Kürt sorununda acı gerçekleri yazdılar
Abone olKürt sorunun çözüzümüne dair kafa yoran yazarlar arasındaki görüş farkı en net biçimde ortaya çıktı.
İNTERNETHABER.COM- Can yakıcı Kürt sorununda ortaya
çıkan iki farklı görüşte sizce hangisi daha doğru ya da gerçeğe
yakın? Öncelikle tarafları belirtmekte fayda var.
Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu ve Bugün yazarı Ahmet Taşgetiren, karşılarında ise Milliyet yazarı Nuray Mert ile Radikal yazarı Cengiz Çandar var. Dört yazar iki günde kendi pencerelerinden Kürt sorununda 'gerçekleri' yazdı.
ACIMASIZ GERÇEKLER
Onbinlerce insanın canına mal olan sorun, ilk kurşunun sıkıldığı 15
Ağustos 1984 yılından bu yana tüm çıplaklığıyla gündemden hiç
düşmedi. Öcalan'ın 12 Haziran sonrası "ya kıyamet ya müzakere"
tehdidini hatırlarsak iktidarı ateşten bir gömleğin beklediği
kesin.
Kimileri sorunu 'Kürt', kimileri
'terör', kimileri de 'ekonomik'
olarak adlandırdı. Ancak şiddetin dili her zaman bölgenin acımasız
gerçeği oldu.
NE İSA'YA NE MUSA'YA DURUMU
Başbakan Erdoğan'ın 2005'te Diyarbakır'da "Kürt sorunu
vardır" çıkışı bu ayrışmanın fitilini ateşlemişti aslında.
İşte bu sözler iki türlü eleştiri aldı. Eleştirenler 180 derece
farklı olsa da düşmanları ortaktı.
Kandil hattı AK Parti'nin lokomotifinde devletin 'Kürtler'i
PKK'dan ayırma operasyonu' olarak gördü. Ankara
penceresinden bakan AK Parti karşıtları ise Erdoğan'ı 'cini
şişeden çıkartmakla' suçladı.
CAN ALICI SORULAR
Hükümetin açılım hamlesiyle Kürt vatandaşlara tanınan haklar sorunu çözüyor mu? İşte tartışmaların bam teli de burası zaten. Kürtleri kim temsil ediyor? Hükümet sorunun muhatabı olarak masaya oturmalı mı oturacaksa karşısında kim ya da kimler olmalı?
Kürtler'in tek temsilcisi PKK mı? BDP ne kadar demokrat? Bölgede farklı bir örgüt neden sivrilemiyor? Özerklik bir tür totaliter yapılanmayı mı öngörüyor? Sorular uzayıp gidiyor. Şimdi sizleri Kürt sorununda yazarların iki farklı görüşüyle baş başa bırakıyoruz:
KÜRT KEMALİZMİNE SORGU
ALİ BAYRAMOĞLU:
Daha önce de yazdım, tekrarlamanın zamanı,
bu sorunun varlığına dikkat çekerken özetle şunları söylemiştim o
gün Diyarbakır'da:
"Demokratik kurumların ve değerlerin yetersizliğinden söz edilen, 'sil baştan' yapılan her yerde ancak totalitarizm ürer. Doğrudan demokrasi, komünden yukarı çıkan bir siyasi karar mekanizması inşa etmek bu koşullarda insanı değil, modeli öne çıkarır, doğrudan demokrasi yukarı doğru dikey bir örgütlenme modeliyle karışır, alttan yukarı çıkan bir korporarist sistem doğar. Tek fikirli yaygın katılım çoğulculuk sanılır, oysa tahrip olan çoğulculuk olur... Dünyada bunun pekçok örneği vardır..."
Sonuç: Kürt sorunu bir gün
özerklik veya başka bir araçla çözülecekse, bu, Türk kamuoyu ve
devletin demokratikleşmesi kadar Kürtlerin çoğulculaşmasına
muhtaçtır. Akse
halde inşa edilen sadece Kürt Kemalizmi olur ve çatışma
bitmez...
AHMET TAŞGETİREN: Bölgeyi Türkiye'den ayrıştırmak ve orada, özel bir örgütlenmenin, yani PKK-BDP-KCK örgütlenmesinin borusunun öttüğü, hatta sadece onların borusunun öttüğü, Kızıl Kmer benzeri bir yapı oluşturma hesabı ve ona imkân vermeme mücadelesi kalıyor.
Bu, öyle sunulduğu gibi, "Ankara" ve "Türkler" adına bir mücadele değil.
Tüm Kürtler'in temsil hakkını kim verdi PKK'ya, BDP'ye, KCK'ya?
Ama onlar, böyle bir temsili almış gözüküyor ve bu temsili onaylamayan herkesin, bu arada bölgedeki herkesin boynunda boza pişiriyor. Can alıyor.
Hizbullah, ki belirli bir örgütü ve gücü vardır, ona karşı bile cinayet işleniyor. Geriye kalan sade Kürt vatandaşın güvenliğinin sözü olur mu bu durumda?
Bence aydınlarımız fazla kredi açtı BDP-PKK-KCK'ya...
Dün Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak) ile Şahin Alpay'ın (Zaman) özerkliğe ve "Kürt Kemalizmi"ne yönelik sorgulamaları, bence bir "Aydın uyanışı" idi. Çok önemli buldum.
BDP VE PKK GERÇEĞİ
CENGİZ ÇANDAR: Ak Parti’nin ‘ideoloğu’ olarak
tanınan bir milletvekili adayı, takma isimle yazdığı yazıda dün
şöyle diyordu:
“... Bugün görünen gerçek, BDP’nin terör örgütünün stratejisine ve
söylemlerine teslim olduğu, kendisiyle birlikte demokrasinin de
altını oyacak davranışlar sergilediğidir. Terör örgütünün kanlı
eylemleri karşısında gereken tepkiyi sergileyemeyen BDP’nin
kışkırtıcı söylemlere devam etmesi, kendi varlığını
anlamsızlaştırıyor ve sivil siyaset sorununu daha da
derinleştiriyor. BDP, bu esaretten kurtulamadığı sürece, demokratik
bir aktör haline gelemez.”
Kâğıt üzerinde doğru gibi görünen bu cümleler, iktidar partisinin
düşünce merkezlerinde Kürt sorununun bunca zamandır hiç ama hiç
anlaşılamadığının bir belgesi olarak duruyor.
BDP’ye, seçmen tabanının üzerine oturduğu, siyasi
hiyerarşide altına girdiği PKK’dan ayırmak için beyhude çabaların
bir örneği daha. 1980’lerden beri süregelen ‘güvenlikçi-devlet
aklı’ ve söyleminin tekrarı. Seçim sonrası, ülkenin bir numaralı
konusuna Ak Parti, BDP ve CHP üçlüsünün ortak mutabakatı ile
gidilmezse, Yemen ve Suriye’yi Türkiye’nin içinden seyretmeye
başlayabiliriz.
Bu kafa yapısı seçim sonrasına taşınırsa, Türkiye’nin bir numaralı
sorununun çözümü doğrultusunda adım atılamaz.
NURAY MERT: Oysa, acı gerçek şudur; bugün Kürtlerin hak ve özgürlüklerinden söz ediyorsak, bu Kürt siyasal hareketinin mücadelesinin bir sonucudur. Buna, biz meşru sayalım veya saymayalım, beğenelim veya beğenmeyelim, ‘silahlı mücadele’ de dahildir. Bu mücadeleyi ‘demokratik siyasal zemine’ taşımak, bir barış süreci başlatmak, ancak ve ancak bu gerçek ile hakkıyla yüzleşmeyi gerektirir. Silahlı mücadele içinde olsun, siyasal hareket içinde olsun, mutlaka gerilim, farklılık söz konusu oluyordur, ancak sorunun çözümü için bunlara bel bağlamanın anlamı yoktur. Silahlı mücadele, toplumsal taban kazanmış durumdadır, bu gibi durumlarda silahlı ile silahsızı ayırmak son derece zordur.