Kürtçe yayın AB'li olmanın gereği
Abone olKonunun ulusal stratejisi haline getirildiğini belirten Çandar, AB'li olmanın gereklerini yerine getirmeliyiz dedi.
KÜRTÇE YAYINA DAİR...
Türkiye, bir yandan akıl almaz bir süratle bir "metamorfoz" yaşıyor, kabuk değiştiriyor ve değişiyor; bu olurken, diğer yandan, ne denli "köhne" yapılara ve düşünce kalıplarına sahip olduğunu sergiliyor. Kürtçe yayın konusuna ilişkin gelişmeler ve tartışmalar bu durumu en iyi yansıtan "Türkiye fotoğrafları"ndan biri.
Aslına bakarsanız, ben bu konuda yapılan tartışmaları pek de doğru dürüst izlemiyor ve ilgilenmiyorum. Kürtçe radyo ve televizyon yayını konusu, bundan 12-13 yıl öncesi gündeme gelmişti ve o günün "sorunları" arasında çok önemli ve öncelikliydi. Artık, "Kopenhag Siyasi Kriterleri"ne yerine getirmek bakımından "teknik-bürokratik" bir yanı var. Asıl "siyasi" yanı, bundan yıllarca önce geçerliydi. Geçti.
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile, 1991 ekim ayında bu konuyu konuştuğumuzu hatırlıyorum. Konuyu o açmıştı. PKK'nın taraf olduğu şiddet ortamının doruklarına eriştiği bir dönemde. Konu, "Kürt sorununa çözüm" idi. O konuyu tartışıyorduk.
Benim çözüm yolları arasında yapılması gerekenler sıralanırken, üzerinde durduğum konulardan biri, devletin, Kürt vatandaşları olduğunu kabulünü ortaya koymasıydı. Kürtlerin, Kürt "kimliklerine saygı"yı ifade edecek en önemli göstergelerden biri, Kürtçe radyo ve televizyon yayınına "tek taraflı" bir kararla imkan verilmesi olacaktı. Ancak, Turgut Özal'a "Türkiye'nin mevcut iç dengeleri" nedeniyle, bu önerinin ortaya atılamayacağını da söylemiştim. Mutabık kalmıştı.
Aradan altı ay kadar geçti; tedavi amacıyla bir Amerika seyahatine çıkmak üzere uçağa binmek üzereyken İstanbul'da havaalanında yaptığı bir açıklamada "Kürtçe radyo ve televizyon yayını" konusunu dillendirdi. Örneğin, TRT'nin "GAP kanalı"nda günde birkaç saat, Kürtçe müzik yayını ve Kürtçe haberlere yer verilebilirdi. Kıyamet koptu. Yıllar sonra, "Türkiye'nin AB yolu Diyarbakır'dan geçer" sözünün sahibi olan, dönemin ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, bile Turgut Özal'ı şiddetle eleştirdi.
Türkiye, Turgut Özal'ın ardından bıraktığı "saatli bomba"nın infilakı ile sarsılırken, New York'ta kendisine "Nereden çıktı şimdi bu?" diye sordum. "Vakti gelmişti. Daha fazla gecikemeyiz. Siyaset bir zamanlama meselesidir" demişti. Yıl 1992. Ve, 2004'te hala bu konuyu tartışıyoruz, hala elle tutulur bir gelişme olmadı.
Turgut Özal, konuya sadece "siyasi açı"dan yaklaşmıyordu. Teknolojik gelişmenin farkındaydı. Türkiye, bu konuda ön almazsa, Türkiye'nin Kürtleri, bir süre sonra Kürtçe radyo ve televizyon yayını izlemekten mahrum kalmış olmayacaktı. Radyo dalgalarını ve televizyon yayınlarını, "sanal alemde", gökyüzünde zaptetmenin ve yasaklamanın imkanı yoktu. Nitekim, Ermenistan'dan yayın yapan Erivan radyosunun Kürtçe yayını vardı. Amerika'nın Sesi radyosunun da Kürtçe yayın saati vardı. Türkiye'deki Kürtler, radyolarının düğmesini çevirdikleri vakit, isterlerse, Kürtçe yayını o yıllarda da kendi ana dillerinden dinleyebiliyorlardı.
Çok kısa bir süre sonra, Güneydoğu'nun her köşesinde çanak antenler mantar gibi bitmeye başladı. Şimdiki adı "Roj TV" olan, PKK kontrolündeki "Medya TV", Avrupa'dan yayın yapmaya başlamıştı. 1990'lı yıllarda bir gün Van'dan Tatvan istikametinde giderken, Gevaş yakınlarındaki mezralarda, dağ eteklerinde çanak antenlerin kurulu olduğunu hayretle gördüm. Çanak antene para harcamayanlar, iri tencere kapaklarını aynı amaçla kullanıyorlardı. Türkiye'nin büyük bir bölümü kafasını kuma gömse de, Güneydoğu'nun hatırı sayılır bölümünde "Medya TV"nin "TRT"den çok daha fazla izlendiğini, herkes biliyor.
Bir süre sonra, Kuzey Irak'tan Barzani kontrolündeki bölgeden "Kurdistan TV", Talabani kontrolündeki bölgeden ise "Kurdsat" yayın yapmaya başladı. Çanak anten sahibi olan herkes, sadece Güneydoğu ya da Kürtler değil, Kuzey Irak'tan yayın yapan Kürt televizyonlarını ve bu arada bugün Roj TV'yi izleyebiliyor.
Ayrıca, bilgisayarlardan da televizyon ve radyo yayınlarını izlemek mümkün. Yani, iletişim teknolojisinin geldiği noktada, Türkiye'nin Kürtlerinin "Kürtçe televizyon izlemek, Kürtçe radyo dinlemek" ihtiyaçları yok. Kalmadı. Bunları izleyebiliyorlar.
O nedenle, "Kürtçe televizyon ve radyoya izin" konusu, artık ülkemizdeki Kürt vatandaşlarımızı "tatmin konusu" değil. Türkiye'nin "kendi rejimini tarif" konusu. Bir "demokratik devlet olmak ya da olmamak" konusu. AB yolunda ilerlenmek isteniyorsa, "Kopenhag Siyasi Kriterleri"ne uymak konusu.
Bu, bir "dış dayatma" mıdır? Bir "Avrupa dayatması" mıdır?
Bir "demokratikleşme dayatması"dır demek daha doğru. Kaldı ki, AB'yi isteyen ve bunu onyıllardır resmi bir politika, bir "Türkiye ulusal stratejisi" haline getiren biziz. O takdirde de, "demokratik olma"nın, "AB'li olma"nın gereklerini yerine getirmek durumundayız.
Bunun dışında, "Kürtçe televizyon ve radyo yayını" nerede, nasıl olmalı, nerede, nasıl yapılmalı tartışması, bana, bir nebze "meleklerin cinsiyeti tartışması"nı hatırlatıyor. Zira, Kürtlerin, Kürtçe radyo dinlemek, Kürtçe televizyon izlemek sıkıntısı yok.
Türkiye, bir yandan akıl almaz bir süratle bir "metamorfoz" yaşıyor, kabuk değiştiriyor ve değişiyor; bu olurken, diğer yandan, ne denli "köhne" yapılara ve düşünce kalıplarına sahip olduğunu sergiliyor. Kürtçe yayın konusuna ilişkin gelişmeler ve tartışmalar bu durumu en iyi yansıtan "Türkiye fotoğrafları"ndan biri.
Aslına bakarsanız, ben bu konuda yapılan tartışmaları pek de doğru dürüst izlemiyor ve ilgilenmiyorum. Kürtçe radyo ve televizyon yayını konusu, bundan 12-13 yıl öncesi gündeme gelmişti ve o günün "sorunları" arasında çok önemli ve öncelikliydi. Artık, "Kopenhag Siyasi Kriterleri"ne yerine getirmek bakımından "teknik-bürokratik" bir yanı var. Asıl "siyasi" yanı, bundan yıllarca önce geçerliydi. Geçti.
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile, 1991 ekim ayında bu konuyu konuştuğumuzu hatırlıyorum. Konuyu o açmıştı. PKK'nın taraf olduğu şiddet ortamının doruklarına eriştiği bir dönemde. Konu, "Kürt sorununa çözüm" idi. O konuyu tartışıyorduk.
Benim çözüm yolları arasında yapılması gerekenler sıralanırken, üzerinde durduğum konulardan biri, devletin, Kürt vatandaşları olduğunu kabulünü ortaya koymasıydı. Kürtlerin, Kürt "kimliklerine saygı"yı ifade edecek en önemli göstergelerden biri, Kürtçe radyo ve televizyon yayınına "tek taraflı" bir kararla imkan verilmesi olacaktı. Ancak, Turgut Özal'a "Türkiye'nin mevcut iç dengeleri" nedeniyle, bu önerinin ortaya atılamayacağını da söylemiştim. Mutabık kalmıştı.
Aradan altı ay kadar geçti; tedavi amacıyla bir Amerika seyahatine çıkmak üzere uçağa binmek üzereyken İstanbul'da havaalanında yaptığı bir açıklamada "Kürtçe radyo ve televizyon yayını" konusunu dillendirdi. Örneğin, TRT'nin "GAP kanalı"nda günde birkaç saat, Kürtçe müzik yayını ve Kürtçe haberlere yer verilebilirdi. Kıyamet koptu. Yıllar sonra, "Türkiye'nin AB yolu Diyarbakır'dan geçer" sözünün sahibi olan, dönemin ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, bile Turgut Özal'ı şiddetle eleştirdi.
Türkiye, Turgut Özal'ın ardından bıraktığı "saatli bomba"nın infilakı ile sarsılırken, New York'ta kendisine "Nereden çıktı şimdi bu?" diye sordum. "Vakti gelmişti. Daha fazla gecikemeyiz. Siyaset bir zamanlama meselesidir" demişti. Yıl 1992. Ve, 2004'te hala bu konuyu tartışıyoruz, hala elle tutulur bir gelişme olmadı.
Turgut Özal, konuya sadece "siyasi açı"dan yaklaşmıyordu. Teknolojik gelişmenin farkındaydı. Türkiye, bu konuda ön almazsa, Türkiye'nin Kürtleri, bir süre sonra Kürtçe radyo ve televizyon yayını izlemekten mahrum kalmış olmayacaktı. Radyo dalgalarını ve televizyon yayınlarını, "sanal alemde", gökyüzünde zaptetmenin ve yasaklamanın imkanı yoktu. Nitekim, Ermenistan'dan yayın yapan Erivan radyosunun Kürtçe yayını vardı. Amerika'nın Sesi radyosunun da Kürtçe yayın saati vardı. Türkiye'deki Kürtler, radyolarının düğmesini çevirdikleri vakit, isterlerse, Kürtçe yayını o yıllarda da kendi ana dillerinden dinleyebiliyorlardı.
Çok kısa bir süre sonra, Güneydoğu'nun her köşesinde çanak antenler mantar gibi bitmeye başladı. Şimdiki adı "Roj TV" olan, PKK kontrolündeki "Medya TV", Avrupa'dan yayın yapmaya başlamıştı. 1990'lı yıllarda bir gün Van'dan Tatvan istikametinde giderken, Gevaş yakınlarındaki mezralarda, dağ eteklerinde çanak antenlerin kurulu olduğunu hayretle gördüm. Çanak antene para harcamayanlar, iri tencere kapaklarını aynı amaçla kullanıyorlardı. Türkiye'nin büyük bir bölümü kafasını kuma gömse de, Güneydoğu'nun hatırı sayılır bölümünde "Medya TV"nin "TRT"den çok daha fazla izlendiğini, herkes biliyor.
Bir süre sonra, Kuzey Irak'tan Barzani kontrolündeki bölgeden "Kurdistan TV", Talabani kontrolündeki bölgeden ise "Kurdsat" yayın yapmaya başladı. Çanak anten sahibi olan herkes, sadece Güneydoğu ya da Kürtler değil, Kuzey Irak'tan yayın yapan Kürt televizyonlarını ve bu arada bugün Roj TV'yi izleyebiliyor.
Ayrıca, bilgisayarlardan da televizyon ve radyo yayınlarını izlemek mümkün. Yani, iletişim teknolojisinin geldiği noktada, Türkiye'nin Kürtlerinin "Kürtçe televizyon izlemek, Kürtçe radyo dinlemek" ihtiyaçları yok. Kalmadı. Bunları izleyebiliyorlar.
O nedenle, "Kürtçe televizyon ve radyoya izin" konusu, artık ülkemizdeki Kürt vatandaşlarımızı "tatmin konusu" değil. Türkiye'nin "kendi rejimini tarif" konusu. Bir "demokratik devlet olmak ya da olmamak" konusu. AB yolunda ilerlenmek isteniyorsa, "Kopenhag Siyasi Kriterleri"ne uymak konusu.
Bu, bir "dış dayatma" mıdır? Bir "Avrupa dayatması" mıdır?
Bir "demokratikleşme dayatması"dır demek daha doğru. Kaldı ki, AB'yi isteyen ve bunu onyıllardır resmi bir politika, bir "Türkiye ulusal stratejisi" haline getiren biziz. O takdirde de, "demokratik olma"nın, "AB'li olma"nın gereklerini yerine getirmek durumundayız.
Bunun dışında, "Kürtçe televizyon ve radyo yayını" nerede, nasıl olmalı, nerede, nasıl yapılmalı tartışması, bana, bir nebze "meleklerin cinsiyeti tartışması"nı hatırlatıyor. Zira, Kürtlerin, Kürtçe radyo dinlemek, Kürtçe televizyon izlemek sıkıntısı yok.