Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
9 Haziran 2023 dünyanın en büyük spor malzemesi üreticilerinden
biri olan Adidas için en zor günlerden biriydi.
Adidas’ın Kuzey Amerika bölümü yöneticileri o gün şirket tarihinin
en kritik toplantılarından birini yaptı.
Önlerinde 500 bin parçalık bir ürün talebi vardı.
Bütün spor malzemesi üreten devlerin gözünü diktiği bir alanda bir
şirket için bulunmaz fırsattı…
Yapmaları gereken tek şey, Uzak Doğu’daki üretici firmalara
‘Pantone 1895 C ile üretime başla’ emri vermekti.
Ancak şirket yetkilileri 10 saat süren toplantı sonunda üretici
firmalara ‘Başla’ emri veremiyordu.
O kritik günün hikayesi aslında ondan 48 saat önce
başlamıştı.…
İspanyolca yayın yapan ‘Mundo Deportivo’ adlı haber sitesi 7
Haziran günü bir haber yayınlamıştı.
Dünyanın en büyük futbolcusu Leo Messi sonunda kararını
vermişti.
Paris Saint Germain takımından ayrılan süper starın Suudi
Arabistan’ların Al Hilal’e gideceği konuşuluyordu.
Messi bunun için 600 milyon dolar alacaktı…
Ancak Messi kararını Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir futbol
kulübü için vermişti.
Bu kulüp David Beckham’ın da küçük hissedar olduğu ‘MLS İnter
Miami’ takımıydı.
Mundo Deportivo kararın verildiğini açıklıyordu.
Bu haberin yayınlanmasından sonra geçen 48 saat içinde Adidas
Messi’nin 10 numarası ile 500 bin adet Miami forması siparişi
almıştı…
Ancak ortada bir sorun vardı.
Messi henüz imza atmamıştı.
Anlaşmanın gerçekleşmemesi halinde 500 bir formanın elde kalması
kesin gibiydi.
Hele hele formanın rengi bu satışı neredeyse imkansız
kılıyordu.
Çünkü formanın rengi ‘Pantone 1895C idi…
Neyse ki imza atıldı.
Adidas üretici firmalara formanın tasarımını ve kullanılacak rengin
saklamanı gönderdi.
Pantone 1895 C…
Bu kavram ve imzanın atılmasının ertesinde üzerinde Messi yazan
forma, bütün Amerika, hatta dünyanın en önemli fenomeni haline
geldi.
Geçtiğimiz yaz sonu patlayan bu forma merakı sonbaharda artık spor
dünyasının en büyük salgını haline gelişti…
Bu forma aynı zamanda Pantone 1895 C’nin de dünyada yükselişi
oldu…
Peki neydi bu Pantone 1895C?
Çok basit…
Bir renk…
Ama öyle bir renk ki, bu onu futbol gibi, kadınların gelişine
rağmen hala maço ve holigan tarafını tam atamayan bir spor dalı
için oldukça farklı bir duygu yaratıyordu.
Bunun ne olduğu anlamak için ‘Pantone’ ne anlama geliyor ona
bakalım.
‘Pantone’ 1950 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin New Jersey
ayelatinin Carstadt şehrinde kurulmuş bir şirket.
Kuruluş amacı grafik tasarım ve renkler.
Bu şirket 1956 yılında Lawrence Herbert isimli bir kişiyi part time
olarak işe aldı.
İşte bu Lawrence Herbert 1965 yılında, bugün bütün dünyada
kullanılan bir renk skalasını yarattı.
Yaptığı iş, gazete baskısında da kullanılan bir yöntemdi.
Gerçek renklerin, baskıda, kumaş üzerinde ve reklam panolarında
nasıl göründüğünü gösteren bir teknikti.
Tabii bunu yaparken renklere numaralar da verdi.
İşte bu numaralardan biri ‘Pentone 1895 C’ idi.
Ancak önemli bir ayrıntı daha var.
Bu renk formüllerinin ortaya çıkmasında kullanılan skala gökküşuğı
renklerinden oluşuyor.
Yani bugün dünyada bütün anti LGBT kişilerin, hele hele
homofibiklerin görünce deliye döndüğü gökkuşağı renkleri…
Renklerle uğraşan her insanın eline aldığı skala bunlardan
oluşuyor.
Yani LGBT renklerinden kaçış yok.
Çünkü bütün renk skalaları sonunda oraya çıkıyor.
Tabiatın yağmurlardan sonra bize yansıttığı o olağanüstü renk
harmonisi…
Bu yaz ve sonbaharda patlayan ver renk uzmanları arasındaki kod
adıyla ‘Pentone 1895C ‘ise bütün dünyada anti LGBT ve homofobi
karakterleri delirtecek ve çileden çıkaracak bir renk.
Pink…
Yani pembe…
Yani ‘Pemboş…’
Yani maço sokak diliyle ‘Nonoş rengi…’
Çünkü MLS İnternet Miami kulübünün formasının rengi bu…
Orası Folirida ve flamingolar memleketi…
Ve en çok aranan forma da Messi’nin 10 numaralı pespembe
forması…
Adidascılar bu formayı hazırlarken akıllarında olmayan bir şey
daha vardı.
Barbie filmi…
Adidas’ın ‘Pentone 189C emrini verdiği günden 45 gün sonra dünya
ikinci bir ‘Pembe’ dalgası ile sarsılacaktı.
Bu defa Barbie pembesi…
Onun kod adı da ‘Pentone 219C…’
İki pembe bir araya gelince bütün dünya baştan sona pespembe bir
renge boyanacaktı…
Dünyanın bütün anti LGBT’cilerini ve homofobiklerini çıldırtacak
bir kainat boyası yani…
Zaten Pentone tarafından da bu yılın rengi seçildi.
Pentone 2000 yılından beri bütün dünyada ‘Yılın rengini’
seçiyor.
Bu seçim her yıl bir başka şehirde yapılan ve gizli tutulan bir
toplantıda belirleniyor.
Buna bütün dünyadan renk uzmanların katılıyor.
Uzmanlar o yılın dünyada esen psikolojik ve sosyal iklime uygun
seçiliyor.
Mesela 2011 yılında yılın rengi olarak Honeysuckle seçilmiş.
Yani pembeye yakın ‘Hanımeli’ çiçeği rengi…
Gerekçesi de öyle açıklanmış.
‘Stres dönemlerinde insanların üzerindeki ağır baskıyı hafifletecek
bir renk…’
Böylece ‘Pentone’ bir yanıyla ‘Zeitgeist’a, yani ‘Zamanın ruhuna’
endekslenmiş.
Zamanın ruhunu temsil eden renk.
Mesela 2002 yılının rengi Pentone 19-1664 olmuş.
True Red… Gerçek kırmızı…
2010 ise Pentone 15-5519… Türkouaz…
Pandemi yılı 2021’de ise Pentone 17-5104…
Ultimate Gray…
Grinin, ‘50’neci değil, en bildiğimiz 51’inci tonu…
Her ne kadar kötümserlik hissi veriyorsa da, ‘Vazgeçmemelisin,’
diyen azmin rengi olarak kabul ediliyor.
2022 Pentone 17-3938
Veri Peri
Mavi tonların en mutlusu ve sıcağı…
Bu yılın rengine gelince…
Pentone 18-1750:
Viva Magenta…
Kökleri kırmızıya uzanır ama özünde bir Pembe tonu barındırır…
Hoşgeldin Pembe yani…
Pentone 2023’ün rengi olarak bunu seçerken, altıncı ayda pespembe
rengin futbolun forması haline geleceğini hiç tahmin bile
edemezdi…
Özetle Pentone kelimesini, 2000 yılından beri her yılın
‘Zeitgeist’ın’ yani ‘Zamanının ruhunu’ belirleyen kelime
oluyor…
Bu yılın Zeitgeist’ı ise Pentone 1895C ve Pentone 219C’den oluşan
şahane pembe…
Üstelik dünyanın en kıllı bedenlerinin üzerinde de…
En bembeyaz, en simsiyah, en sapsarı, en kıpkızıl tenlerinin
üzerinde de hep o renk var…
Homofobiklerinin kapkara rengini iyice ortaya çıkaran bir Zeitgeist
bu…
Messi 30 Ekim akşamı dünyanın en prestijli futbol ödülü olan ‘Ballo
d’Or (Altın Top) ödülünü aldı.
Ödülü alırken yanında pembe renkli Miami takımının yöneticisi David
Beckham da vardı.
Böylece ‘Pentone 1895C’ o akşam futbolun zirvesine oturdu…
Çok direkt sordum değil mi…
Biraz irkiltiyor insanı…
Ama gerçek bir soru…
Yeryüzünün temel kanunudur.
Eski zenginler, asil aileler yeni zenginleri hödük bulur, küçükler
aralarına sokmak istemezler.
Sonradan görme yeni zenginler ise, o sosyeteye girmek ister,
giremeyince de eski zenginleri aşağılamaya uğraşırlar.
Tabii ki sonunda kazanan hep bağa sonradan gelenlerdir…
Eski zenginler giderek zavallılaşır, aşağılanırken, yeniler
kazanır.
Çünkü zamanın ruhunu statükocu eski ailelerden daha iyi
okurlar.
Eski zenginler daha mesafeli ama daha vicdanlı görünür…
Yeniler ise daha acımasız…
Stremaing platformlarda bu hafta anlattığım bu ezeli kavganın iki
harika örneği var.
Disney Plus, ilk gösterimi 23 Ekim’de Roma film Festivalinde
yapılan ‘The Lions of Sicily’ (Sicilya Aslanları) dizisini aynı
günlerde Türkiye’de de gösterime soktu.
19’ncu Yüzyıl Palermo’sunda yükselmeye çalışan küçük bir
baharatçının, acımasız bir kapitaliste dönüş hikayesi…
Tabi ki Sicilya’nın köklü asil ailelerinin nefretini çekerek
büyüyorlar.
Ama aynı zamanda İngiltere’deki yeni Sanayi devrimini de Sicilya’ya
bu yeniler getiriyor.
Dört bölümlük diziyi büyük keyifle izledim.
Eski Sicilya manzaraları çok etkileyici… Kostümler harika…
Anlamadığım iki şey oldu.
Çekimler çok karanlık. Yönetmenler nedense karanlık sahneleri çok
seviyor.
Benimse yaşlandıkça gözlerim zorlanıyor ve zorlandıkça karanlık
filmlerden aldığım zevk azalıyor.
İkincisi ise, dizide kullanılan müzikler.
Uluslararası pazara çıkma amacıyla olmalı hep İngilizce müzikler
kullanılmış.
Oysa Sicilya ve İtalya böyle filmler için o kadar elverişli ki…
Mesela Roberto Alagna’nın ‘The Sicilian’ albümünden bir ‘Mi Votu’
veya ‘Sicilia Bedda’ da harika gidebilirdi.
Ancak dünyada yeni trend, bu tür zorunlulukları kaldırdı artık.
Artık bir Orta Çağ filminde bile bir rock paça kullanılıyor.
Yine de dizinin son bölümünün Laura Pausini’nin italyanca ‘Durare’
adlı harika şarkısı ile bitmesine sevindim...
İkinci dizi BluTV’de başlayan ‘The Gilded Age’ (Yaldızlı
Çağ)…
1880’li yıllar…Demiryollarının, bankacılığın, Wall Street’in boom
yılları.
Amerika’da yeni zengin ailelerin yükselişi…
Robber Baron’lar yani…
Jay Gould, John D. Rockafeller, J.P. Morgan, Cornelius
Wahderbilt…
Bir tarafta onlar, öteki tarafta ise ülkenin yerleşik eski
aileleri…
Bazıları soylarını, Amerika’ya ilk İngilizleri taşıyan Mayflower
gemisine kadar götüren aileler…
Kendilerini yeni Amerikan devletinin kurallarını kuran insanlar
olarak görüyorlar.
Ama yavaş yavaş servetlerini kaybediyor, yeni gelen acımasız
kapitalistlerin yükselişi karşısında derin bir hüsran
yaşıyorlar.
O öfkeyle yenileri aralarına almıyorlar, dışlıyorlar.
Tam bir savaş…
Yeni zenginleri operalarına bile sokmuyorlar. Yardım kampanyalarına
almak istemiyorlar.
Yeni zenginler de onlarınkinden büyük Metrapolitan opera binasını
inşa ediyor.
İşte iki zengin nesli arasındaki savaşı harika anlatıyor.
Yeni zenginlerin bir özelliği de, eski asillerin sosyetesine
girmekte çok arzulu ve ihtiraslı olar karılarına düşkünlükleri…
Onların itibarını yükseltmek için neler yapabileceklerini de bu
filmde keşfediyorsunuz.
Seyrederken içinizden şunu da tartışmaya başlıyorsunuz.
Acaba biz de buna benzer bir savaş yaşıyor muyuz?
Geçtiğimiz yıllarda İstanbul burjuvazisinin içinde bulunduğu
hazin durumu anlatmak için şu kavramı kullanmıştım.
‘Müzayede burjuvazisi…’
Korkusundan iyice pısmış bir burjuvazinin varlığını gösterebildiği
tek alanın artık ‘Sanat müzayedelerinde’ kaldırdıkları bayraklar
olduğunu yazmıştım.
Orada yeni zenginlerden hala üstün konumdalar.
Dün New York Times gazetesinde okudum.
Sanat ürünleri piyasasında bu yıl önemli bir değişiklik
bekleniyormuş.
Sotheby’s ve Christie’s gibi dev müzayede şirketleri, bu sonbaharda
yapacakları müzayedelerde sanat eseri fiyatlarında indirim yapmayı
planlıyormuş.
Çünkü 60 milyar dolarlık dünya sanat eseri pazarında bir daralma
başlamış.
Türkiye’de, İslami kaynaklı yeni burjuvazi henüz sanat piyasasını
etkileyecek bir kültür ve davranış düzeyine gelmedi.
Eski müzayede burjuvazisi ise artık geriliyor.
O nedenle Türkiye sanat pazarı da kaçınılmaz biçimde indirimli
satışlara başlayacak…