümpen kültüre yaptırım şart oldu!
Abone olUsta şair ve yazar Hilmi Yavuz, kültürel hayatımızı kuşatan lümpen kültüre yaptırım uygulamanın kaçınılmaz olduğunu yazdı. Yavuz, yaptırımın sınırlarını şöyle çizdi:
Lümpen kültürün hayatımızın hemen her alanını kuşatığı bir
süreçten geçtiğimizi söyleyen usta şair Hilmi Yavuz, adlı o
çok önemli yazısında yaptırımdan söz etti. Ancak, Yavuz'un
'yaptırım'dan kastı bildik-tanıdık yaptırım değildi; bizzat
edebiyatın içinden gelmeliydi.
Gerisini Hilmi Yavuz'dan dinleyelim:
Yazı: Hilmi Yavuz
Kaynak:
Türkiye’de temelli bir çelişki yaşanıyor. Bir yandan
Devlet, kendi ideolojik ve yaptırımcı aygıtlarıyla resmi ideolojiyi
egemen kılmaya çalışırken, öte yandan sivil toplumun kamusal
alanında popüler (dolayısıyla, gayrıresmi) bir ideoloji dolaşıma
girmiş görünüyor.
Gerçek anlamda bir sivil toplumdan sözedilemeyişinin ortaya
çıkardığı bir trajedi bu: Ne resmi ideolojiyi ne de popüler
gayrıresmi ideolojiyi onaylayanların trajedisi! Resmi ideoloji ile
lumpen medya kültürü arasında, Devletle Medya arasında, iki arada
bir derede sıkışıp kalmışlık anlamında bir trajedi…
Dolayısıyla ne o ne öteki! Ne devlet ne medya! Ama elbette bir
iktidar oyunu var: Lumpen medya kültürü, niteliğin değil, niceliğin
öneçıkarıldığı bir erki dayatıyor; resmi ideoloji ise miadı dolmuş
bir tip Modernliği, ideolojik ve yaptırımcı aygıtlarıyla olduğu
kadar, lumpen medyanın desteğiyle iktidar kılmaya çalışıyor. Gerçek
iktidar, Devlet ve Medya kültürünün dışında ve ötesinde, sivil bir
kültürün iktidarı olacaktır. Ama bu, henüz ortada görünmüyor.
Konumuz edebiyat. Sözü oraya getirmek istiyorum. Edebiyatta da,
sivil kültürün iktidarı değil, lumpen medyanın hegemonyası
yürürlüktedir. Bir kısım edebiyat eleştirisinin bugünkü içler acısı
durumu, medyanın insanları birbirine düşürüp ‘polemik yaratmak’
amacıyla yaptığı lumpen kışkırtmaların edebiyatı da kuşattığını
gösteriyor. Bir türedi ‘lumpen yazar’ kategorisi var, ve bunlar,
edebiyat dergilerinde yer bulmaya, daha da vahimi, itibar görmeye,
devam ediyorlar.
Yaptırım, elbette! Ciddi edebiyat (ve sanat, hatta edebiyata
ağırlık veren mizah) dergilerinin, Internet sitelerinin (başta
‘ekşisözlük’!) küfürlü, cahilane, edebsiz, bayağı ve saldırganca
pislikleri, ‘eleştiri’ adıyla yayınlamaktan vazgeçebiliyorlar mı?
Bu lumpenlere, bu tür pislikleri ‘basmayacaklarını’
söyleyebiliyorlar mı? İşte asıl ‘yaptırım’ budur. Ama giderek
edebiyat dergileri de lumpen medya kültürünün egemenliği altına
girmiş görünüyorlar. Pislikle, saldırganlıkla, edebsizlikle ve
cehaletle ‘reyting’ yapılabileceğini mi düşünüyorlar da, o yüzden
mi bu türlü türrehatı yayımlıyorlar; -öyle galiba!
Bizim insanımızın temel karakteristiklerinden biridir. Kendi
alanında (ya da değil!) bir başkasının (-hele, o başkası biraz öne
çıkmış, biraz kendinden söz ettirmeye başlamışsa!), üçüncü kişiler
tarafından hakarete maruz bırakıldığını görmekten, sadistçe ve
aşağılık bir haz duyar. Reyting çılgınlığının temelinde biraz da bu
var, gibime geliyor.
Yaptırım, bizzat edebiyatın içinden gelmelidir. Dergiler,internet
siteleri bu tür düzeysizlikleri yayımlamamalılar. Bu konuda etik
bir norm oluşturmalılar, diye düşünüyorum. Tipik örnek, ödüller
karşısında medyanın aldığı tavır. Ödüllerin, daha doğrusu,
ödüllerin seçici kurullarının (daha da doğrusu, seçici kurulların
bazı üyelerinin!) son zamanlarda ağır ve ne yazık ki düzeysiz,
‘eleştiri(!)lere maruz -kaldıklarını biliyoruz.: Edebiyatımızın
‘zehir hafiye’leri, hangi üyenin kime oy verdiğini bile biliyorlar
(!) maşallah! Hemen ve kendi payıma, şunu belirtmeliyim: Seçiciler
Kurulu üyesi olarak hiçbir pazarlığın, hiçbir paslaşmanın içinde
olmadım. Ali Hikmet’in Necatigil Ödülü’ne aday olduğu yıl, ne
seçiciler kurulu toplantısına katıldım ne de oy verdim! Buna hem
Necatigil ailesi hem de öteki seçici kurul üyesi arkadaşlarım
tanıktır.
Seçiciler Kurulu toplantılarında (Ali Hikmet’in aday olduğu
toplantı dışında) adaylar hakkında düşüncelerimi elbette söyledim
ve elbette tercihimi ya da tercihlerimi belirttim. Kurul üyesi
olarak, yapmam gereken de budur. Elbette adaylarımı, gerekçeler öne
sürerek savundum, bu da görevimdir, diye düşünüyorum. Bundan ötesi
karaçalma, safsata ve düzeysizliktir. Dediğim gibi, ben kendi adıma
konuşuyorum. Ötesi benim dışımda olup bitmişse, bu beni hiç
ilgilendirmez. Ama edebiyat etiğindeki yozlaşma beni elbette
ilgilendiriyor...