Kürt liderlerle konuşun
Abone olCarpenter, Doğu'daki şiddetin çözümü için Kürt lider ve Kürt siyasi partileriyle diyalog önerisinde bulundu..
ABD'nin başkenti Washington'da CNN TÜRK muhabiri Yasemin
Çongar'ın sorularını yanıtlayan Carpenter, "Türkiye konusunda uzman
değilim ama bu sorunların kanalize edilebileceği yerler olmalı ki
iş şiddete dökülmesin. Tabii ben bu konunun beraberinde getirdiği
endişeleri, Türk halkının çektiği acıları, Güneydoğu’da ödenen
bedeli anlıyorum" dedi.
"Eğer Türk toplumuyla belli bir saygı çerçevesinde iletişim kurmak
isteyen kişiler varsa buna sıcak bakılmalı" diyen Carpenter, PKK
gibi terörist faaliyetlerde bulunanlara ise sert bir biçimde
mücadele edilmesi gerektiğini kaydetti.
"İran'da can yakmak istemiyoruz"
Carpenter, nükleer programıyla dünya gündeminde olan İran için
de,"İran halkının canını yakmak istemiyoruz... Ama İran hükümeti,
uluslararası baskıyı dikkate almazsa, fazla seçeneğimiz kalmayacak.
İran halkı da şunu anlamalı ki, burada tercih kullanan kendi
hükümetleri ve eğer onlar da bu hükümeti desteklerler ise, bunun
uluslararası topluluktan bazı karşılıklar göreceğini anlamalı" diye
konuştu.
"Irak'ta zehirler var"
Irak’ın bünyesinde ise 'zehirler olduğu' yorumunu yapan Scott
Carpenter, ne yapılması gerektiğini şu sözlerle özetledi: "Panzehir
uygulayacaksınız".
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Irak’taki yeni siyasi yapının
kurulmasında bizzat görev almış ve Geniş Ortadoğu Girişimi’nden
doğrudan sorumlu üst düzey yetkililerinden Scott Carpenter
Washington’da CNN TÜRK'ün stüdyo konuğuydu.
İnsan Hakları ve Demokrasiden Sorumlu Dışişleri Müsteşar Yardımcısı
Carpenter, Yasemin Çongar'ın Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünden,
Hamas ve İran’ın nükleer programına kadar çeşitli konulardaki
sorularını yanıtladı.
Yasemin Çongar: Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi hakkında
bir soruyla başlamak istiyorum. Bu konu, Dışişleri Bakanı
Condoleezza Rice’ın Ankara ziyareti sırasında iki ülke arasında
sıkı işbirliği yapılan konulardan biri olarak gündeme geldi. Ancak
bu, aynı zamanda Türkiye’de çok yanlış anlaşılabilen bir girişim.
Bazıları buna, ABD’nin Ortadoğu’daki politikasının bütününü
kapsayan ya da Washington’ın kendisine dost hükümetler bulamadığı
ülkelerdeki rejim değişikliği hevesini yansıtan bir ad gibi
bakıyor. Konuşmamızın başında bu girişimin geldiği yer konusunda
bizi bilgilendirmeniz için size bir dakika vermek istiyorum.
Girişimde hangi noktadayız? İyi gidiyor mu, yoksa bazılarının
dediği gibi durdu mu? Ve Türkiye’nin buradaki rolü nedir?
Scott Carpenter: Bu fırsatı vermenize memnun oldum, çünkü girişim
konusunda çok yanlış anlamalar, yanlış kavrayışlar var. Bu
girişimin, bölgenin herhangi bir yerinde rejim değişikliğini ya da
devrimci bir değişimi kışkırtmakla hiçbir ilgisi yok. Esasen, BMENA
(Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika) Girişimi bir ortaklık. G8’deki
sanayileşmiş ekonomiler ile bölgedeki Arap hükümetleri ve İspanya,
Türkiye, Pakistan vb. gibi ortak bir hedefi benimseyen diğer bazı
ülkeler arasında kurulmuş bir ortaklık.
Bu hedef, bölgede ekonomik, sosyal, siyasi alanlardaki büyük
eksiklikleri görerek, ortaklar olarak birleşip bu eksiklikleri
giderme çabası. Çünkü bu bölgedeki büyük zorlukları sizin
kanalınızda ve dünyadaki diğer haber kanallarında her gün
izliyoruz. Çok fazla kargaşa var. Ortada çok sayıda işsiz genç
insan var. Aşırılık yanlılarının, şiddeti özendirenlerin ideolojisi
var. Bu nedenle, biz kolektif olarak, alternatif bir vizyon sunmak
zorundayız. BMENA girişimi de bu.
Hükümetlerden ve sivil toplumdan ortakları biraraya getirerek,
bölgenin karşı karşıya olduğu reform konularına odaklanıyoruz.
Girişimin öncü platformu olan Gelecek İçin Forum’un bundan sonraki
toplantısı aralıkta Amman’da, Ürdünlülerin ve G8’in dönem
başkanlığını yürüten Rusların evsahipliğinde toplanacak. ABD, iki
yıldan beri G8’in başkanlığını yürütmüyor. Girişim kendi
momentumunu yakalamış durumda ve birçok şey oluyor.
Türkiye, bunun son derece önemli bir ortağı. Bölgeye ilişkin sahip
olduğu geniş bilgi ve deneyimi ortaya koyuyor. Ayrıca kendi
deneyimlerini paylaşıyor. G8 ülkeleriyle birlikte Türkiye’nin de
Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi’nin parçası olması, bu
sürece herkesi memnuniyetle karşıladığı bir dinamizm katıyor.
Çongar: Burada reform konuşuyoruz. Ortadoğu’da reform derken, aynı
zamanda demokrasiden bahsediyoruz. Dışişleri Bakanı Rice, Ankara
ziyareti sırasında Türk muhataplarından Filistin halkının, Batı’nın
Hamas hükümetini izole etme politikasından kaynaklı sıkıntılarını
dinledi. Bölgedeki birçok kişi şunu soruyor: “ABD bölgede demokrasi
istiyor deniliyor, ama eğer sonucuna katlanmaya razı değilseniz
neden seçimleri teşvik ediyorsunuz?”
Carpenter: Bence burada bir ayrım yapmalıyız. Seçimlerin sonucuna
katlanmaya hazırız. ABD Başkanı Bush ve Bakan Rice, seçimler
nedeniyle Filistin halkına çok açık bir şekilde övdü. Ben seçimleri
El Cezire, Al Arabiya televizyonlarında, bu seçimlerin Arap
dünyasında yansıtılma biçiminden etkilenerek izledim. Bu seçimleri
izleyen çoğu Arabın “neden bizde de böyle seçim olmasın” dediğini
düşünüyorum.
Ama Filistin halkının bir terörist örgüt olan, İsrail ile barışçı
müzakere gerekliliğini kabul etmeyen, uluslararası anlaşmaları
tanımayan Hamas’ı seçmesi bizi çok zor durumda bırakıyor. Evet,
kimi isterseniz onu seçebilirsiniz. Ama demokrasiler her zaman her
konuda birebir aynı düşünmeyebilirler. Bakın ABD ve Fransa gibi iki
büyük millete, her konuda anlaşamıyoruz. Ya da bizim ülkelerimizin
(Türkiye ve ABD’ye) ilişkisine bakın, geçmişte zorluklar yaşadık ve
bunları aşarak devam ediyoruz.
Demokrasi olmamıza rağmen bazen ilişkilerimizde pürüzler oldu.
Burada da aynı şey söz konusu. Filistin’de uluslararası normlara
saygı göstermeye hazır bir hükümet kurulana dek birlikte
çalışabileceğimiz bir muhatap bulamayız. Dolayısıyla bu bizim
tercihimiz değil, Hamas hükümetinin tercihi. Bizimle birlikte
çalışmak, bizimle işbirliği yapmak onlara kalmış.
Çongar: Ne dediğinizi anlıyorum ama burada bir risk yok mu?
Filistin halkı, sandıktaki tercihinden dolayı cezalandırıldığını
düşünürse, demokrasi hevesi kırılmaz mı?
Carpenter: Bence uluslararası topluluk hiçbir şekilde Filistin
halkını cezalandırmıyor. Batı Şeria’da, Gazze’de harcanmış olan
para, ABD’de vergi verenlerin, bu binada ve Washington’da başka
yerlerde çalışanların cebinden çıkıyor. Biz bu parayı Filistin
halkını desteklemek için severek veriyorduk. Şimdi orada, bize ve
İsrail’e karşı çıkan, barış sürecini kabul etmeyen bir parti varken
bunu sürdürelim mi? Bu sadece ABD’nin değil, Avrupa’nın da
meselesi. Herkes aynı hissi paylaşıyor.
Biz Filistin halkıyla işbirliği yapmak istiyoruz. Filistin halkının
insani ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla, hükümetle (Hamas’la)
işbirliği yapmamızı gerektirmeyen bir plan açıkladık. Sorun,
Filistin halkında değil, seçilmiş hükümetin yaptığı tercihlerde.
Öyleyse neden demokrasiyi teşvik etmeyi sürdürmemiz gerek? Çünkü
demokrasinin kendi içinde bir düzeltme mekanizmasını barındırdığını
biliyoruz.
Batı Şeria’da ve Gazze’de bundan sonra yine seçimler yapılacak.
Oysa seçimler yerine devrimlerle işbaşına gelen rejimler yerlerinde
çok uzun bir süre kalır. Onun için de bu kendi kendisini düzeltme
mekanizmasına sahip olmak önemli. Eğer halk memnun olmazsa,
işbaşındaki beceriksizleri başından atar. Türkiye’de de aynı şey
oluyor, demokrasi kendi kendisini düzeltiyor, bu kritik bir unsur.
Oysa İran’da Şah’ı devrimle deviren rejim 25 yıl sonra hala
yerinde.
Çongar: Bölgede, Hamas’ın Filistin’deki başarısının yanı sıra,
Lübnan’da Hizbullah’ın, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in seçimlerde
siyasi zemin kazanması ardından şöyle bir izlenim doğdu: “ABD
demokrasiden vazgeçiyor, çünkü seçimlerin radikalleri, İslamcıları
iktidara getirdiğini, laik ve özgürlükçü olmayan unsurlara güç
kazandırdığını gördü.” ABD demokrasi hedefini gerçekten terkediyor
mu diye sorunca herhalde “hayır” diyeceksiniz. Ama radikal
İslamcıların iktidara taşınması istikrara ve uzun vadede
demokrasiye hizmet eder mi?
Carpenter: Burada iki soru içiçe, hızla cevaplamaya çalışacağım.
Başkan’ın yeni açıkladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi açıkça ortaya
koyuyor ki, ulusal güvenlik çıkarımıza ilişkin saptamamızın bir
sonucu olan demokrasiyi ilerletme hedefimizden hiçbir şekilde geri
adım atmıyoruz. Bölgede istikrar istiyoruz ve bölgede uzun vadede
istikrarı garantilemenin tek yolu demokrasiden geçiyor. Ama bizim
gerekli gördüğümüz şey şu: Tercih, sadece otoriter rejimlerle
radikal İslamcılar arasında bir tercih olmamalı. Bu ikisinin
ortasında çok geniş bir alan olması gerekir. Sorun, bu rejimlerin
çoğunun mevcut çerçevesi diğer seslerin çıkmasına izin vermediği
için insanların önünde sadece sahte bir seçenek olması.
Örneğin, herkes bir süre önce Mısır’da yapılan seçimlerden
“Müslüman Kardeşler çok başarılı oldu” diye söz ediyor. Evet,
parlamentodaki sandalyelerin yüzde 25’ini kazandılar. Ama kaç kişi
oy kullandı biliyor musunuz? Halkın sadece yüzde 20 kadarı oy
kullandı. Bu, demokrasiyi istemedikleri anlamına mı geliyor? Hayır,
sadece daha fazla seçenek istediklerini gösteriyor. Bence bu
toplumlarda, öyle alanlar yaratmak zorundayız ki, insanların
sesleri
işitilebilsin ve belli kanallardan herkese duyurulabilsin. Kenara
itilip sistem karşıtı partilere dönüşmek zorunda kalmasın.
Çongar: Ulusal Güvenlik Stratejisi’nden bahsettiniz. O belgede,
İran “ABD çıkarlarının kaşısındaki en büyük tehdit” olarak
tanımlanıyor. “İran’da rejim değişikliği istiyor musunuz” diye
sormayacağım, çünkü bence rejimin değişmesini istediğiniz gayet
aşikar. Ama ABD’nin İran’da rejimin değişmesini
kolaylaştırabileceğine inanıp inanmadığını sormak istiyorum.
Carpenter: Rejim değişikliği politikası gütmek ile bir ülkedeki
siyasi, ekonomik ve toplumsal seçenekleri artırmayı öngören bir
politika gütmek arasında fark var. Bu, İran halkının yapabilmesi
gereken bir tercih.
Ayetullah Humeyni 1979’da iktidara gelidiğinde, anayasa referandumu
yaparak halka dinsel bir teokrasi mi cumhuriyet mi istediğini
sordu. O günkü tercih üzerinde yorumu bir yana bırakalım, ama neden
İran halkı şimdi de aynı seçeneğe sahip olmasın? Neden İran halkına
demokrasi mi yoksa teokrasi mi istediğine karar verme hakkı
sunulmasın? Bırakın onlar karar versin. Bizim asıl söylediğimiz
bu.
Kendi içinde gereken denetim ve hesap verme mekanizmalarını
barındıran demokratik bir hükümet, haydut bir devlete dönüşmez.
Bunu yapamaz, çünkü halkın elinde denetleme, hesap sorma imkanı
vardır. Bu mekanizmaları İran’da göremiyoruz. İran’da bütün
yetkilerin tepedeki tek bir dini liderin elinde olmadığı, çok daha
dengeli bir hükümet yapısı görmek istiyoruz.
Çongar: İran’ı yakından izlemeye çalışanlarımız halkın rejimden
belli şikayetleri, rahatsızlıkları olduğunu görebiliyor. Ama
gündemdeki nükleer mesele, İran’a karşı yaptırım uygulanmasını,
hatta iş o noktaya gelirse, askeri harekata gidilmesini gündeme
getirebilir. Bu tür adımlar İran halkını mevcut rejime
yakınlaştırmaz mı?
Carpenter: Bence bu çok önemli bir soru. Biz, biz derken de
uluslararası topluluğu kastediyorum, hiçbir şekilde İran halkının
canını yakmak istemiyoruz. Bunu istemiyoruz. Kimse İran halkını
etkileyecek yaptırımlar istemiyor, rejime baskı yapmaya
çalışıyoruz. Ama İran hükümeti, uluslararası baskıyı dikkate
almazsa, fazla seçeneğimiz kalmayacak. İran halkı da şunu anlamalı
ki, burada tercih kullanan kendi hükümetleri ve eğer onlar da bu
hükümeti desteklerlerse, bunun uluslararası topluluktan bazı
karşılıklar göreceğini anlamalılar. Özellikle Türkiye’nin kaygısını
anlıyorum; dünyanın çok tehlikeli bir bölgesinde bulunuyor, her
yanında tehditler var, orada birçok sorun var. Ama Türkiye de bizim
gibi bu şu kaygıyı paylaşıyor ve paylaşmalı ki, demokratik olmayan
ve elinde nükleer silahlar olan bir İran, Türkiye dahil bütün bölge
için inanılmaz bir tehdit oluşturacaktır.
Çongar: Irak’a geçelim. Bağdat’ın düşmesi ardından 14 ay orada
kaldığınızı biliyorum. Resmi biyografinizden bir bölümü aynen
okuyacağım: “Kendisi, Berlin Duvarı’nın yıkılışından bu yana bir
ülkede gerçekleştirilen en büyük demokratikleşme çabasının
şekillendirilmesine ve hayata geçirilmesine liderlik etmiştir.” Bu
ifade, az bir şey değil. Ama bugün Irak’a bakınca, zorlukları
görünce, ölüm mangalarına, cezaevlerindeki işkenceye ilişkin
bilgileri alınca ne düşünüyorsunuz? İşler gerçekten nasıl gidiyor?
Bu hala başarılı bir operasyon sayılabilir mi?
Carpenter: Bu bir bakış açısı meselesi. Bence Irak’ta gerçek bazı
sorunlar var. Irak’ın siyasi bünyesinde zehirler var. Bence
zehirlere karşı ne yapılması gerektiği açık, panzehir
uygulayacaksınız. Bizim ve diğerlerinin çabaladığı, milyonlarca
Iraklı’nın bugün uğraştığı iş, sivil toplumu inşa etmek. Hiçbir
siyasi, resmi denetime tabi olmadan bugün Irak’ta çalışan sivil
toplum kuruluşlarının sayısı, ülkenin her yanında yayınlanmaya
başlanan gazetelerin sayısı, yeni televizyon ve radyo
istasyonlarının sayısı, Irak için kendi vizyonlarını savunan etkin
siyasi partilerin sayısı, bütün bunlar terörün, hoşgörüsüzlüğün
panzehiri olmalı.
Yakında yeni hükümet de yerine oturunca, bunları ileriye götürecek,
sivil toplumun daha da gelişmesi için alan yaratacak ve bu ülkenin
ilerlediğini görebileceğiz. Zorluklar muazzam. Buna hiç kuşku yok.
Ama ya oturduğumuz yerde “ne yapalım yani” diyebiliriz ya da Irak
halkının arkasında durabilir ve hepimizin istediği türden bir
geleceği kendileri için inşa etmelerine yardımcı olabiliriz. Ben de
iş sahibi olmak istiyorum, çocuklarımın iyi eğitim görmesini
istiyorum, ülkemi kimin yöneteceğini seçmekte rolümün olmasını
istiyorum. Bence çoğumuz aynı şeyleri istiyoruz.
Çongar: Iraklıların bu istekleri, iç savaşı önleyecek kadar güçlü
mü?
Carpenter: Son derece, son derece öyle.
Çongar: Irak’ı sorunca “bu bir bakış açısı meselesi” dediniz ve
size kesinlikle katılıyorum. Ben de bir başka bakış açısı sunayım.
Ünlü Türk romancısı Orhan Pamuk’u tanıdığınızdan eminim. Kendisi
geçenlerde New York’ta Pen’in düzenlediği Dünya Edebiyat
Festivali’nde konuştu ve Irak Savaşı’nın bölgeye barış, demokrasi
ve fikir özgürlüğü getirmediğini, aksine milliyetçi ve Batı karşıtı
hissiyatın yükselmesine neden olduğunu söyledi. Bu, daha çok
demokrasi, daha çok hak ve genel olarak daha Batı tipi bir toplum
isteyenlerimizin, Pamuk’un “azınlık” dediği bu grubun işini daha da
zorlaştırdı. Yani Pamuk’a göre, Irak Savaşi demokrasi getirmediği
gibi, milliyetçiliği ve Batı karşıtlığını yükselterek, bilakis
demokrasiye zarar veriyor…
Carpenter: Türkiye’deki durumun böyle olduğunu biliyorum. Ve bu
beni ciddi biçimde kaygılandırıyor. Çünkü Türk ve Amerikan
halklarının çok uzun süreden beri çok yakın dost olduklarını da
biliyorum. Türkiye’deki anket sonuçlarını gördüm. Bu beni gerçekten
endişelendiriyor. Sayın Pamuk’a saygım var ve kitaplarını da çok
seviyorum ama reform peşindeki başka liberal seçkinler var ki onlar
şimdi bir fırsat doğduğunu düşünüyorlar.
Bugünkü tartışmalar 2000’de, 2001’de gündemde bile değilken, Arap
reformu konusu şimdi herkesin gündeminde. Dolayısıyla biz kısmen de
olsa fırsat yarattık. Bu hemen bir istikrar ortamı oluştuğu
anlamına gelmez. Ama artık insanların elinde fikirlerini ortaya
koyma fırsatı var. Kamuoyu sorun yaratabilir ama bu birçok ülkede
karşılaşılan bir durum. Zaten bu da, yönetimde olanlar için bir
toplumu yönlendirme ve doğru çerçeve oluşturma fırsatıdır. Bizi
kaygılandıran bizi sevmeyen ülkeler olması değil. Biz ülkelerin
uzun vadede istikrarlı olmalarını istiyoruz.
1980’lerin Güney Amerika’sına bakacak olursanız ABD’nin birçok
diktatörlüğe destek verdiğini görürsünüz. Peki bunu neden yaptık?
İstikrar uğruna. Ancak kısa süre içinde kendimizi direniş
hareketleriyle karşı karşıya bulduk, ve düşünce biçimimizi
değiştirmemiz gerektiğine karar verdik. Böylece bölgede demokrasiyi
desteklemeye başladık. Şimdi hemen hemen bütün bölgeye demokrasi
hakim oldu. Böyle olmayan ülkelerin sayısı parmakla sayılacak kadar
az. Peki bu ülkelerin hepsi, bizimle her konuya birebir aynı mı
bakıyor? Hayır. Bu durum çok azı için geçerli. Ama bu emniyet
subapları sayesinde çok daha istikrarlı ve dengeli bir konumdalar.
Dolayısıyla, diplomasi üzerinde daha çok çalışmamız lazım, tıpkı
Türkiye örneğinde olduğu gibi. Son dönemde iki taraf da daha çok
çaba harcamak durumunda kaldı. İşler eskisi kadar kolay değil,
çünkü Türkiye’nin kendisi de evrimden geçti, demokrasisi çok daha
fazla olgunlaştı, halkın isteği doğrultusunda kararlar alınmaya
başlandı. Tabi bu da işleri çok daha karmaşık hale getiriyor.
Çongar: Türkiye konusuna geleceğim, ama diyorsunuz ki bölgede
Pandora’nın kutusunu açmak kısa vadede istikrarsızlık yaratabilse
bile, uzun vadede istikrarı sağlayacak tek yol budur.
Carpenter: Söylediğim şu: Bölgedeki sorunlar öyle derin ki ve bu
sorunlar o kadar uzun süre gözardı edildi, bölge yönetimleri
tarafından o kadar uzun süre dikkatlerden uzak tutuldu ki artık
birşeylerin değişmesi gerekiyor. Ve Arap dünyasındaki birçok
siyasi, lider bu gerçeği kabul ediyor. Bu siyasetçiler biz
istediğimiz için değil, kendi halkları için en iyisinin bu olduğunu
gördüklerinden değişiyorlar. Fas kralı Muhammed, Cezayir’de
Buteflika, hatta Mısır’da Mübarek, evet Mübarek bile, son yıllarda
inanılmaz işler yaptılar. Suudi Arabistan kralı Abdullah da
açılımlar yapıyor. Bunların hiçbirini biz istediğimiz için değil,
toplumlarında bu tür değiþikliklere ihtiyaç olduğunu düşündükleri
için yapıyorlar.
Çongar: Son olarak Türkiye’yi konuşalım. Türk demokrasisinin
gelişiminden sözettiniz. Biliyorsunuz ki, Amerikan-karşıtı
demeyelim, ama şu anda Türkiye’de ABD ile ilgili çok da iyi
duygular taşımayan insanlar olmasında ABD’nin Kuzey Irak’taki PKK
varlığına karşı bir şey yapmamasının, PKK sorununda başka yollardan
yardım etse bile, bu noktada kökten çözüm için askeri anlamda
birşey yapmak istememesinin de payı var. Ben size Bakan Rice dahil
birçok yetkiliye sorulduğu gibi neden bu konuda birşey
yapılmadığını sormayacağım, yanıtlarını biliyoruz. Ama siz
demokrasi ve insan hakları konularıyla doğrudan ilgili biri olarak
konuyu sadece bir terör sorunu olarak mı yoksa aynı zamanda bazen
Kürt meselesi de denilen bir demokrasi sorunu ve bir siyasi sorun
olarak mı görüyorsunuz?
Carpenter: Bir toplumda ne zaman şiddet başgösterse, ki biz de
burada (ABD’de) yurttaşlık hakları hareketini yaşadık, ne zaman
bazı gruplar dillerini kullanmak gibi kültürel haklarını talep
etseler, böyle bir durumda bir tartışma yapılabilmesi lazım. Teröre
asla boyun eğilemez. Hiçbir zaman teröristlere taviz verilmemeli.
Ama eğer Türk toplmuyla belli bir saygı çerçevesinde iletişim
kurmak isteyen kişiler varsa buna sıcak bakılmalı. Ama tabii PKK
veya diğer terör faaliyetlerinde bulunanlarla sert bir biçimde
mücadele edilmeli. Bu hiçbir demokratik sistem tarafından
hoşgörülemez.
Çongar: Konuyu açıklığa kavuşturalım. PKK ile diyalogdan
sözetmiyorsunuz, tam olarak kimle diyalog kurulabilir?
Carpenter: Siyasi liderler ile.
Çongar: Kürt siyasi liderleriyle mi?
Carpenter: Evet, Türkiye’deki Kürt siyasi partileriyle ve
diğerleriyle. Türkiye konusunda uzman değilim ama bu sorunların
kanalize edilebileceği yerler olmalı ki iş şiddete dökülmesin.
Tabii ben bu konunun beraberinde getirdiği endişeleri, Türk
halkının çektiği acıları, Güneydoğu’da ödenen bedeli anlıyorum.
Bildiğim kadarıyla bölgede uzun süredir önemli iyileşmeler de oldu.
Bu konuda söyleyebileceklerim bu kadar.
Çongar: Sayın Carpenter Washington’daki stüdyomuzda konuğumuz
olduğunuz için çok teşekkür ediyoruz.
CNN TÜRK