Kürtler 15 yıldır zaten özerkmiş!
Abone olKürt siyasi hareketinin öne çıkan isimlerinden yazar Orhan Miroğlu, Kürt sorununa bakış açısını anlattı
Kürt siyasi hareketinin öne çıkan
isimlerinden Orhan Miroğlu, Vatan gazetesinden Ruşen Çakır'a
verdiği ropörtajda hem Kürt siyasetini, hem de "Silahları Gömmek"
adlı yeni kitabını anlattı.
Miroğlu'nun değerlendirmelerinin satırbaşlarına göre
şöyle:
"PKK silah bırakmamakla hata ediyor. Eğer Öcalan
Türkiye'ye getirilmeyip Avrupa'da kalsaydı PKK şiddetten arınırdı.
Kürtler zaten 15 yıldır "de facto" olarak ken kendilerini
yönetiyorlar"
"PKK İLE YOLA DEVAM"
PKK'nın bundan sonra da Kürtlerin ve Türklerin hayatında
olacağına inanıyorum. Beni diğer Kürt muhaliflerden ayıran da bu
bakış açısıdır. Onlar PKK ile yola devam edilemeyeceğini
düşünüyorlar. Ben belli bir kısım Kürt'ün PKK ile yola devam
edeceği fikrindeyim ama bu haliyle bunun imkansız olduğunu
düşünüyorum, kitapta da tarihin PKK geçmişine karşılık bir gelecek
sunduğunu söylüyorum. Bu geleceği elde etmek değişimi kabul
etmekten ve silahları gömmekten geçiyor
ÖCALAN AVRUPA'DA KALSAYDI?
Öcalan'ın Avrupa'da kaldığı süreci yakından biliyorum. Şu anda Öcalan'la sorun yaşayanlar bunun içinde Kemal Burkay ve Mahmut Baksi de var. Roma'da olduğu dönemde onunla iletişim kurdular. Öcalan Avrupa'da kalsa sadece PKK'nın lideri olarak kalmayabilirdi. Farklı çevrelerin etkisine açık hale gelebilirdi. Bir örgütle alakalı bir coğrafyada 15-20 yıl kalmak kabul edelim ki insan psikolojisinin iyi etkilemez. Bu yüzden Avrupa'da kalması silahları gömmek konusunda katkı sağlardı. Hem Avrupa'da kalıp hem PKK'nın geleneksel yapısını korumak pek mümkün olmazdı. Bugünkü haliyle veya Bekaa'dan yönetildiği haliyle bir PKK'ya Avrupa da izin vermezdi. Kürt Sorunu Avrupa Birliği'nin bir iç sorunu haline gelirdi.
AB İSTEMEDİ!
Avrupa'nın çeşitli kurumları Kürt sorununu sadece bir insan hakları sorunu olarak gördü ve Avrupalılar, bu konuyu siyasi bir konu olarak gündemlerine almadılar. Öcalan'ın Avrupa'da kalması bu algıyı değiştirebilirdi. Ne var ki Türkiye de Öcalan'ın Avrupa'da kalmasını istemedi. Bugün ise İmralı'da geçen süreci Ergenekon'dan ayrı değerlendiremeyeceğimizi görüyoruz. Bu iki kere iki dört. O tarihin yarattığı sonuçları farklı yorumlayabiliriz ama belli ki İmralı tarihi, az çok Ergenekon'la iç içe geçmiş bir tarihtir. Mesela bir komutan Öcalan'a "Herkes ülke dışına çıkmasın, en az 500 PKK'lı kalsın" diyor. Sonra sorgucu komutanlardan bir başkası geliyor ve Öcalan'a, "Bu şiddette bir savaşla devlet sizi ciddiye almaz" diyor.
NORMALLEŞMEYİ ARAMAK LAZIM
Medya bizim gibi aydınlardan PKK'nın kötülüklerini veya PKK'nın kuruluş aşamasında olan tartışmalı şeyleri duymak istiyorlar. Yani bizim fikirlerimizi değil, sadece duymak istedikleri şeyleri duymak istiyorlar. Kemal Bey'in yaşadığı da biraz bu. Meselenin bu şekilde tartışılması hem Kürt aydınlarını zor bir duruma sokuyor hem de Kürt meselesinin barışçıl demokratik çözümüne katkı vermiyor. Böyle olunca PKK sadece kriminal bir örgüt olarak görülüyor, dolayısıyla çözüm de sadece güvenlik tedbirlerinde aranıyor. ABD'den ve Avrupa'dan daha fazla istihbaratla halledebiliriz diye düşünülüyor. Bu aşılması gereken bir mantık.
Yanlış anlaşılmasın, PKK'nın tarihi tartışılmasın demiyorum. Kitabın önsözünde söylediğim gibi o dönemde değil MİT; CIA ve Mossad bile gelip Diyarbakır'da en az 10 tane örgüt kurabilirdi. Buna açık bir siyasi ortam vardı. Bunun sebebi hiç kuşkusuz devletin baskı politikalarıdır. Bu politikalar nedeniyle siyasi ortam, hep canlı ve her türlü gelişmeye açık kaldı. PKK'nın salt nasıl kurulduğunu tartışmak bu sebeplerden ötürü barışa bir katkı sağlamaz.
PKK'DA DEVLETE ÇALIŞANLAR VAR
Bu kuruluşun yarattığı siyasi sonuçlara bakmak ve normalleşmeyi aramak lazım. Yine de PKK'nın MİT tarafından kurulup kurulmadığı tartışmalarına en önemli katkının eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş'ten geldiğini düşünüyorum. Sabah gazetesinin Öneş ile yaptığı söyleşide PKK'yı biz kurmadık dedi ama PKK içerisinde devlet adına çalışan bir grubun hep olduğunu da kabul etti.
KARTLAR KÜRT HAREKETİNİN ELİNDE
Ben PKK'yı ve Kürt hareketine eleştirilerimi değişim bağlamında yapıyorum. PKK'nın bundan sonra da Kürtlerin ve Türklerin hayatında olacağına inanıyorum. Beni diğer Kürt muhaliflerden ayıran da bu bakış açısıdır. Onlar PKK ile yola devam edilemeyeceğini düşünüyorlar. Ben ise belli bir kısım Kürt'ün PKK ile yola devam edeceği fikrindeyim ama bu haliyle bunun imkansız olduğunu düşünüyorum ve kitapta da, tarihin PKK'ya geçmişine karşılık bir gelecek sunduğunu söylüyorum. Bu geleceği elde etmek değişimi kabul etmekten ve silahları gömmekten geçiyor.
YENİLENMENİN YOLU BDP
Bir yenilenmenin BDP'nin iç dinamikleri yoluyla sağlanabileceğini sanmıyorum. Çünkü elinde silahı tutanlar her zaman sivil hareketin ne yapması gerektiğine de karar verdiler. PKK kurumları çok farklılaştı. PKK eski PKK değil. Öcalan Türkiye'ye getirildiği zaman Türkiye'de HADEP vardı. Bugün DTK da KCK da söz sahibi artık. Sonra bir de işin diyaspora kısmı var.. KCK Kürt hareketinin ana damarlarından birini oluşturuyor. Bu problem nasıl aşılacak? Herhalde operasyonlarla aşılmayacak. Türkiye ve PKK siyasi tercihler yapacak. Tek taraflı bir siyasi tercih de mümkün değil. Mesela KCK meselesinde siyasi iklimin el vermesiyle birlikte Öcalan'ın KCK'nın en azından Türkiye'deki faaliyetlerine son verdirebileceğini ve tümüyle BDP'ye işaret edebileceğini düşünüyorum. O zaman yargılama sürecinde de savcılar delilleri görmezden gelirler ve belki pazarlık bile etmeden bu sorun çözülmüş olur. Yeter ki ılıman bir iklime girelim.
PKK MANTIĞINI DEĞİŞTİRMELİ
Türkiye'nin demokratik zeminden uzaklaşmasının büyük hata olduğunu düşünüyorum. Uludere'nin yaşanmasının temel sebebi demokratik zeminden uzaklaşılmasıdır. Bu bazı güçlere cesaret vermiştir. Hükümet meseleyi yeniden güvenlik meselesi olarak kodladı. Özellikle de Silvan olayından sonra. Hükümet haklı mıydı, haksız mı? Bu ayrıca tartışılması gereken bir konu. Bence bugün asıl kart Kürt hareketinin elindedir, Öcalan'ın elindedir. Silvan saldırısına kadar genel mantık şuydu: ya talepler karşılanır ya da yeniden sizinle savaşırız. İşte bu mantığın değişmesi gerekiyor Bugün Öcalan çıkıp "Artık silahlı mücadele bir koz, bir imkan değildir" dese ki 1999'da bunu söylüyordu- oluşacak ılıman iklimi düşünün. Bunun 4-5 yıl sürmesi halinde Öcalan'ın özgürlüğü dahil her şey konuşulur bu ülke de. 2004'te yeniden savaş kararı alınmasaydı Öcalan bugün en azından ev hapsinde olurdu.
KÜRTLER 15 YILDIR KENDİLERİNİ YÖNETİYOR
Kürt hareketinin silah meselesini, hükümetin ona karşı politikalarına göre değil, Türkiye koşullarında şu an elinde bulunan siyasi imkanlarla ölçmesinden yanayım. Nedir bu imkanlar? 100 belediyeyi yönetiyor olmak. Ve üstelik bu yönetim meselesinde 15 yıla dayanan deneyim sahibi olmak. Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesine ilişkin talep, 15 yıldır de facto biçimde de olsa az çok yerine gelmiş bir taleptir. Yasal altyapıda tabii ki aşılması gereken şeyler var. Sonra, 36 milletvekiline sahip olmak, bu sayının şiddetin tarihe karıştığı bir ortamda daha da artacağını gör ebilmek.
Çoğulculuğu, iç demokrasiyi tesis etmiş bir Kürt hareketinin, sadece kimlik talepli bir hareket olmaktan çıkıp, Türkiye ile Ortadoğu'daki Kürt nüfus arasında da, siyasi mana da bir köprü olabileceğini anlamak, bunlara güven duymak, yani silaha değil. Kürt hareketinin değişimi buradan geçiyor.. Dolayısıyla biz eğer KCK operasyonlarına ya da bugünkü Kürt hareketinin karşı karşıya kaldığı baskılara, Uludere katliamına göre yorum yaparsak, elimizdeki bu saydığım imkanlara göre değil de devletin zulmune göre bir pozisyon almış oluruz. Aramızda silahla olan tarihsel ilişkiyi, bu çerçevede yorumlarız. Bu çerçevede yorumlarsak da benim sözünü e ttiğim kısır döngüden çıkamayız ve silahları gömmek mümkün olmaz. Öcalan ve PKK'lilerin şunu kavraması şart: Tarih PKK'ye, geçmişine karşı bir gelecek sunuyor...