KCK soruşturmasında yapılanlar normal diyenler de var, zaten
gergin olan ortamı daha da gerginleştirdiği gerekçesiyle hükümeti
eleştiren de var.
Son operasyonlarda kantarın topuzunun kaçtığı söylenebilir.
Gözaltına alınanların, yakalananların kaçı şiddet ile iç içe, kaçı
BDP'yi desteklediği için içerde sorusu sorulabilir.
Ama ne bu soruları sormak amacım, ne de bu tartışmayı
derinleştirmek.
Amacım yargılamaya ilişkin soru işaretlerine dikkat çekmek.
Poliste ve savcılıkta Türkçe ifade veren zanlıların mahkemede
"Kürtçe ifade" ısrarı yargılamaları kilitledi
biliyorsunuz.
Hakim "ben ifademi Kürtçe" vereceğim sözünü
duyduğunda yaz kızım diyor, "bilinmeyen bir dilde ifade
vermek istediğinden" kelimeleriyle hayır yanıtını tutanağa
geçiriyor.
Kilidi Yargıtay da açmadı... Aldığı kararla sanıklar Türkçe
biliyorsa ifadelerini Türkçe versin dedi.
Şimdi bir yanda devam eden KCK operasyonları var, diğer yanda bir
türlü savunmaları alınamayan zanlılar ve bu nedenle de
bitirilemeyen davalar var. Sanık sayısı artıyor ama yargılama
yapılamıyor.
Yargı ile KCK sanıkları arasında adeta bir bilek güreşi
sahneleniyor.
Peki Türkçe ifade konusunda hakimler neden bu kadar ısrarlı.
Sanık Türkçe bilmese o ifadeyi Kürtçe verebiliyor, Türkçe bilse de
ifadeyi Kürtçe verse ne olur?
Türkiye mi bölünür?
Geçenlerde gazetelerde bir haber vardı, bu olayları da göz önünde
bulundurduğunuzda çok dikkat çekiciydi.
Haberin başlığı "Lazca bilen araba"ydı.
Otomobil o kadar akıllı hale getirilmiş ki; klimayı aç diyorsun
açıyor, radyoyu kapat diyorsun kapatıyor.
Ve bu komutları hangi dilde verirsen ver anlıyor.
Otomatiğe bağlamış yani.
Haberi okuyunca insan sormadan edemiyor, Biz de tıpkı
otomobillerde olduğu gibi bu işi otomatiğe bağlayamaz
mıyız?
Hangi dilde verirsen ver yeter ki savunmanı ver diyemez miyiz, asıl
olan savunmanın alınması yargılamanın tamamlanması değil mi?
Zaten gözaltılar tutuklamalar tartışılırken bir de yargılamayı
tartışılır hale getirmek kime ne yarar sağlıyor, insan gerçekten
düşünmeden edemiyor...