Kutsal Emanetler için DNA testi
Abone olOsmanlı Padişahları tarafından 400 yılda toplanan Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan Hazreti Muhammed'in Kutsal Emanetleri için DNA testi isteniyor.
Topkapı Sarayı Müzesi’nin Kutsal Emanetler Bölümü, 400 yılda
toplanan dünyanın en büyük kutsal eşya koleksiyonunu barındırıyor.
Müzede Hz. Muhammed’in pek çok eşyası, sakalı ve mektupları var.
‘Maziden kalma bir kısım eşyayı güller gibi koklar, öper başımıza
koyar, çağrıştırdıklarıyla asırlar ve asırlar ötesini temáşá ediyor
gibi oluruz ve kendimizi bu tarihi nesnelerin kullanıldığı, ihtiram
gördüğü günlerde hissederiz’ diye başlıyor kitap. Hz. Muhammed’in
sırtına giydiği hırkayı, su içtiği kaseyi, savaşta kullandığı
sancağı, saçının telini, dişinin minesini, tüm bunların
sergilendiği Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler bölümünü
anlatıyor. Müzenin genel müdür yardımcısı Hilmi Aydın tarafından
yazılan ‘Mukaddes Emanetler’ kitabı 10 yıllık bir çalışmanın eseri.
Peygamberlere ait eşyalar tüm dinlerde kutsal sayılıyor.
Hıristiyanların Hz. İsa’nın gerildiği çarmıhın parçalarını,
Yahudilerin Hz. Musa’nın kullandığına inandıkları eşyaları
saklaması gibi. Ancak Topkapı Sarayı’ndaki Has Oda’yı diğerlerinden
ayıran, başka hiçbir dinde bu kadar geniş bir kutsal emanet
koleksiyonunun bir arada bulunmaması. Bugün sarayın Mukaddes
Emanetler Odası’nda 605 parça eşya sergileniyor. Aydın, bu durumun
biraz da Osmanlıların konuya gösterdiği hassasiyetten
kaynaklandığını düşünüyor. 1517’de Yavuz Sultan Selim’in halifeliği
Abbasiler’den almasının ardından Mısır’dan getirdiği parçalarla
başlayan koleksiyon, yüzyıllar boyu sürekli genişlemiş, 1917’de
Fahrettin Paşa’nın Medine’den gönderdikleriyle son şeklini almıştı.
HZ. MUHAMMED’İN DÖRT MEKTUBU Mısır’da bulundu, Abdülmecid’e
yollandı Kutsal Emanetler Bölümü’nde Peygamber’e ait olduğu
düşünülen dört mektup bulunuyor. Bunlardan 627 yılında Kıpt
kavminin reisi Mukavkıs’a gönderilen mektup, 1850’de Mısır’da bir
Kıpt Manastırı’nda eski bir Kıpt İncili’nin kabının içinde
bulunmuş. Hz. Muhammed’in mektubu olduğu anlaşılınca Sultan
Abdülmecid’e yollanmış. Padişah da etrafına altın bir çerçeve
yaptırarak süslü altın bir kutu içine koydurup Kutsal Emanetler
arasına aldırmış. Deri üzerine yazılı mektubun orta kısmında bazı
yerler çürüyüp dökülmüş durumda. Hz. Muhammed, mektupta Mısır’da
yaşayan eski bir Hıristiyan topluluk olan Kıpt kavmini İslamiyet’e
katılmaya davet ediyor: ‘Ey Ehl-i Kitap, gelin, aramızda müşterek
olan bir kelime üzerine birleşelim. Allah’tan başkasına ibadet
etmeyelim...’ Ayrıca, Ahsa Valisi el Münzir bin Sava’ya yazılmış
bir mektup bulunuyor. Geri kalan iki mektuptan biri ‘yalancı
Müseylime’yi tövbe etmeye, sonuncusu ise Gassanilerin hükümdarı
Haris bin Ebi Şemir’i İslamiyet’i kabul etmeye çağırıyor. 370 SAYFA
KENARLARI ALTIN YALDIZLI Kutsal emanetlerle ilgili ilk kitabı,
1953’te müzenin ilk müdürü Tahsin Öz yazmıştı. ‘Hırka-i Saadet
Dairesi ve Mukaddes Emanetler’ (Kaynak Kitapları) ise, görsel
malzemenin kalitesi, baskısı, cildi ve kutsal emanetlerin tamamını
kapsaması bakımından bir ilk. Kitabın kutusu, III. Murad tarafından
yaptırılan Hırka-i Şerif’i muhafaza eden altın kutu şeklinde
tasarlanmış. Kitap büyük boy, kuşe kağıt, kenarları altın yaldızlı,
370 sayfa. Özel kutulu ve kılıflı iki biçimde tasarlanmış. 110
milyon TL. HIRKA-İ SAADET Ramazan ayının 14. günü sandıktan
çıkarılır padişahın yüz sürmesi için tören yapılırdı Hırka-i
Saadet, kutsal emanetlerden en önemlisi. Hz. Muhammed’in giydiği
hırka. Hz. Muhammed’in hırkayı Züheyr oğlu Ka’b’a verdiği
biliniyor. Ka’b aslında başlarda İslam dinine muhalif bir şairdi.
Hz. Muhammed tarafından öldürülmesi için ferman çıkarıldı. Ka’b
ölüm emrini duyunca, Hz. Muhammed’in hırkası için Hırka Kasidesi’ni
yazdı ve huzuruna çıkıp af diledi. Hz. Muhammed onu affetti ve
sırtından çıkarıp hırkasını ona verdi. Hırka-i Saadet olarak anılan
hırka, yıllar içinde ilk Osmanlı halifesi Yavuz Sultan Selim’e
kadar ulaştı ve oradan Topkapı Sarayı’na şu an durduğu yere
getirildi. Hırka-i Saadet’in bulunduğu oda, Fatih döneminde
padişahın özel dairesi (Has Oda) olarak inşa edildi. Padişahlar,
devlet işlerinin bir kısmını ve ibadetlerini bu odada yürütürlerdi.
1808’den sonra padişahlar Boğaz saraylarını ikametgah olarak
kullanmaya başlayınca bina tamamen Mukaddes Emanetler’in
muhafazasına tahsis edildi. İsmi de Hırka-i Saadet Dairesi oldu.
Hırka-i Saadet, Has Oda’da dört ayaklı yüksek bir sehpa üzerine
yerleştirilen altından bir sandığın içinde duruyor. Etrafında da
üstü dantel gibi işlenmiş portatif gümüş şebekeler var. Odanın iç
duvarları İznik çinileriyle kaplı. Saraya getirildiği 1517’den beri
her yıl Ramazan ayında ziyarete açılıyor. Eskiden Hırka-i Saadet’in
saklandığı yerden çıkarılarak, padişah-halifenin yüzünü sürmesi ve
başında dua okuması için yapılan ritüel önemli bir merasimdi. Buhur
suları hazırlanır, tüm devlet erkanı özel kıyafetlere bürünür ve
devamlı Kuran okuyan müezzinlerin, imamların refakatinde yedi
bohçaya sarılı Hırka-i Saadet, altın anahtarla sandığından
çıkarılarak padişahın önüne koyulurdu. Padişahın, Ramazan’ın 14.
günü yapılan merasim sırasında Hırka-i Saadet’i öpüp yüzüne
sürmesinden sonra üst düzey devlet görevlileri de aynı şekilde bu
ritüeli devam ettirirlerdi. Hırka-i Saadet’in padişahlar tarafından
askere moral aşılamak için seferlere de götürüldüğü biliniyor. III.
Mehmed’in (1595-1603) Eğri Seferi’nde, bozgun başlayınca hırkayı
sırtına geçirdiği ve askerlerin tekbir sesleriyle zafere ulaştığı
günümüze ulaşan anekdotlardan sadece biri. Hırka-i Saadet’in
bulunduğu odada, bugün de görevli müezzinler tarafından 24 saat
Kuran-ı Kerim okunmakta. Bu geleneğin başlangıcı tam olarak
bilinmiyor ama Yavuz döneminden bu yana sürdüğü düşünülüyor.
Selim’in ‘Hayırların fethi, belaların def’i’ için kırk vazifeliye
Kuran okuttuğu, kendisinin de kırkıncı görevli olduğu rivayet
ediliyor. 124 cm boyunda, siyah yünlü kumaştan yapılmış, içi daha
kaba dokunmuş krem renginde yünlü kumaşla kaplı. Ön kısmın sağ
tarafında 23x30 cm ebadında bir parçası noksan. Sağ kolda da
eksiklik var. Fotoğrafta sadece yarısı görüntüleniyor. Aydın, ‘Eğer
hırkanın tümü görüntülenmiş olsaydı, Hz. Muhammed’in boyu ile
ilgili hürmetsiz değerlendirmelere neden olabilirdi’ diyor. ‘Her
şeyin ortalığa dökülmemesi gerekir.’ SAKAL-I ŞERİFLER Balmumuyla
kapalı şişelere konuluyor kırk kat bohçaya sarılarak saklanıyor Hz.
Muhammed tıraş olduğu zaman, saç ve sakal telleri etrafındakiler
tarafından toplanır, hatıra olarak saklanırdı. Rivayete göre
peygamber berbere gittiğinde, Müslümanlar etrafını sarar ve tek bir
teli bile yere düşmemesi için bütün saç ve sakal tellerini
kapışırmış. Hatta bazen hastalar, kendisine başvurup şifa için o
saç tellerinin suyuyla yıkanırmış. Veda haccında Hz. Muhammed de,
Mamer bin Abdullah tarafından tıraş edilen saçlarının halka
dağıtılmasını istemiş. Bu yüzden birçok cami, aile ve şahsın elinde
bugün Hz. Muhammed’e ait olduğu düşünülen saç ve sakal telleri
bulunuyor. Sakal-ı şerifler genellikle iki tarafı balmumuyla
kapatılmış şişelerde kırk kat bohçaya sarılarak saklanıyor.
Camilerde bohçalar bir sandukaya konulup, sehpa üzerinde minberin
son basamağındaki sahanlığa yerleştiriliyor, üzerine yeşil bir örtü
örtülüyor. Özellikle Kadir gecelerinde ziyarete açılıyor. KADEH-İ
ŞERİF Peygamberin su içtiği kadeh gümüşle kaplandı Hz. Muhammed,
bir gün Medine’de bir yerden dönerken, Beni Saide Sofası denilen
mevkide dinlenmek için mola verir. Yanındaki Sehl İbni Sa’d’a döner
ve oturanlara su ikram etmesini ister. Sehl de, o gün Hz.
Muhammed’e su ikram ettiği kadehi hatıra olarak saklar. Çapı 20,
yüksekliği 8, kalınlığı 2 cm olan Kadeh-i Şerif’in zamanla yıpranan
kısımları siyah bir madde ile dolduruldu. Hz. Peygamber’in su
içtiği ve dudaklarının değdiği kadehin dışı ise, 16. yüzyılda
gümüşle kaplanarak muhafazaya alındı. KADEM-İ ŞERİFLER I. Ahmed 20
bin dinar ödeyip Peygamber soyundan gelen birinden ayak izini satın
aldı İlk dönem İslam kaynaklarında bu konuda bir bilgi yok ama, Hz.
Muhammed’in sert zemine bastığında bazen mucizevi olarak ayak
izinin çıktığına inanılıyor. Bugün Kudüs, Mısır, Hindistan ve
İstanbul’da birçok kadem-i şerif bulunmakta. Topkapı Sarayı’nda ise
somaki, mermer ya da kırmızı porfir gibi taşlar üzerine çıkmış altı
Kadem-i Şerif muhafaza ediliyor. Padişahlar arasında Peygamber’in
ayağının izine en fazla hürmet edenin I. Ahmed olduğu bilinir. I.
Ahmed, ayak izinin en net görüldüğü Kadem-i Şerif’i, Kahire’de
peygamber soyundan gelen birinden 20 bin dinara alarak İstanbul’a
getirtti. NA’LEYN-İ SAADET Hicaz iklimine uygun sandaletler Hz.
Muhammed genelde sandalet tipi ayakkabılar kullanıyordu. Hicaz
bölgesinin sıcak iklimine ve kumlu arazisine uygun olan bu
ayakkabıların tekine na’l, çiftine ise nal’eyn ismi veriliyor.
Na’leynin tabanı, birkaç kat tabaklanmış deri ya da köselenin
dikilmesiyle oluşuyor. Üzerinde ayağı kavrayan kayışları ve parmak
arasından geçen iki bandı var. Topkapı Sarayı’nda üç tane Nal-ı
Saadet sergileniyor. SANCAK-I ŞERİFLER En son 1914’te cihat için
çıktı Hz. Muhammed’in savaşlarda kullandığı siyaha yakın koyu
renkte Ukab adlı sancak Topkapı Sarayı’nda gümüş bir sandıkta
saklanıyor. Ukab, zamanla yıpranıp parçalara ayrılınca, yeşil bir
bohçaya konularak muhafaza edilmeye başlandı. Osmanlılar, Ukab’ın
bazı parçalarını da kullanarak üç sancak daha yaptırdı. Seferde,
Ukab, toz halinde bir torbada saklanır, sonradan yapılan sancaklar
kullanılırdı. Yeniden yaptırılan bu üç sancaktan biri, Hırka-i
Saadet’in yanında özel sandığında, hükümdarla birlikte onun gittiği
yere taşınırdı. Biri devamlı Hazine-i miri’de dururdu. Üçüncüsü de
yine Hazine-i miri’de saklanır, ama savaş açıldığında çıkartılırdı.
Sancak-ı Şerif son kez, Birinci Dünya Savaşı’nda 24 Kasım 1914’te
çıkartıldı ve cihad-ı ekber ilan edildi. Osmanlıların yeniden
yaptırdığı Sancak-ı Şerif, yeşil atlastandı. Üzerine aplike edilen
kırmızı parçalara sırma ile ayetler ve Aşere-i Mübeşşere’nin
(Hayatta iken Hz. Muhammed tarafından cennete gideceği müjdelenen
on kişi) isimleri işlenmişti. TOPKAPI SARAYI KUTSAL EMANETLER
BÖLÜMÜNDE SERGİLENEN HZ. MUHAMMED İLE SAHABESİNİN VE BAZI
PEYGAMBERLERİN KULLANDIĞI EŞYALAR HZ. MUHAMMED’İN KILICI 99 cm
uzunluğunda. Kendinden kabartma çiçekli kabzası altın kaplama ve
sekizgen şeklinde. Balçak, altın yuvalar içinde yakut ve
firuzelerle bezenmiş. Balçak kolları, ejderha başlarıyla süslü.
Tamamen altından 85 cm’lik kının bir yüzü kabzaya uygun olarak
altın kaplama, bir yüzü çiçeksi motifler ve savat ile yapılmış
selvilerle bezeli. Çiçek motifli, üzerinde Resulullah’a ait olduğu
ibaresi yazılı yeşil kumaştan bir mahfaza içinde korunuyor. Kutsal
emanetlerden bazıları Hırka-i Saadet, Sancak-ı Şerif, Kur’an-ı
Kerim’den ilk nüshalar, Hz. Muhammed’in mektupları, Na’leyn-i
Saadet, Kadeh-i Şerif, Sakal-ı Şerifler, Dendan-ı Saadet, Hz.
Muhammed’in yayı, Hz. Musa’nın asası, Hz. İbrahim’in tenceresi, Hz.
Yusuf’un sarığı, Hz. Yahya’nın kol ve kafatası kemikleri, Kábe
kilit ve anahtarları, Hacerü’l Esved mahfazaları, Tevbe Kapısı ve
Kanadı, Kábe olukları, Hz. Muhammed’in kabir toprağı, Hz.
Fatıma’nın gömleği, hırkası, seccadesi, duvağı, sandığı; Hz.
Hüseyin’in hırkası, Veysel Karani’nin külahı, İmam-ı Azam’ın
cüppesi, Hz. Mevlana’nın tasları, Hz. Osman, Hz. Davud, Hz.
Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Ömer’in kılıçları; zemzem sürahileri... HZ.
MEVLANA’NIN TASLARI Siyah taştan oyulmuş, birbirinin aynı iki küçük
tas. Dış kısımlarında kırmızı ile salavat-ı şerife ve Hz. Musa’nın
ismi yazılı. Sofu Halet Efendi tarafından muhafaza edildikleri
kaydedilmiş. HZ. YAHYA’NIN KOL KEMİĞİ Hem Hıristiyanlar hem
Müslümanlar için kutsal Hz. Yahya’nın kolu, VII. Konstantin
zamanında Antakya’dan İstanbul’a getirildi. 12. yüzyılda imparator
sarayının şapelinde, daha sonra Fener’deki Meryem Ana Kilisesi’nde
saklandı. Fetihten sonra Osmanlı Sarayı’na getirilen kol, 1484’te
II. Bayezid tarafından kardeşi Cem Sultan’ı ellerinde tutmaları
için Rodos Şövalyeleri’ne gönderildi. Daha sonra Kıbrıs’ta olduğunu
öğrenen III. Murad tarafından da tekrar İstanbul’a getirildi ve
saraya konuldu. HZ. FATIMA’NIN DUVAĞI Yeşil ince bezden duvağın,
Peygamberin kızı Hz. Fatıma’ya ait olduğu, kayıtlardan anlaşılıyor.
Altın tellerle ağ biçiminde hazırlanmış bir örtü içinde muhafaza
ediliyor. HZ. YUSUF’UN SARIĞI Yavuz tarafından Mısır’dan getirildi.
Dışı kahverengi kadife, içi mavi atlastan pamuklu külah üzerine
sarılmış tülbent benzeri beyaz bir sarık. Evliya Çelebi, Selim’in
Mısır’ın fethinden sonra bir süre bu sarıkla dolaştığını yazar.
Bazı padişahlar da, tahta geçtiklerinde sembolik olarak bu sarığı
giymiş. HZ. MUHAMMED’İN YAYI 118 cm uzunluğunda, 286 gram
ağırlığında. İki ucu da sivri ve kamış cinsi bir ağaçtan yapılma.
I. Ahmed (1603-1617), yayın zarar görmemesi için altın yaldızlı ve
gümüş savatlı bir mahfaza yaptırdı. HZ. DAVUD’UN KILICI 101 cm
uzunluğunda, 2.986 gram ağırlığında. Deri kabzalı, gümüş tepelikli,
demir balçaklı. Balçağa yakın kısmında bir elinde kılıç, bir elinde
kafa tutan bir insan resmi var. Bu motif, İsrailoğulları’na eziyet
eden hükümdar Calut ile yaptığı savaşı kazanan ve Calut’u öldüren
Hz. Davut’un zaferini simgeliyor. DENDAN-I SAADET (Hz. Muhammed’in
dişi) Uhud Savaşı sırasında Utbe bin Ebu Vakkas bir taş atar, Hz.
Muhammed’in miğferi parçalanır, halkaları yanağına batar ve sağ alt
çenesinde ön dişleriyle azılar arasındaki dişi kırılır. Dendan-ı
Saadet adıyla anılan bu diş parçasının kim tarafından nasıl
saklandığı hakkında bilgi yok. IV. Mehmed tarafından yaptırılan
kıymetli taşlarla süslü altın bir kutuda saklanan Dendan-ı Saadet,
siyahlı-beyazlı bir parçadan oluşuyor. HZ. MUSA’NIN ASASI Hz.
Musa’ya, kayınpederi Şuayb tarafından hediye edildi. 122 cm
uzunluğunda, ağaçtan, baş kısmında bir budak yeri var. Hz. Musa’ya
verilen ilk mucize olduğuna inanılır. Hz. Musa’nın asasının ejderha
haline dönüşerek Mısır Firavunu’nun adamlarının sihirlerini
yuttuğuna ve Kızıldeniz’e dokunduğunda denizi ikiye ayırdığına
inanılır. HZ. İBRAHİM’İN TENCERESİ Bereketli olduğuna inanılan
120x22 cm ebadındaki tencere, silindir bir kutuda. Kutunun
üzerindeki etikette, ‘Padişahımız Sultan Mehmed Hazretleri huzur-ı
hümayunlarında Hasodabaşı Mustafa Ağa Kethüda’ya teslim eylediği
Hazreti İbrahim’in mermer kazganlarının mahfazasıdır. Sene 1058’
yazılı. Tencere Suriye’de bulunan silisli (kumlu) granitten
oyularak imal edilmiş. Kutsal emanetlerin yarattığı tartışma
Topkapı Sarayı’nda bulunan bu kutsal emanetler konusunda bazı
tarihçiler gerçekliklerinin tespit edilmesi gerektiğini düşünürken,
özellikle ilahiyatçılara göre aslında konuya böyle bakmamak
gerekiyor. Mesele, gerçeklikten ziyade dini bir ritüel olarak
değerlendirilmeli. KİTABIN YAZARI HİLMİ AYDIN Kitap vesilesiyle
kayıtlar ilk defa okundu Kitabın yazarı Hilmi Aydın (41), sanat
tarihçisi. 1988’de Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Resim ve
Heykel Müzesi’nde ilk işine başladı, sonra Topkapı Sarayı Müzesi’ne
geçti. Sarayda, önce ‘Silahlar’, 1997’de ‘Mukaddes Emanetler’
bölümünün sorumluluğunu üstlendi. Geçen yıldan beri müzenin genel
müdür yardımcısı. Nedir bu eşyaların önemi, insanların bu kadar
değer vermelerinin sebebi? - İnsana manevi bir güç verdiğine
inanılıyor. Örneğin kitapta da bir minyatür vardır, askerler
Hırka-i Saadet’i kafalarında taşıyarak sefere çıkarlar. Savaşta
onlara uğur getireceğine inanırlar. Bu emanetlerin getirildikleri
ülkelerden şimdiye kadar geri isteyen oldu mu? - Şimdiye kadar
olmadı. Ama istek olursa da geri verileceğini zannetmiyorum. Sadece
bu müzede değil bazı kişilerin evlerinde de sakal-i şerifler
bulunduğu biliniyor. Aralarında gerçek olmayanlar da vardır değil
mi? - Burada sergilenen eserlerin hepsinin envanterleri, geçmişleri
kayıtlar ile birlikte mevcuttur. Kitap vesilesi ile bu kayıtlar da
ilk defa okundu. Buralardan doğruluğu tespit edilebilir. Bilimsel
olarak tespit edilebilir mi? Örneğin DNA testi ile... - DNA testi
yapılmadı. Ama bu iş inanç konusu olduğu için çok hassas. MURAT
BARDAKÇI (Tarihçi, Hürriyet yazarı) Neden DNA yapılıp gerçek ortaya
çıkarılmıyor Bu eşyaların sadece hatıra değeri vardır. İslamiyet’te
kutsal eşya diye bir kavram olmaz. Sanatsal açıdan bakılacak olursa
da, bunların sanatsal bir yanı da yok. Başka bir konu da çoğunun
sahte olması. Arabistan’dan gelen uyduruk kişilerin saraya büyük
paralara bunları kakaladığı biliniyor. Vatikan, asırlar boyu
Hazreti İsa’ya ait olduğuna inanılan kefene, 1988’de Karbon-14
testi uygulattı. Testin sonucunda kefenin İsa’dan 1200 yıl sonra
kullanıldığı ortaya çıktı. Aynı şey neden bu eşyalar için de
yapılmasın! Etrafta bir sürü sakal-ı şerif dolaşıyor. Neden DNA
yapılıp gerçek ortaya çıkarılmıyor. PROF. ZEKERİYA BEYAZ (Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fak. Dekanı) Önemli olan cemaate verdikleri
huşu duygusudur Bu emanetlerin Müslümanlar açısından önemi,
inananlara verdiği rahatlama, huzur, huşu duygusudur. Bunların
geçekten peygambere ait olup olmadığı önemli değil o bakımından.
Efsanelere her zaman ihtiyacımız var. Dinde gerçekçilik olmaz.
Tabii Vehhabi kafasıyla bakarsanız, belki bunlar puttur, şirktir
ama biz böyle bakmıyoruz. Bunlar dinin folklorudur. Sosyopsikolojik
toplumsal olgulardır. MEHMET NURİ YILMAZ (Eski Diyanet İşleri
Başkanı) Ziyaret edilmelerinde sakınca yok ama cüppeden, kıldan da
medet umulmamalı İslam dini eşyaya, tabiata, şahıslara aşırı saygı
gösterilmesini onaylamaz. Ancak bu eşyaların hatıra olarak
saklanması ve dini ölçüler içinde ziyaret edilmesi caizdir. Önemli
olan peygamberin yolundan gitmektir, cüppesinden, kılından medet
ummak değil. Sonuçta bunların gerçek olup olmadığı da bilinmiyor.
Peygambere ait olduğu söylenen sakallara, dişlere DNA testi
yapılmasının dinen bir sakıncası yok, yapılabilir tabii. Fakat
bence gerek yok. Dini bir hatıra gibi görmek lazım bunları. PROF.
İLBER ORTAYLI (Galatasaray Üniversitesi) Ne gereği var tartışmanın
Bu emanetler Osmanlı’da hakimiyet sembolüdür. Özellikle 19.
yüzyılda halifelik dolayısıyla çok daha fazla vurgulanır. Gerçek mi
değil mi tartışmalarını ben yersiz buluyorum. Her dinde böyle
lirikler vardır. Ritüeller bulunur. Hıristiyanlarda da, Yahudilerde
de emanetler vardır, bir yerde bu şekilde saklanır. Kaynak:
www.hurriyet.com.tr