Kuzey Irak'ta dil devrimi!
Abone olMilliyet Gazetesi Yazarı Ece Temelkuran, Kuzey Irak'ta yaşananlara dil penceresinden baktı. Kürtler neden Kürtçe konuşmuyor? Hangi diller rağbet görüyor?
Milliyet Gazetesi yazarı Ece Temelkuran Kuzey Irak izlenimlerini
kaleme aldı. Kuzey Irak'ta adı konulmamış bir Kürt Devleti'nin
kurulduğunu duyuran Temelkuran, sözde Kürdistan'da kimsenin
Kürtçe'ye ilgi göstermediğini; İngilizce ve Türkçe'nin anadil gibi
olduğunu gözlemlemiş. Kürdistan! Kimileri için bir kâbustu bu
sözcük, kimileri için rüya. Şemdinli'de çocuklar yaşanan acıların
hıncını, kısa sürede bir efsaneye dönüşen o hikâyeyle alıyordu
mesela: "Arkadaşım tanıyor o çocuğu. Jandarmanın kızına
sevdalanmış. Çocuk Kürt diye babası vermiyormuş kızı. Kız da âşık.
Oğlanın kafası kızmış, almış atın terkisine kızı, kaçırmış. Nereye
mi? Kürdistan'a tabii!" Oysa ne böyle bir delikanlı var ne öyle
isyankâr âşıkların cenneti bir Kürdistan. Orası ne Kürtler için bir
düş ülkesi ne de "Kurtlar Vadisi"ndeki gibi Türkiye'den nefret eden
insanların yuvası. Türkiye'deki genç ve heyecanlı Kürtlerin
düşündüğü gibi "kendi dilini" de konuşmuyor kimse, İngilizce
öğreniyor Kürdistan ve bütün çocuklar, dizilerden Türkçe!
İstediğimiz kadar "Kuzey Irak" diyelim, orası Kürdistan. Resmi adı
bu. İran'dan, Suriye'den, Irak'ın güneyinden ve Türkiye'den, kaç
bin yıllık bir ülke hayalinin peşinden koşup gelenler de var orada,
hayal kırıklığıyla kendi ülkesine dönmeyi bekleyen, kaçmak
isteyenler de. Kürdistan, sokaklarda hâlâ Kalaşnikov'larıyla
dolaşan adamların kurduğu bir düş. Yıllarca dağlarda, kaçak yaşamış
insanların şehirlere yerleşme çabası. "Yılmaz Güney, Yaşar Kemal
sizin olduğu kadar bizimdir" diye yola çıkan bir kültürel kimlik
kurma girişimi. Dev bir şantiye orası, Amerikalıların koruduğu,
çokuluslu şirketlerin binalar diktiği. ABD ile işbirliği yapmanın
iç hesaplaşmasını yaşayan bir halk. Kimliğini direniş üzerine
kurmuş bir halka "Devrim bitti!" denen yer Kürdistan. Hayatını
dağlarda kaybetmiş binlerce peşmergenin değil, artık inşaat
kasklarının resimleri var reklam panolarında. Tarihi yeni kurulan
şehirlerden pay kapmaya çalışan ihaleci müteahhitler yazıyor.
Talabani ve Barzani yönetimleri de birleştikten sonra artık resmen
tarihi bir dönüşüm yaşanıyor Türkiye'nin Güneydoğu sınırında. Bu
tarihi gerçekliği öfke veya heyecanla bulandırmak değil, dikkatle
izlemek gerekiyor. Çok eski ve çok yeni hayallerin topraklarında
gerçeği, diplomatik haberlerde görünmeyen gizleri bulmak gerekiyor.
Bu yüzden işte, yarı Kürtçe yarı İngilizce konuşulduğu için orada,
artık şöyle demek gerekiyor: Welcome to Kürdistan! İçinde kamuflaj
giysili adamların olduğu en son model cipler, BMW'ler, Mercedes'ler
havalandırdıkça, bir adam, küçük, çalı süpürgesiyle sokağın
ortasında durmadan süpürüyor Orta Doğu'nun tozunu. O süpürdükçe
toz, tekerlere dolanıp bir kez daha yağıyor Erbil'in tepesine.
Sonsuz tozun ardında adlı adınca yazıyor: "Kürdistan!" Dev proje
tabelalarının ardında görünüyor bu toprakların ismi. Her boş
arazinin önünde yeni yapılmış ve boşluğa açılan bir kapı, kapıların
yanında da bir projenin gelecekte gerçekleşecek resmi duruyor. Her
bir arsa için bir hayal, her hayal için bir tabela, her tabela için
birkaç Kalaşnikov'lu adam dikili. Peşmerge artık isyanın dağlarını
değil, şehrin cilalı, ihaleli, müteahhitli hayallerini beklemekle
görevli. Bu silahlara ve bu adamlara alışmak lazım, zira bu daha
başlangıç... "Teftiş! Teftiş!" Otelin dış kapısında kurulan askeri
çadırda Kore malı katalitikler, Kalaşnikov'lu, kamuflajlı, genç
adamlar. Sorgu ışıkları yüzümüzde. Didik didik bir "teftiş!"
"Hanımların teftişi" daha "sivil": Başörtülü genç bir kadın,
kucağında bebeği, yanında, paçaları sıvanmış, namaz kılan bir adam,
bir ranza, güleç bir "hoş geldiniz", kısa, yarım yamalak bir Mahsun
Kırmızıgül sohbeti, beraber bebek sevme. Otel delik deşik
Mihmandarımız, "Tamir etmişler duvarları" diyor o sırada. Kısa bir
süre öncesine kadar, Erbil Kalesi'ne konuşlanan Talabani
taraftarlarının, oteldeki Barzani taraftarlarına açtıkları ateşle
duvarların delik deşik olduğunu anlatıyor. Ama şimdi... İç kapıdan
girince yapılan yeni arama eşliğinde duvarda bir yazı:
"Silahlarınızı bıraktığınız için teşekkürler!" Örnek olsun diye de
Barzani'nin aramadan geçerken çekilmiş bir fotoğrafı. Paspaslarla
tozdan, aramalarla silahlardan arındırıldıktan sonra girilen yer
artık gıcır gıcır bir otel lobisi. Papyonlu garsonlar, takım
elbiseli adamlar, iş bağlayanlar... Dışarıda tozdan ve çamurdan bir
hayal var, içeride o hayallerden para kazananlar. Saddam'ın
katliamlarından kaçarak, dağlarda yıllarca kadınlarından ayrı
yaşayan adamların, çocukları öldürülen kadınların kurduğu hayal bu
muydu? Kilimden kimliğe Ayrıcalıklılığın kalesinden Erbil
Kalesi'ne... Çocuklar çöpten yiyecek topluyorlar. Oysa duvarlarda
onların haklarını yazmış hükümet amca, resimlerle: İyi muamele,
eğitim, barış... Barış resimleri önünde yine Kalaşnikov'lu adamlar
elbette. Kaleden çocuklar, birbirlerinin omuzlarına asılı
bakıyorlar şehre, başkalarının hayallerinin şehrine. Çöplerin ve
yine silahlı adamların ötesinde bir acayip sürpriz: Arthur Rimbaud
Merkezi! İçeride bir sergi. İran Kürtlerinden Woria Budaghi'nin
sergisinde dünyanın vahşeti. Budaghi, dört ülkeden gelen Kürt
sanatçıların projelerini anlatıyor. Kürdistan heyecanını sanki daha
çok mürekkep yalamışlar yaşıyor! 'US Army' ve puşi Oysa hayat
sanatsız yürüyüp gidiyor. Seyyar tablalarda baklavalar, haşlanmış
şalgamlar. Şalvarlı adamlar son model cep telefonlarına bakıyor.
Çocuklar, Amerikan askerlerinin kahramanlıklarını anlatan VCD'ler
satıyor. Çıplak ayaklı adamlar dükkânları yıkıyor. Dağcı
pantolonlarının altına beyaz topuklu ayakkabı giymiş kızlar, makyaj
yapmayı yeni öğreniyor. Arap ülkelerinden gelen ameleler, aynalı
gözlükleriyle Barzani yaka iğneleri alıyor. Bayramlıklarını giymiş
çocuklar, şipşakçıya hayallerindeki toprakların önünde poz veriyor.
Gürül gürül sular akıyor fotoğrafta. Cümleler İngilizce başlayıp
Kürtçe bitiyor ve "US Army" pantolonlarının üstüne puşileri
bağlıyor. Bu keşmekeşte bir adam, sonsuz Ortadoğu tozunu, dağlarda
kurulmuş bir düşün kırıklarıyla birlikte süpürüp duruyor.
Barzani'den basına Türkiye sansürü "Gidip vurmak istemem ama sevmem
de..." Herkese sorduğum "Sokakta Amerikan askerlerini görünce ne
hissediyorsunuz?" sorusuna böyle cevap veriyor Rebwar Karim Walli.
Latin harfleri olunca adını İngilizce okunuşuyla yazıyor. Walli,
Hewler Globe gazetesinin sahibi ve başyazarı, yeni kurulan Zagros
TV'nin genel yayın yönetmeni. Daha önce altı dilde yayın yapan
Peyamner Haber Ajansı'nı kurmuş ama Ulaştırma Bakanı'nın
gazetecilere uçak tanıtımı haberi yapsınlar diye 100'er dolar
verdiğini yazınca "zorda bırakılmış." Şimdi basın özgürlüğü
açısından daha mı iyi durum peki? Kürtler heyecanlı sanmasın
"Kanalda KDP'li bir müdür var. Haberler önce onun denetiminden
geçiyor. Basit bir adliye haberini bile, eğer habere konu olan kişi
KDP'li bir sorumluyu tanıyorsa yapamıyorsunuz. Türkiye'deki kimi
Kürtlerin burayı bir "özgürlükler ülkesi" olarak gördüğünü
söyleyince elini savuruyor: "Onların aradığı heyecan burada yok!
Gelirler, üç ay sonra bakarlar burada hayat yok, dönerler." Walli,
bu aralar KDP'den "Türkiye'yle ilgili olumsuz haber yapmayın"
emrinin geldiğini anlatıyor ve ekliyor: "Zaten bu kadar baskı
varken siyasi haber yapmak çok anlamsız. İnsanlar da siyasetten
sıkılmış artık. Eğlence istiyor." Bir an önce, Türkiye'deki gibi
özel sektörün yayıncılık işine girmesini istiyor Walli. "Bu sefer
de şirketler karışırsa haberlere?" diye sorunca: "Şirket bari bir
alanda karışır. KDP hayatın her yerinde." Peki KDP'den hesap sormak
mümkün mü? Walli işte burada biraz duruyor: "Herkesin dağlarla,
peşmerge dönemiyle bir duygusal bağlantısı var. Eğer iktidarı
eleştirirseniz vatan haini, hayallere ihanet eden insan durumuna
düşersiniz." Oysa Walli, birçok benzeri gibi, "yeni düzenden" hiç
de memnun değil: "Ben yıllarca dağlarda, elimde silah çarpıştım.
Devlet bizim gibilere biraz toprak verdi. Kendi küçük arazimi 1000
dolara satıp cep telefonu aldım kendime. Geçmiş bu işte. Bir cep
telefonu! Burada sistemi geleceğe bağladılar. Bizim artık sadece
geleceğimiz var. Yani artık mal mülk sahiplerine 'Ben
peşmergedeyken sen nerdeydin?' diye soramazsın." Walli, bir
toplumsal dönüşümün arasına sıkışmış, yaşadıkları yok sayılmış
insanlardan sadece bir tanesi. "Devrim bitti!" dendikten sonra yeni
hayatın değerlerine, marka kotlara, güneş gözlüklerine ve "Dream
City"lere henüz alışamamış kalabalıktan biri... Erbil'de kiralar
İstanbul gibi! "Peki bilgisayarda çizilmiş bu reklam panolarındaki
adamları İsviçre'den mi getireceksiniz?" "Evet. Avrupa'dan ithal
edeceğiz!" Dream City, Kürdistan'daki en büyük yerleşim projesi.
Lübnanlı bir şirket tarafından yapılıyor. 1 milyon metrekareye inşa
edilen 250 metrekarelik lüks villaların fiyatları 174 bin dolardan
başlıyor. En pahalı ev 600 bin dolar. Büyük bir Şemdinli veya
Yüksekova gibi düşünülebilecek, Erbil Oteli'nin barı dışında
herhangi bir sosyal hayatı olmayan bir şehirde böyle lüks bir
yerleşim projesi yapılmasının birinci nedeni sürgünde veya gurbette
olan Kürtlerin kendi topraklarına geri dönecekleri hayali. İçinde
camisi, konferans salonu, dev bir spor salonu, parklar,
süpermarketler, alışveriş merkezleri bulunan dev sitenin evleri
sadece üç aydır satışta olmasına rağmen yarısı sahiplerini bulmuş.
Beyaz Kürtler sitesi Site, dört yıl sonra bitecek. Ev fiyatları ve
kiraları neredeyse İstanbul düzeyinde olan Erbil'de bir yaşam
biçimi hayalinin anıtı gibi duran "Dream City" projesi birçok başka
proje gibi henüz bir boşluktan ibaret. Plazma TV'lerde, uzay
fotoğraflarıyla, dev maketlerle tanıtılan proje gelecekte "beyaz
Kürtlerin" ayrıcalıklı mekânı olacak. Kim bilir? Belki o zaman
Ortadoğu'nun tozu bile kalmayacak. Ama şimdilik bu boş arazinin
fotoğrafını çekmek için bile Kalaşnikov'lu adamlarla mücadele etmek
gerekiyor. Binaları inşa eden, Arap ülkelerinden, Türkiye'den
gelmiş amelelerle konuşurken sivil bir arabada, ama mutlaka göz
mesafesinde kamuflajlı adamlar sizi gözetliyor. İnsanın aklına
takılıyor: Acaba bu binalar bittiğinde, o sitenin sokaklarında
dolaşmaya "layık", reklamlardakine benzeyen insanlar da olacak mı
Kürdistan da?