Kürt gençlerinin dağa çıkışı arttı!
Abone olKürt işadamı Mehmet Kaya'ya göre güneydoğudaki bu sessizlik hayra alamet değil. Dağa çıkışlar arttı!
İNTERNETHABER
Taraf Gazetesi'nin röportajda usta ismi Neşe Düzel'in bu haftaki
konuğu Kürt işadamı Mehmet Kaya. Kaya'nın şu sözleri düşündürücü:
Öcalan PKK'nın dağdan inmesini sağlar ama bu, Kürt sorununu
çözemez, bölgedeki yoksulluğu bitirmez... Sessizliğe bakmayın dağa
çıkışlar arttı...
Kaya'nın Düzel'e anlattıklarından ilginç satır başlıkları
şöyle:
Abdullah Öcalan serbest bırakılsa da bu gençlerin öfkesi yatışmaz. Yoksulluk bitmedikçe kızgınlık bitmez.
Apo, örgütün dağdan inmesini sağlar, ama çözüm için ekonomi ve demokrasiyi atbaşı iletletmemiz lazım.
90 kuşağı olan gençler kendilerini bu ülkeye ait hissetmiyorlar. Şehirde hiçbir şey tüketemeyen bir durumdalar.
Diyarbakır'da ne devletin ne de özel sektörün toplam bin kişi
istihdam eden tek bir kuruluşu var.
Bir milyon 600 bin Diyarbakırlının yüzde 25-30'u açlık sınırının altında ve günlük geliri bir dolardan az...
Diyarbakır'da alışveriş poşetiyle gezmeye utanıyorsunuz. Devlet ilköğretimde okuyan kız çocuğuna 35, erkek çocuğa 20 lira veriyor. Çok sayıda aile böyle geçiniyor.
Kürtler'in yaşadıkları Türkler'in başına gelseydi ne hissederlerdi? Türkler sadece bir gece düşünseler, Kürt sorununun çözümünde büyük adım atılmış olur.
Diyarbakır 1923'te ülkede üçüncü ticaret ve sanayi kentiyken, Misak-ı Milli'nin komşularla ticareti yasaklanmasıyla çöktü. Devlet bölgenin zenginleşmesini istemiyor.
Sessizliğe kanmayın, Dağa çıkış arttı. Kürtlerde, taş atan çocukların dramı, Diyarbakırzindandlarındaki işkenceden daha çok öfke yarattı.
Bursa'daki maç, açılımı sabote etmek için Ergenekon girişimiydi.
Hiçbir taraftar kitlesi lig maçına bin Türk bayrağı getirip
sallamaz.
Neşe Düzel'in Mehmet Kaya ile yaptığı röportajın tam
metnini okumak için ikinci sayfaya geçin
NEDEN: MEHMET KAYA
Biz medyada hep ‘Kürtler’ diyoruz. Acaba Kürtler diye yekpare bir kitle var mı? Türkler arasında olduğu gibi Kürtler arasında da çeşitlilik yok mu? Newroz’u meydanlarda toplanarak olaysız kutlayan yüz binlerce Kürtle, Diyarbakırspor maçında şiddet görüntüleri yaratan Kürtler arasında duygu ve görüş farklılıkları var mı? Eğer varsa, o zaman Kürtlere de “hangi Kürtler?” diye bakmak gerekmiyor mu? Çok çeşitli Kürt kesimlerin yaşamları nasıl? Bunların, Kürt sorununa bakışları, çözüm önerileri ve hükümetten talepleri neler? Kürtlerin arasındaki en belirgin farklılıklar hangi noktalarda? Bu yıl Newroz’un olaysız kutlanmasının nedeni ne? Yüzbinler ne söylemek istiyorlar? Diyarbakırspor’un son iki maçındaki şiddet olaylarını nasıl açıklamak lazım? Kürt gençleri çok mu öfkeliler? Yaşlı ve genç Kürtler arasındaki farklar neler? Kürt gençleri ne istiyor? Öcalan Kürt sorununu çözebilir mi? Kürt sorunu nasıl çözülür? Şiddet nasıl biter, barış nasıl gelir? Bütün bu konuları, Kürt toplumunu zenginiyle yoksuluyla, genciyle yaşlısıyla, sporcusuyla siyasetçisiyle çok yakından tanıyan işadamı Mehmet Kaya’yla konuştuk. Eczacılık da yapan ve uzun yıllar Diyarbakır Eczacılar Odası başkanlığını üstlenen Mehmet Kaya, geçen dönem Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı’ydı. Kaya, bir dönem de Diyarbakırspor’un futbol sorumlusuydu.
* * *
NEŞE DÜZEL: Bu sene Newroz kutlamalarıyla ilgili bir yasak yok. Büyük kitlelerin toplanmasına ve büyük gösteriler yapılmasına rağmen bir olay çıkmadı. Meydanlara toplanan on binlerin vermek istediği mesaj ne? Kime, ne söylemek istiyorlar?
MEHMET KAYA: Batı, Newroz’u örgüt üyelerinin kutladığı bir bayram olarak algılıyor. Oysa Newroz, Kürt halkının bayramıdır ve bunu bütün Kürtler kutlar. Meydandaki yirmi kişiye sorsanız, on sekizi “PKK’li değilim” der. Meydanlarda toplanan bu insanlar tek bir mesaj veriyorlar. “Dilimle, geleneğimle, kültürümle, bayramımla ben Kürdüm. Beni böyle kabul edeceksiniz. Türkiye’de bir Türkün sahip olduğu haklar neyse, ben de aynı haklara sahibim. Bunu böyle bilmelisiniz” diyorlar. Bu insanlar, ‘ben PKK nedeniyle meydanlardayım. Tek temsilcim o’ mesajını vermiyorlar. Onlar, Cumhuriyet tarihi boyunca reddedilen bir toplumun varlığını Newroz’la barışçı yoldan ispat ediyorlar.
Meydanlardaki barışçı ve sakin
gösterilerin aksine Diyarbakırspor’un son iki maçında müthiş şiddet olayları gözüktü. İki davranış
arasındaki bu farkı nasıl açıklamak lazım?
Kendimi bildim bileli Diyarbakırspor’un maçlarına giderim, bir ara takımın yöneticisi de oldum. Her şey Bursa’da başladı. Bursa’daki maç futbolla ilgili değildi. Tamamen Kürt açılımını sabote etmeye yönelik bir Ergenekon girişimiydi. Hiçbir taraftar kitlesi bir lig maçına bin beş yüz Türk bayrağı getirip sallamaz ve iki yüz metre uzunluğunda “Ne mutlu Türküm diyene” pankartı açmaz. Bu, Ergenekonvari biri yapı tarafından organize edilmiş bir olaydı. Bu işte siyasi partiler de olabilir. Bursa maçı öncesinde MHP Başkanı milliyetçiliği kışkırtan açıklamalar yaptı. Hemen maçtan sonra Baykal, “Açılım yaparsan işte karşılığında bu olur” dedi. Dönüp baktığınızda tabloyu daha net okuyorsunuz.
Tam olarak ne görüyorsunuz?
Bakın... Üç hafta önce Denizlispor Diyarbakır’a geldi.
Diyarbakırspor’u yendi ve alkışlarla sahadan ayrıldı. Kürt sorununa
en radikal bakan kesim Karadeniz sahilidir. Bölgenin takımı
Trabzonspor Diyarbakır’a geldi, o de yendi ve alkışlarla uğurlandı.
Bursaspor’a gelince... Bursaspor maçı Kürtler tarafından tamamen
etnik bir saldırı olarak algılandı. Çünkü bizde insanlar, “PKK
dışarı” sloganını, PKK dışarı diye anlamazlar. “Kürtler dışarı”
diye anlarlar. Bunu bir aşağılama ve ırkçı saldırı olarak görürler.
İşte bu algı insanlarda bir refleks yarattı.
Diyarbakır’daki maçta olayları kim çıkardı?
Kürt gençleri çıkardı. Bunların büyük kısmı 20 yaşın altındaydı.
Zaten Diyarbakır nüfusunun yarısını yirmi yaşın altındaki gençler
oluşturuyor.
Kürt gençleri çok mu öfkeli?
Gerçekten çok öfkeli ve çok kızgınlar. Koşullara bir bakın.
Diyarbakır’ın eğitim yaşında olan nüfusunun yüzde 45’i şu anda
okula devam etmiyor. Yani ilköğretim ve lise öğrencisi yaşındaki
iki gençten biri eğitim almıyor. Okulu bırakmışlar ve kendilerini
Kürt olarak ifade ediyorlar. 1990 sonrası kuşak bunlar ve bugün 20
yaş ve altındalar. Doğdukları günden beri de çatışmanın,
kayıpların, yoksulluğun ve açlığın içindeler. Bunlar...
Evet...
Bunlar, Diyarbakır’a göçle gelmiş ailelerin çocukları. Bölgede bir
milyon insan zorunlu göçe tâbi tutuldu. Bu insanlara devlet bir
gece, “yarın köyünüzü boşaltacaksınız” dedi. Bu insanlar, 1990
sonrasında boşalttıkları köylerine hâlâ geri dönemediler.
Kentlerde kırık dökük bir, iki odalı yerlere sığındılar ve hâlâ
işsiz durumdalar. Diyarbakır’da tamamen böyle göçle oluşmuş büyük
yerleşim yerleri var.
Genellikle medyada hepimiz “Kürt” diyoruz ve bu sözcüğün büyük bir
toplumu temsil ettiğine inanıyoruz. Kürtler, yekpare bir yapı mı
yoksa kendi içinde farklılıklar var mı?
Çok büyük farklılıklar var. Kürt dendiğinde hemen PKK veya DTP
çizgisi algılanıyor ama aslında üç kesim Kürt var. Bir, orta sınıf
ve üst orta sınıf Kürtler. Yani burjuva Kürtler... Demokrasinin
gelişmesi bunlar için çok önemli. İki, orta sınıf ve orta sınıfın
biraz altı Kürtler. Bunlar için de demokrasi önemli. Üç, DTP
çizgisindeki Kürtler.
DTP’li olmayan Kürtlerden başlayalım. Bunların önceliği
neler?
DTP çizgisinde olmayan orta sınıf Kürtler de kimlik
hassasiyetine sahipler. Kürt kimliğinin korunmasını, insanların
dilini özgürce kullanmasını, kültürünü yaşayabilmesini istiyorlar.
AB’ye üye olmuş, demokrasisi gelişmiş zengin müreffeh bir
Türkiye’de Kürt kimliğiyle yaşamak istiyorlar. Zaten Türkiye’de AB
üyeliğine en çok destek bu bölgede veriliyor.
AKP, Güneydoğu’dan epeyce oy alıyor. AKP’ye oy verenler hangi
Kürtler?
Orta sınıf üstü ve orta sınıf Kürtler AK Parti’ye oy veriyor. Gelir
seviyesi Türkiye ortalamasına yakın tüccar, sanayici, büyük esnaf,
yönetici, serbest meslek sahibi insanlar bunlar. Bir de
biliyorsunuz bölgenin AKP’ye uygun muhafazakâr bir yapısı da
var.
Onların beklentileri neler?
AK Partili Kürtler bölgenin ekonomik gelişmesini çok önemsiyorlar.
Bölgede yoksulluk ve işsizlik biterse, Kürt sorununun çözümünde
önemli aşama sağlanacağına inanıyorlar. Bölge ülkeleriyle iyi
ilişkiler istiyorlar. Bir de AK Parti’nin dille ve kültürle ilgili
yasakları kaldırmasını bekliyorlar. Bunlar, Kürtlerin yaşadığı
ülkelerle iyi ilişkileri bir zenginleşme yolu olarak görüyorlar.
Niye derseniz...
Niye?
Diyarbakır 1923’te Türkiye’nin üçüncü büyük ticaret ve sanayi
kentiyken, Misak-ı Milli’nin komşularla ticareti yasaklaması
sonucunda çöktü. İsmet İnönü’nün raporunda yazılıdır. Mardin’de
yılda 130 bin top kumaş işlenirken, bir anda sınır kapatıldığı ve
Suriye’yle alışveriş kesildiği için Mardin tekstili üç bin tona
düştü. Zaten bölgenin zenginleşmesi hiçbir zaman devletin amacı
olmadı. Bölge Cumhuriyet döneminde batıyla, ülkenin batısıyla bile
entegrasyonu sağlayamadı. Ayrıca terörle, köy boşaltmalarıyla ve
mera yasaklarıyla bölgede hayvancılık da bitti ve bölge çok geri
kaldı. Artık ekonomiyi öne çıkarıp bölge acilen yoksulluktan
kurtarılmalı. Çünkü yoksulluğun olduğu yerde, insanlar maç dahil
bütün taleplerini şiddetle ifade ederler. Türkiye şiddet sorununu
ancak yoksulluk sorununu çözerek halleder. Aslında Diyarbakır çok
şanslı bir il.
Hangi açıdan şanslı Diyarbakır?
Zengin bir bölgede bulunuyor. Irak’ın yılda 36 milyar dolarlık
ithalatı var. Bunun 20 milyar dolarını biz sağlayabiliriz. 20
milyar dolarlık ihracat bölgenin kurtuluşu demektir. Başbakan “Ben
bölgeye sekiz katrilyon para verdim” diyor sürekli. Erdoğan’ın yedi
yılda verdiği bu parayı biz Irak’tan bir yılda alabiliriz.
Irak’la ilişkiler epey gelişti. Ticaret niye
gelişmiyor?
Irak’la aramızda hâlâ sadece Habur kapısı var. Bizim ihracatçılar
20 gün sınırda beklemek zorunda kalıyorlar. Oysa İran’ın beş,
Suriye’nin üç kapısı var Irak’la. Türkiye, bölgenin Irak’la
entegrasyonundan endişe ediyor.
Peki... DTP çizgisine oy veren Kürtlerin beklentileri
neler?
Bunlar için hayatlarında en önemli sorun Abdullah Öcalan’ın serbest
bırakılmasıdır. Türkiye’de Kürt sorunu, maalesef sadece DTP
çizgisinin talepleri üzerinden okunuyor. Oysa bu ülkede Öcalan’ın
özgürlüğü dışında önceliklere sahip olan Kürtlerin sayısı,
bunlardan çok daha fazla. Ama demokrasi gelişmedikçe, Kürtler
arasındaki bu farklılıklar açığa çıkamıyor. İnsanlar Kürt toplumunu
bir azınlık üzerinden görüyor ve tanımlıyor.
Kürtler arasında eğitimli olanlarla olmayanlar arasında görüş
farkları var mı?
En önemli fark şu: Eğitimli Kürtler, şiddetin bir hak arama yöntemi
olarak kullanılmaması gerektiğini yüksek sesle söylüyorlar. PKK’nin
artık şiddetten vazgeçmesi ve dağdan inmesi gerektiğini
savunuyorlar.
Eğitimsiz Kürtler dağa mı çıkmak istiyorlar?
Onlar, dağa çıkmaya hazırlar. Unutmayın ki bu ülkede dağa
çıkmanın ortamı hâlâ mevcut. Eğitimsiz Kürtler, bugüne dek
elde edilen Kürt kazanımlarının tamamının PKK’nin şiddeti sayesinde
sağlandığına inanıyorlar. “Kürtler ne zaman silah bıraktıysa,
hakları o gün ellerinden alındı. Bizim şiddetten başka yöntemimiz
yoktur. Şiddeti uygulayana sahip çıkacağız. Hatta gerekirse şiddeti
kentlere taşıyacak şekilde organizasyonlar da yapacağız” diyorlar.
Bugün herkes, PKK’yi 1980 sonrasında Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan
zulümlerin yarattığını söyler.
Doğru değil mi?
Doğru. Ama o gün yapılan zulümler herkes tarafından bilinmiyordu.
Bugün ise taş atan çocukların dramını herkes biliyor. 1990’larda
dört bin köyün boşaltıldığını, bir milyon insanın göç ettirildiğini
herkes konuşuyor. Özellikle taş atan çocukların yaşadığı dramın
toplum üzerindeki etkisi ve yarattığı psikolojik yıkım, 1984’teki
Diyarbakır zindanlarında yaşanan işkencelerden çok daha etkili
bugün.
Tam olarak ne demek istiyorsunuz?
Bu çocuklar başlarına gelenlerden ötürü intikam almak ve
çatışmak istiyorlar. Bu çocukların arkadaşları dağda ölüyor.
Dağdaki arkadaşlarına öldürülmesi gereken bir terörist olarak
bakılması, bu çocukları çok rahatsız ediyor. Batı’da insanlar
dağdakilerin ölmesini, ‘bir terörist daha öldü’ diye algılıyor ama,
dağdan gelen her genç cenazesi bölgede büyük travma yaratıyor. Her
operasyon ve ölüm, bölgede şiddeti daha da tırmandırıyor. Dağdan
bir çocuğun cenazesinin gelmesi, on çocuğun dağa gitmesi anlamına
geliyor. 1990 kuşağı dediğimiz zorunlu göçün ürünü olan ve mutlaka
bir yakınını dağda kaybeden, kendisine şiddetten başka hiçbir çözüm
sunulmamış olan bu çocuklar çok öfkeliler. Bunlara söz
geçirilemiyor. Bu gençler, KCK veya bir başka derin operasyon olsun
her eyleme hemen hazırlar. Bu kuşağı bir süre sonra KCK da
durduramaz.
Öcalan durduramaz mı?
Öcalan bu gençler üzerinde çok etkilidir. PKK’nin şehir sempatizanı
olan bu gençler kendilerini tamamen Öcalan’la ifade ediyorlar ve
ona “irademiz” diyorlar. “Öcalan irademizdir” diye iki milyon imza
topladı bunlar. Ama bugünkü sessizliğe bakıp aldanmayalım. Son
dönemde dağa çıkışlar arttı. Taş atan çocuklara verilen cezalar
öfkeyi çok arttırdı.
Kürtlerin yekpare olmadığını anlattınız. Bu çok çeşitli Kürtlerin
ortak noktaları ne?
Hepsinde Kürt kimliği hassasiyeti var. Hepsi de anadilde eğitim
dahil, Kürtçenin kullanımının önündeki tüm engellerin
kaldırılmasını istiyor. Temel sorun dildir. Kürtler, Kürt kökenli
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kendilerini özgürce ifade
edebilmek istiyorlar. Anayasa’daki Türk milleti tanımı, Türkiye’yi
oluşturan bütün insanları kapsamıyor. Biz, Azerbaycan’dakine Türk
dedik, Kuzey Irak’takine “bizden değil” dedik. Bölgedeki Kürdü
böyle kaybettik. İnsanlara zorla İstiklal Marşı dinletemezsiniz.
Dağlara “Ne mutluyum Türküm diyene” yazarak yol alamazsınız.
İnsanların bu ülkeye aidiyet duygularını geliştireceksiniz. Onlara,
buranın eşit vatandaşı olduklarını, İstiklal Marşı’nın kendi marşı
olduğunu hissettireceksiniz. Ortak değerlerin içine Kürt
unsurlarını koyacaksınız. Mesela Başbakan Kürt sanatçılarından söz
ettiğinde insanlar çok mutlu oluyor.
PKK’nın talebi ne?
İlk zamanlarında ayrılıktan bahseden PKK şimdi kendini tamamen
Öcalan’ın muhataplığı ve salıverilmesine endeksledi. Kürtlerin
talepleri sadece Öcalan’ın salıverilmesi değildir. Bu, belli bir
kesimin talebi olabilir ama tamamının talebi değildir. Şu anda PKK,
sanki Kürtlerin tamamı aynı sesi veriyor gibi bir hava yaratıyor
bölgede. Öcalan’la görüşülebilir ve çözüme katkıda bulunması
sağlanabilir ama... Öcalan’la görüşmeyi tek çözüm yolu olarak öne
çıkarmak, ülkeyi doğru bir yola götürmez.
Hükümetin Kürt açılımı çok başarılı yürümüyor. Hükümet nerede hata
yapıyor?
Hükümet sorunu Kürtsüz çözmeye çalışıyor. Sorunun çözümünde ne
kendi Kürtlerini kullanıyor ne de BDP’yi. Bırakın BDP’lileri,
Başbakan çözüm için kendi Kürt milletvekillerini bile muhatap
almıyor.
Parlamentonun ve hükümetin alacağı ne tür kararlar Kürt sorununu
çözüme yaklaştırabilir?
Anayasayı değiştirmek, vatandaşlık tanımından Türklük tanımını
çıkarmak ve dille ilgili bütün yasakları kaldırmak şart. Açılıma
dağdan indirmeyle başlayamazsınız. Diyelim ki bugün dağdan indiler
ve ovaya geldiler. Ovada her şey yolunda mı gidiyor? Bu insanların
tekrar dağa çıkmalarını engelleyecek ne var bu ülkede? Bunlar gene
dağa çıkacaklardır. Çıkmış olanları indirmek bir tarafa, bugün
dağa çıkmak isteyen yeni gençler var bu ülkede.
Çok öfkeli Kürt gençliğinin öfkesi nasıl yatışır?
Bunların talepleri nedir? Öcalan’ın serbest bırakılması. Öcalan’ı
serbest bırakalım ve öfkeleri yatışsın diyelim. Ama gerçek durum
böyle değil. Bizde devlet, ilköğretimde okuyan 170 bin çocuğun
ailesine şartlı nakil transferi adı altında ayda belli bir para
veriyor. İlköğretimde okuyan kız çocuğa ayda 35, erkek çocuğa 20
lira veriyor. Bölgede çok sayıda aile, sadece çocuklarının okul
parasıyla geçiniyor.
Ayda 20 lirayla mı?
Yirmi, otuz lirayla. Bazısı, üç çocuğunu ilkokula gönderiyor
ve karşılığında 90 lira alıyor. Tek geliri bu okul parası olan çok
sayıda aile var. Bu parayı okuyan çocuğa harcamıyor, o parayla eve
erzak alıyor. Postaneye gidin kendiniz gözünüzle görün. Kadınlar,
çocuk parasını almak için saatlerce sırada bekliyorlar, kuyruklar
oluşturuyorlar. Alacağı para 60-70 lira. Bu parayla bir ay boyunca
bir aile geçiniyor. Diyarbakır’da bu ailelerin oturduğu beş tane
gecekondu yerleşim alanı var. Bir, iki odalı yerlerde 10-12 kişi
yaşıyor. Açlık sınırında bir yaşam sürdürüyor bunlar.
Böyle kaç bin kişiden söz ediyorsunuz açlık sınırında
yaşayan?
Diyarbakır’ın nüfusu bir milyon 600 bin civarında. Bunun yüzde
25-30’u açlık sınırının altındadır. Günlük gelirleri bir doların
altındadır. Bu aileler ilköğretimden sonra
nasıl çocuklarını okutsun? Okutamıyorlar tabii ki...
Öcalan serbest bırakılsa bunların öfkeleri yatışmaz
mı?
Yatışmaz. Yoksulluk bitmedikçe bu kızgınlık bitmez. 90 kuşağı olan
bu gençler kendilerini bu ülkeye ait hissetmiyorlar. Sen bu
insanları köylerinden, üretici durumundan alıp getirmişsin ve
şehirde hiçbir şey tüketemeyen bir duruma sokmuşsun. Bunların
geçimlerini sağlayacak bir yapı oluşturmak şart. Dünyada sosyal
güvenlik sistemlerinde bu uygulamalar var. Her eve hiç olmazsa
asgari ücretin yarısı kadar bir para olan 300 liranın her ay
verilmesi gerekiyor. Bu kesimdeki öfkenin yatışması için bu tabloya
müdahale etmeniz gerekiyor. Düşünün... Diyarbakır’da ne devletin ne
de özel sektörün toplam bin kişi çalıştıran tek bir kuruluşu var.
Bugün Diyarbakır’da yeşil kartlı sayısı kaç biliyor musunuz? 630
bin.
Nüfusun neredeyse yarısı yeşil kartlı mı?
Evet. Bu, hiçbir sosyal güvencesi yok demek. Adına hiçbir tapu,
gayrımenkul ve sigortanın olmaması demek. Altı-yedi kişilik
ailesinin aylık gelirinin 225 liranın altında olması demek. Yani
kişi başı ayda 30 liranın düşmesi demek. Yani günlük gelirinin bir
doların altında olması demek. Böyle 630 bin civarında nüfus var
burada. Bunlar, 2005 yılına dek ilaçlarını ya birilerinin karnesi
üzerinden alıyorlardı ya da hiç alamıyorlardı. Ancak 2005’ten sonra
ilaçlarını alabildiler. Ben eczacıyım, o günlerde adamın biri
eczaneye geldi. Bana iki reçete gösterdi. “Eczacı Bey, ikisi aynı
mıdır?” dedi. Baktım... Biri 2004’ün ikinci ayına ait. Diğeri
2005’e ait. Aradan bir yıl geçmiş. Baktım verilen ilaç aynı. Adama,
“Evet reçeteler aynı. Niye sordun” dedim. “O zaman çocuk hastaydı.
İlacını alamadım. Şimdi bu hak çıktı. İlacını almaya şimdi geldim”
dedi. Bu adam hasta çocuğunun ilacını almak için bir yıl
beklemiş.
İnsanın bu şehirde ruh sağlığını koruması çok zor olmalı, değil
mi?
Ben, elimde alışveriş poşeti taşımaktan utanıyorum. Çocuğu bir yıl
ilaç bekleyen biri bu devlete aidiyet duygusuyla nasıl bağlı
olabilir ki? Böyle bir toplum var burada. Bugün Öcalan’ı
istedikleri kadar öncelikleri olarak koysunlar. Yarın Öcalan’ı
serbest bırakın. Üç ay sonra yine çatışmalı ortam ortaya
çıkacaktır. Yoksulluğu çözmediğiniz sürece bu kızgınlık, bu öfke
dinmez bitmez burada.
Peki, Apo barışı nasıl etkiler?
Örgütün dağdan inmesini sağlar ama bu, Kürt sorununu çözmez,
bölgedeki yoksulluğu bitirmez. Bölgede demokrasiyi ve ekonomiyi at
başı ilerletmeniz lazım. Çünkü hangi demokratik adımı atarsanız
atın, ekonomik refah getirmeyen hiçbir adım bu toplumda huzur
yaratamaz. Öcalan’a gelince...
O ne yapabilir?
Bugüne dek onu hiç muhatap almadık ama Öcalan her dönemde haber
gönderip bölgede çatışmalar yarattı, eylemler yaptırdı. Bugün de
diyor ki, “Ben haber göndereyim, barışı sağlayayım”. Bugüne kadar
çatışmaları yaratan haberleri göndermesine engel olmamışsınız.
Şimdi bırakın... Barışı sağlamasına da engel olmayın. Bunun
yöntemini yaratın. Öcalan dolaylı olarak muhatap alınabilir.
Türkiye büyük ülke diyoruz. Büyük ülkeler sorunlarını çözen
ülkelerdir. Sorunlarını büyüten ülkeler değildir. Kürtler savaşın bitmesini kesinlikle istiyor.
Kürtlerin en büyük endişesi ne?
Demokratikleşme adımlarının durması. Her olayımız Bursaspor maçı
gibi olursa, biz bu ülkede yaşayamayız. Ayrılmayı savunur hale
geliriz. Bursa’daki gibi ilişkimiz olacağına ayrılalım, hiç olmazsa
öyle huzur içinde yaşarız diye düşünürüz. Barış iklimini oluşturmak
için, bölgede yaşananların Türk toplumuna anlatılması gerekiyor.
Bölgede yaşananlar Türklerin başına gelseydi ne hissederlerdi, bunu
Türkler eğer bir gece düşünseler, Kürt sorununun çözümünde çok
önemli bir adım atılmış olur! Ben eczacıyım. Hiçbir siyasi çizgiyle
bağım yok. Ben dört defa gözaltına alındım. İşkenceye uğradım.
Nasıl olduğunu anlatsam gülersiniz.
İşkenceye nasıl gülebilirim?
1990 başlarında Dicle’de eczacılık yapıyordum. Bir polis, kendisine
ilaç vermedim diye beni kafasına taktı. Polis bir şey istedi, siz
hayır dediniz. Sizi alıp Diyarbakır’a götürüyordu ve orada işkence
yapılıyordu. Bazen Dicle’nin bütün esnafını toplayıp Diyarbakır’a
götürüyorlardı. “Bunlar örgüte para veriyorlar” diye suçluyorlar.
Ortada ne belge var, ne de bir işaret. Öyle keyfî muameleler
yapıldı ki bu ülkede. Türklerin bunları bilmeleri gerekiyor!