Kürtlerin Ateşle İmtihanı
Abone olYalsızuçanlar'dan kürt sorununa farklı bakış açısı
Sadık Yalsızuçanlar, son kitabında Kürt sorununun Brüksel'den,
Washington'dan, İsveç'ten değil, arzın birkaç büyük manevi merkezi
olan Konya'dan, Hz. Mevlana'nın kalbinden geçilerek daha adil,
gerçek anlamda daha özgürlükçü, daha insani, daha merhametli,
şefkatli ve kardeşliğe dayalı öğretilerle çözülebileceğini ortaya
koyuyor.
Sadık Yalsızuçanlar öyküden, romana, denemeden araştırmaya,
sinemadan müziğe kadar geniş bir yelpazede ürünler yayımlıyor.
Yalsızuçanlar bir süredir Kürt sorunu üzerine yazılar yayımlıyor,
söyleşi ve panellere katılıyor. Bu minvaldeki çalışmalarının bir
kısmını 2007 yılında Sel Yayıncılık'tan çıkan “40 Gözaltı Öyküsü ve
Diğerleri” adlı kitabında bir araya getirmişti. Yazar şimdi de
Silüet Yayınlarından çıkan “” isimli kitabı ile okurunun karşısına
çıktı.
Yalsızuçanlar kitabında Kürt sorununun serencamını, kaynaklarını,
sonuçlarını ve taraflarını merkeze alarak, çözüm için yapılması
gerekenleri akıcı bir dille anlatıyor.
Türk, Kürt, Laz, Çerkes gibi çok kültürlü bir toplum yapısına sahip
Türkiye Cumhuriyeti yaklaşık bir asırdır Kürt sorununu tartışıyor.
Türkiye Cumhuriyetinin laik ve milliyetçi boyutunun önümüze
getirdiği bu açmaz ülkeye yaklaşık dört yüz milyar dolara ve en az
kırk bin insanın canına mal oldu.
Kürt sorunu yıllardır gerek yurt içinde, gerekse de yurt dışında
birçok mahvilde tartışıldı, tartışılıyor. “Sonuçlar” üzerinden
yapılan tartışmalar bu güne kadar çözümden uzaklaşmaktan başka bir
işe yaramadı. Yaklaşım farklılıkları ve orantısız güç kullanma bir
tarafa, tarafların iyi niyetinin sorgulanır hale geldiği bir
çizgiden çözüm beklemek de aşırı iyimserlik olmalı.
Öte yandan bu konuda insani ve imani bir çözüm üretme misyonunu
üstlenen kişilerin bile zaman zaman “taraf” psikolojisiyle meseleye
yaklaşabildiğini veya bu misyonu üstlenen diğer kişiler tarafından
söz konusu kişilerin “taraf” psikolojisiyle meseleye yaklaştığı
zehabına kapıldığını hatırladığımızda sorunun kısa sürede
çözülemeyeceğini kestirmek zor değil.
Yalsızuçanlar kitabın önemli bir kısmını Cumhuriyet Türkiye’sinin
ülkeyi Türkleştirmek adına güneydoğuda uyguladığı politikalara
itiraza ayırıyor. Bölgenin ana dili olan Kürtçe kişi ve yer
adlarının değiştirilmesi, tehcir, fiziki ve psikolojik şiddet
kullanmak gibi uygulamaların Kürtlerin devlete karşı mesafeli
durmasına ve zaman zaman ayaklanmalarına neden olduğuna işaret
ediyor.
Kürt sorunun çok boyutlu olduğuna dikkat çeken yazar, bu
minvalde Dersim Katliamının, Şeyh Said Ayaklamasının, PKK ve başta
Diyarbakır Askeri Cezaevi olmak üzere bir çok cezaevinde
yaşananların, Bediüzzaman örneğinden hareketle Kürtlerin devletle
yegane bağı olan dinin toplum hayatından uzaklaştırmaya
çalışılmasına yönelik çalışmaların dikkatle incelenmesi gerektiğini
belirtiyor.
Kürt sorununda en önemli dönemecin dış güçlerin desteğindeki
PKK’nın 1980’li yılların başından itibaren Güneydoğuda silahlı
eylemlerle varlığını hissettirmeye başlamasını gösteriyor. 12 Eylül
döneminde Diyarbakır Askeri Cezaevinde yaşanan insanlık dışı
uygulamaların Kürtlerin büyük bir kısmının PKK’nın safında siyaset
yapan partilere yönelmesine neden olduğunun altını çizen yazar,
sorunun bu olayla birlikte şiddetten beslenen politik bir hal
aldığını söylüyor.
Yazar kitabında -tabir yerinde ise- nalına da, mıhına da vuruyor.
Türklerdeki Kürt, Kürtlerdeki Türk algısına değinerek, her iki
tarafta da var olan marazları ortaya koyuyor. Kürt
halkının sorun üzerine düşünce üretebilecek kendi entelektüelini
yetiştiremediğinden yakınan yazar, Kürtlerin kendini savunma
hakkını Marksist, Leninist, Stalinist aydınlara ve PKK’ya
kaptırdığını söylüyor.
Bununla beraber tartışmada inisiyatifin yavaş yavaş sağduyulu
Kürt ve Türk halkının beklentilerine cevap verebilecek nitelikteki
muhafazakar ve liberal aydınlara geçtiği bilgisini de veriyor.
Yalsızuçanlar kitabın sonuna bu aydınlardan Ahmet Yıldız,
Altan Tan, Ali Bulaç, Mehmet Metiner, Ahmet Taşgetiren, Ahmet
Altan gibi isimlerle yapılan konuşmaları ekleyerek sorunun
farklı cephelerdeki yansımalarını ve çözüm önerilerini
aktarıyor.
Yalsızuçanlar, Kürt sorununun taşıyıcı örgüt ve aktörlerinin ve
Kürt olmayıp soruna ilişkin kafa yoranların çoğunun, geçen yüzyılın
sonlarında İmparatorluğun parçalanmasına, ulus-devlet'in doğmasına,
yerel ve milli kimliklerin mahvına yol açan ve her anlamda çürütücü
bir etkisi olan milliyetçilik rüzgârlarının estiği yere, Batı’ya ve
Batılı paradigmalara yönelerek bu meselenin çözümünü aramanın
yanlışlığına dikkat çekiyor. Kürt sorununun çözüm
adresinin, Türk yerine Kürt kimliğini esas alacak olan bir başka
ulus-devlet, PKK ve diğer Marksist, Stalinist, Leninist, ırkçı
örgütler olmadığı üzerinde ısrarla duruyor.
Yazar, tümüyle bir retoriğe dönüşmüş olan 'milliyet' temelli bir
birlik ve beraberliğin imkansızlığı yüzünden terör ve etnik
milliyetçilik belasıyla karşı karşıya bulunduğumuzu belirterek,
Kürtlerin sorunlarının çözümü için, öncelikle sağlıklı bir
bilgilenme, muhasebe ve empati gerektiğini ifade ediyor.
Cumhuriyet Türkiye’sinin, Şark'ta, kahir ekseriyetle adına Kürt
denen bir topluluğun yaşadığını, onların bir dili, bir tarihi,
edebiyatı, dengbejleri, destanları, olduğunu, onların da Anadolu
mayası ile mayalanmış olduklarını, bu mayanın kültür olmadığını,
onu da etkileyen ve kuşatan daha derin, zengin, geniş ve kozmik bir
öğreti olduğunu kabul etmek istemediğini, bu durumu kabul etmiş
olsaydı kendi dilini konuşmaktan, o dilde düşünmekten, yazmaktan ve
okumaktan, şarkı söylemekten daha normal, olağan ve hakça bir şey
olmadığını anlayabileceğini, dolayısıyla sorunun bugünkü gibi bir
kansere dönüşmeyeceğini iddia ediyor.
Yalsızuçanlar sorunun bir iktidar, siyaset veya devlet sorunu
değil, doğrudan bir ahlak ve vicdan sorunu olduğunu iddia ediyor.
"Bizlerin, Türk, Kürt olmamızın ötesinde ve bundan
önemli ve değerli olmak üzere mümin olduğumuzu, Müslümanlığın,
bizim meta-hikâyemizin temeli, mayası ve asli yapısı olduğunu
belirterek, sorunun ancak İslam ortak paydasında
çözümlenebileceğinin altını çiziyor." İslam’ın
bütünleştirici fonksiyonunu icra etmek için Bediüzzaman’ın,
yaklaşık 90 yıl önce Van'da Arapça, Türkçe, Kürtçe ve Farsça
öğretimin yapılacağı, dinî ve pozitif bilimlerin bir arada
okutulacağı bir medrese önerdiğini, fakat bu projenin hayata
geçirilmesine müsaade edilmediğini belirtiyor.
Yalsızuçanlar Kürtleri, PKK’nın değil, Mem u Zin, onun evrensel
dili ve o dilin sahibi Ahmed-i Hani’nin, Kürtlerin büyük bilgesi
Mele Ahmed-i Hani, Mele Cezeri, Abdurrahman Taği, Seyyid
Sıbğatullah Hazretleri, bilgelerin sultanı Bediüzzaman'ın temsil
edebileceğini, sorunun çözümüne ancak onların öğretilerinin
kaynaklık edebileceğinde ısrar ediyor.
Kürt sorununun Brüksel'den, Washington'dan,
İsveç'ten değil, arzın birkaç büyük manevi merkezi olan Konya'dan,
Hz. Mevlana'nın kalbinden geçilerek çözüleceğini, samimiyetsiz,
dilde kalan, inandırıcı olmayan, içi boş bir siyaset retoriği ile
çözülemeyeceğini; daha adil, gerçek anlamda daha özgürlükçü, daha
insani, daha merhametli, şefkatli ve kardeşliğe dayalı öğretilerle
çözülebileceğini ortaya koyuyor. (Mustafa Oral)