Uzayda hayat var mı sorusunun en güvenilir cevâbı , hiç şüphesiz,Mûcize olduğu kanıtlanmış olan, kendisinden başka tanrı olmayan Allâh’ın kitabı Kurân’dadır. Uzayda hayat var mı sorusunun en güvenilir cevâbı , hiç şüphesiz, Mûcize olduğu kanıtlanmış olan, kendisinden başka tanrı olmayan allâh’ın kitabı Kurân’dadır. iki âyette açıkça bildirilmiştir, uzayda hayat vardır . 1- Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan nahl sûresinin 49’uncu âyeti : “ve Allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler .” 2- Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti “ve O’nun (Allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden) , yaratılış (tarz)ı gökler ve yer(yüzünü)n ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve o (onların)toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi ölçüler koyan) .” Bu iki âyette bahsedilen gökler, uzaydır . Gökler kelimesi her ikisinde de çoğuldur, bu da bildiğimiz evrende her yerde hayat olduğuna delildir . İkinci âyetteki yaydı kelimesi tozun yayılmasını ifâde eden “besse” fiilidir . Bu fiil ile ifâde edilen yayılma, tozun yayılması gibi, üste, alta, öne, arkaya, sağa, sola, her yöne yayılmayı anlatır . Öyleyse âyette bu fiille anlatılan , göklerde, uzayda yayılmadan anlaşılan, evrenin her bölümünde hayatın varlığıdır . 24’üncü sûre olan nûr sûresinin 45’inci âyetinde, bu iki âyette Bahsi geçen “dâbbe” kelimesi tarif edilmiştir. Bu âyette anlatılan dâbbe târifi : 1- Her dâbbe (kımıldayan, canlı) su’dan yaratıldı . (öyleyse uzayda her yerde su var) 2- Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı karnı üzerinde gider, yâni sürüngendir . 3- Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı iki ayağı üzerinde gider . 4- Dâbbenin (kımıldayanın, canlının) bir kısmı dört üzerinde gider . (dört ayaklılar ve iki ayak, iki kol üzerinde giden maymun türleri gibileri) Kur’ân’da târif edilen dâbbe (kımıldayan, canlı) târifi budur. Göklerde, uzayda var olan hayat budur. Yâni dünyâdaki hayat gibidir uzaydaki hayat. Bâzı âlimlerin, tefsircilerin dâbbe ,meleklerdir demeleri, büyük bir hatâ, bu kur’ân âyetlerini inkardır . 16’ncı sûre olan nahl sûresinin 49’uncu âyetinde “ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden ve melekler” sözünde “dâbbe” ve “melekler”in ayrı ayrı anılması da “dâbbe” ve “melekler”in farklı varlıklar olduğu anlaşılıyor . Ayrıca meleklerin su’dan yaratılmadığı ışıktan yaratıldığı hakkında hadis vardır . Böylece hiç şüphesiz anlaşılıyor ki kur’ân, göklerde, yâni uzayda hayatın varlığını bildiriyor . Ayrıca göklerde, uzayda hayatın varlığına dâir hadisler var. Bu da ayrı bir delil olarak kur’ân’la uyumludur. Böylece bu konudaki hadislerin kur’ân’a uygun olduğu kesinleşir . Örnek bir hadis : “bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (îranlılardan)adamlar” Uzayda akıllı canlılar. Uzayda hayat varmı konusu son yüzyılın insanlarının en çok merak ettikleri konulardan biridir. İslamın bu konuda ne bildirdiği kur’ân ve hadislerdeki apaçık delillere rağmen tartışma konusu olmuş , bu konuda ihtilaf edilmiş. Hiç şüphesiz kur’ân ve hadislerle bildirilen gerçek uzayda hayâtın varlığıdır. İki âyetle açıkça bilrildiği gibi uzayda dâbbe (kımıldayan) denilen canlı türleri vardır. Bu konuyu açıklayan “kur’ân’da uzayda hayat” adlı yazımda buna dâir bilgi edinebilirsiniz. O yazıda delil olan iki ayet ve bir hadis sundum. O iki ayet ve hadis şunlardır: 1- Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan nahl sûresinin 49’uncu âyeti : “ve allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler ”. 2- Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti. “ve o’nun (Allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden) , yaratılış (tarz)ı gökler ve yer(yüzünü)n ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve o (onların) toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi ölçüler koyan) ”. 3- hadis “bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (îranlılardan) adamlar”. Bu konunun anlaşılması için öncelikle bilinmesi gereken , âlemler kelimesinin anlamıdır. Âlemîn nedir: Kuranda alemin kelimesini tarif eden ayetler var. 26 şuara 23’üncü ayette firavun musaya soruyor 1 - gökler ve yer ve ikisi arasında ne var ise hepsi (mekansal ; yükseklik ve alçaklık) 2 – şimdikiler ve ilk var olanlar (zamansal ; şimdi ve geçmiş) 3- doğu ve batı ve arasında ne varsa hepsi ( yüzeysel ; enlilik) yani kuranda bahsedilen alemin kelimesi çok boyutlu olarak evren ile ilgili bir kelimedir. Alemin en az bunlardır ve bunlar içinde dünya okyanusa nisbetle bir damla su kadar yer tutmaz. Alemin dünyadır iddiası olanlar bir toz zerresinin dünya olduğunu iddia etmekten bile daha beter bir küçültme yapmaktadırlar. Kuranda Alemin hakkındakiler bunlardan ibaret değil. Konuyu çok uzatabilecek bir tartışmaya sebep verebilir , açıklanması zor bir konu olduğu için devamından bahsetmiyorum. Kur’ân’da uzayda akıllı canlıların varlığını bildiren âyetler ise şunlardır; (25 furkân 1) “mübârek oldu (o) ki inici etti (gerçeği , yanlışı) farkettireni (furkân’ı) kuluna , olur diye evrenlere bir uyarıcı”. (6 en’âm 90) “(işte) onlar (onlar) ki (gerçeğe) iletti allâh böylece (gerçeğe) iletenine onların aynı şekilde uy , de , değil istiyorum (istemiyorum) sizden üzerine onun bir ücret, o (kur’ân) ancak hatırlatmadır evrenler için”. (12 yûsuf 104) “ve ne istiyorsun (istemiyorsun) onlardan üzerine onun her hangi bir ücretten (bir şey) , o ancak bir hatırlatma evrenler için”. Furkân kur’ân’ın niteliklerinden bir niteliktir. Bu kelime kur’ân’da 7 adeddir. 7 aded olması ile evrenlerin kurandaki tariflerinden bir tarifte “gökler ve yer ve ne varsa arasında o ikisinin” cümlesiyle tarifinden anlaşıldığı gibi uzay ve ondakiler evrenlerdir. Kuranın bildirmesi ile bildiğimiz gökler 7 kattır. Bu ilişkide kuranın matematik mucize yapısına işaret etmekle birlikte furkan kelimesinin gök katları adedince olması , bu ayetle ilgilendirilince furkanın gök katlarının 7 adeddinin hepsine gönderildiğine işaret olur. Furkan , iyiyi , kötüyü , doğruyu, gerçeği , yanlışı ayırd ettiren , farkettiren anlamındadır. Furkân kur’ânda 1- Salat ve selam ona yüce allâh’ın elçisi muhammede indirildiği bildirilir ve kur’ân hakkında nitelik , vasıf olarak kullanılır. ( 2- bakara 185) (3 âli imrân 4) (25 furkân 1). Ayrıca yevmel furkân (gerçek ve yanlışı ayırd ettiriren gün) Olarak kullanılır. (8 enfâl 41). Ayrıca mü’minlere furkan (gerçeği , yanlışı ayırd ettiren , fark ettiren) va’dedilir. (8 enfâl 29) Böylece salat ve selam ona yüce allâh’ın elçisi muhammed ve ümmeti hakkında 5 âyette geçer, bunlardan biri selam onlara yüce allâh’ın elçileri mûsa ve hârun ve îsâ hakkında ortak kullanılır. 2- salat ve selam onlara mûsâ ve hâruna indirildiği bildirilir (2 bakara 53) (3 âli imrân 4) (21 enbiyâ 48). Böylece 3 âyette selam onlara yüce allâh’ın elçileri mûsâ ve hârûn hakkında kullanılır , bunlardan biri salat veselam ona yüce allâh’ın elçisi muhammed hakkında ortak kullanılır. Sonuç : furkan kelimesi kur’ân’da 3 peygamber hakkında kullanılır. 1- salat ve selam ona yüce allâh’ın elçisi muhammed. 2- selam onlara yüce allâh’ın elçileri mûsa ve hârun. 3- ayrıca 3 âli imrân 4 numaralı âyette incilin de anılması sebebiyle selam ona yüce allâh’ın elçisi îsâ bupeygamberlere dâhil olabilir. Furkân evrenlere ,yâni 7 kat gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlara uyarıcı olsun diye allâh’ın kuluna , yâni muhammede indirildi. Öyleyse 7 kat gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda , yâni evrenlerde uyarılması gereken akıllıcanlılar var. Eğer evrenlerde uyarılması gereken canlılar olmasa idi furkân’ın onlara uyarılmaları için indirilmesi anlamsız, saçma olurdu. Uzayda akıllı canlıların varlığına bu hadis delildir. İşte o hadis: “bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur fars oğullarından (îranlılardan) adamlar” Ülker’de ilim yada îmân varsa , hiç şüphesiz orada akıllı canlılar vardır.Kur’ân’da furkan kelimesinin bahsedilen 3 peygamber hakkında kullanılmış olmasının da özel bir anlamı var. Anlaşılan bu peygamberler dünya dışındaki bu canlılara da peygamber olmuşlar. Buna dair hadisler de var . Öyleyse furkan evrensel iletişim gücü ile ilgili bir özellik olabilir.Kaynağı nakledilmeyen bu hadisi (berakat yayınevinin , “altıparmak peygamberler tarihi” adlı kitaptan , “miraçtan sonra zuhur eden vakıalar” başlıklı bölümden alarak , açıklamalar ekleyerek aşağıda yazılmıştır.) Ayrıca aynı kitapta birinci göğe çıkmadan önceki gökte dünyâ göğünde (aşağı gökte) mi’râc’ın başlangıcındagördüklerini anlatarak salat ve selâm ona yüce Allâh’ın elçisi şöyle diyor: 1 - “bir deryâya eriştim denizde ve karada ne kadar hayvan var ise o deryâda mevcût idi. muallakta (asılı olarak havada) duruyor ve bir damla damlamıyordu”. (ayrıca birinci kat göğe kadar olan bölümün yıdızların tümünün içinde bulunduğu dünya göğü (alt gök) olduğu birincigöğün dolayısıyla 7 göğün bu göğün üzerinde olduğu bu hadisin devamından anlaşılıyor.) Anlaşılan bu hadiste bildirilen canlılar insan ve cin türü ileri akıl seviyesinde olmayan hayvan türü canlılardır. Âyetler ve hadislerle bildirildiği gibi hayvanlarında aklı vardır. Ancak asıl konu edindiğimiz , insanların akıl seviyesine benzer akıllı canlılardır. Aşağıdaki konular bu tür ileri akıl seviyesindeki canlılara dâirdir. 2 - Ye’cûc ve me’cûc Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki, “Cebrâîl aleyhisselam beni ye’cûc ve me’cûc tâifesine iletti. Onları îmâna ve allâh’u teâlâya ibâdete da’vet ettim. Açıklama; Hakkında pek çok hadis olan ye’cûc ve me’cûc’un mi’râc konusunda olması göklere yapılan yolculuk sebebiyle , uzaydaolması muhtemel canlılar olarak düşünülmesi mümkün. Ancak buna dair şüphesiz bir delilim yok. Ye’cûc ve me’cûc’un dünyâda olmasıda mümkün olabilir. Zülkarneynin onları hapğsettiği ile ilgili âyet ve hadisler var. Zülkarneynin onları dünyada bir yerde hapsetmiş olması mümkün olsada buna dâirde kesin bir bilgim yok. Uzayda olması muhtemel akıllı canlılara bunlar örnektir. Öyleyse ye’cûc ve me’cûc ile ilgili tüm âyetler ve hadisler uzayda hayat konusuyla ilgili olarak incelenmelidir. Bu kavmin akıllı canlılar oldukları fakat insan olmadıkları bildilmiştir. 3 - “Sonra beni şehre ilettiler ki , biri meşrıkta ( doğuda) , diğeri meğribde ( batıda) idi. Bu şehirlerin her birininiki bin kapısı var idi. İki kapısının uzaklığı bir fersah idi” (bir fersah yaklaşık 5 kilometre). Açıklama; 2000 kapı var ve her kapı arasındaki uzaklık 5 kilo metre . Öyleyse bu şehirlerin çevresi 2000 x 5 = 10 000 kilometre. Eğer bu şehirler dairesel şekilde iseler. 10 000 bölü 3,14 = 3 184 , 713 . Yani eğer bu şehirler dâiresel şekilde iseler genişlikleri 3 bin 184 kilo metre olur. Bu kadar büyük bir şehir dünyada yok, bilinen tarihtede yok. Öyleyse bu şehirler dünya dışında , uzayda olan şehirler olabilir. Ev durumu hesabı; 3 184 000 metrelik çapı olan bu şehrin yarı çapı 1 592 000 metre , alanı 1592 000 x 1 592 000 x 3. 14 = 7 958 216 000 000 metre kare ortalama 2000 metre kare alanabir ev olsa 7 958 216 000 000 bölü 2000 = 3 979 108 ev yapılabilir. Aşağıdaki hesaba göre 44 milyar 160 milyon olan nüfusa göre; 44 160 000 000 bölü 3 979 108 = 11 097 kişi bir evde yaşamak zorunda olacaktır. Öyleyse bu canlıların evleri çok katlı olmak zorundadır . Bir ailede 6 kişi olsa bir evde (11 097 bölü 6 =) 1849 daire olmak zorundadır. Bu türde bir ev ileri teknoloji gerektiren gökdelen türü ev olmak zorundadır. Bu tür bir yerleşimin mümkün olması ,dünyanın genişliği ile hesaplanırsa , dünya nüfûsu arttıkça dünyanın insanlar için yeterli olmayacağı endişesinegerek olmadığı , gelişen teknoloji ile uygun çözümlerin bulunabileceği anlaşılır. İbrânî dili konuşurlardı. Kur’ân ve hadislerde bahsedilen âd kavmi ile ilgili tüm bilgiler uzayda hayat konusuyla ilgili olarak incelenmelidir. Bu kavmin akıllı canlılar oldukları , islamı kendilerine tebliğ eden peygamberleri olduğu , cennete çağırıldıkları ve cehennemle uyarıldıkları âyet ve hadislerle bildirilmiştir. Selam ona sâlih peygambere îmân etmiş olmalarına gelince. Âd kavmine pek çok peygamber gönderilmiş , sonunda selamona hûd peygamber gönderilmiş ve kur’ân’da hûdun kavmi olarak târif edilmişler. Hûd’a îmân etmedikleri için helak edildiler. Ardından semûd kavmine sâlih peygamber gönderildi. Âd kavminden olan mü’minler ise helak edilmediler. Bu hadiste bildirilen âd kavminden kurtulan mü’minlerin semûd kavminin peygamberi sâlihe de îmân ettikleridir. Mağribde (batıda) olan şehir ise süryânî lisâniyle konuşurlardı. Her kapıda on bin kişi silâhıyla beklerdi. Her ay bu on bin kişi gider başka on bin kişi gelirdi. Kıyâmete kadarböyle olup , bir gelene bir daha nöbet gelmez. Tahmînî bir hesap ; 2000 kapı , her kapıda 10 000 asker. 2000 x 10 000 = 20 000 000 (20 milyon asker). Peygamberimizin yaşadığı çağdainsanların toplamı bile ancak bu kadar olabilir. Öyleyse 20 milyon askeri olan iki şehrin dünyâda olması imkansız. Aradan geçen 1400 küsür yılda insanların nüfûsu en az 1000 kat artmış olmalı. Buna rağmen , yeryüzünde 20 milyonlu askeri olan hiç bir ülke yok. Onların sayısı da artıyordur... 20 milyon asker çıkaracak bir toplumun nüfûsu asker sayısının en az 4 katı olmak zorundadır. Öyleyse bu iki şehrin her birinin nüfûsu : (20 000 000 x 4 = 80 000 000 ) 80 milyon her ay , her kapı için 10 000 asker çıkaran topluluğun nüfûsu . Ümmeti muhammed gibi ortalama 65 yıl yaşıyorsalar , 20 yaşında asker oluyorsalar , 65 yaşına kadar kendilerine nöbet sırası gelmemesi için ; 65 - 19 = 46 yıl başkaları nöbet tutmalıdır. Öyleyse 46 yılın her ayı için(46 x 12 =) 552 ay için , her kapı için 10 000 asker çıkaracak toplum adedinin 552 katı bir toplum var olmalıdır . Öyleyse her kapı için 10 000 asker çıkaran toplum adedi (80 000 000) 80 milyonun 552 katı bir toplum olmalıdır. 80 000 000 (80 milyon ) x 552 = 44 160 000 000 (44 milyar 160 milyon) . Yani bu toplumun nüfûsu 44 milyar civarında olmak zorundadır. Dünyanın şimdiki nüfûsu tahmini olarak 7 milyar civârındadır. Bu iki toplum 1400 yıl önce dünyanın toplam nüfûsunun 6 katı nüfûsa sahip imiş. Aradan geçen 1400 yılda 1000 (bin) kat artmış olsalar her birinin şimdiki nüfusları (44 160 000 000 x 1000 = 44 160 000 000 000 ) 44 tirilyon 160 milyar olmalıdır. Bu durumda bu iki şehrin her biri dünya nüfûsunun ( 44 160 milyar bölü 7 milyar = ) 6 308 (6 bin 3 yüz 8) katınüfûsa sahiptirler. Onları dine da’vet ettim ve ibâdet ta’lim ettim. Kabul ettiler. Cümlesi islâma geldiler. Onlar bizimkardeşlerimizdir. Onların iyileri , bizim iyilerimizle , onların kötüleri , bizim kötülerimizle olurlar. Sonra beni üç tâifeye daha ilettiler ki , onlar hâlâ Allâh’u teâlâdan gayri düşman bilmezler (Allâh’ın düşmanlardırlar). Adları (mensek) , te’vil) ve (mâiris) dir. Onları dîne da’vet ettim, kabul etmediler. Cümlesi cehennemde olurlar. Hazreti Habîbi Ekrem “Sallallâhu Aleyhi ve Sellem” buyurdu ki , hak teâlâ (Allâh) mi’râc’dan dönüşte beni Mûsâ Aleyhisselâmın kavmine iletti. Onlara selâm verdim. Selâmımı aldılar. Cebrâîl aleyhisselâm beni onlara tanıttı. Benim âhir zamanda geleceğimi , nübüvvetimi (peygamberliğimi) ve vasfımı kitablarında görmüşler ve peygamberlerinden işitmişlerdi. Cümlesi koşup yanıma geldiler ve bir birlerine müjdeler verip etrâfıma toplandılar. Onlara islâmı arz ettim (sundum). Cümlesi (hepsi) islâmı kabul ettiler ve dediler ki , hak teâlâ (Allâh) , mûsâ aleyhisselâma senin peygamberliğini haber vermiş idi. Mûsâ aleyhisselâm bize vasiyet etmiş idi. Biz senin gelmeni bekliyorduk ve senin cemâlini (güzelliğini) görmeye âşık idik. Elhamdu lillâh bu devlete (ni’mete) vâsıl olduk Resûlullâh “sallallâhu aleyhi ve sellem” buyurdu ki, onların arasında bir çok şeyler müşâhede ettim. Benizleri sarı, elbiseleri yünden idi. Evleri hep aynı yükseklikte ve tek kat idi. Kabristanları evlerine yakın, mescidleri evlerine uzak ve kapıları açık idi. İçlerinde zengin ve fakir yok, hepsinin mâlî vaziyeti aynı. Dükkânları açık. Kendileri mescidlerde i’tikâf ederler. Çocukları doğsa ağlarlar. Bir kimse ölse sevinirler. Onlara süâl ettim (sordum) : (siz ne din üzeresiniz?) Dedim. Dediler ki: (allâhü tâlâya ve meleklerine ve kitaplarına ve peygamberlerine îmân ettik. Kazâsına (bize ne uygularsa) râzıyız. Ni’metlerine şükrederiz , belâlarına sabr ederiz bir birimize düşmanlık etmeyiz. Cümlesinin (hepsinin) malları aynıdır. Tâ ki kimse diğerine hased etmesin. Hak teâlânın (Allâh’ın) rızâsını,nefislerimizin hevâsına (isteklerine) tercih ederiz. Bilmediğimizi öğrenmeye çalışırız ve bildiğimiz ile amel ederiz. Aslâ gıybet etmeyiz. Mâlayânî (boş söz) söylemeyiz. Gündüzleri oruç tutar , geceleri ibâdet ederiz. İbâdetten maksadımız (amacımız) derecâtı âhirettir ( âhiret dereceleridir) ve rızâyı rabbul izzettir (azîz allâh’ın rızasıdır). Emri bil ma’rûf (iyiliği emreder) ve nehyi anil münker ederiz (kötüğü bilinenden men ederiz). Her ne gelirse sabrederiz. Dünyâ fakirliğini, âhiret zenginliği için isteriz. Ni’meti fânîyi (geçici ni’meti) , ni’meti bâkî (kalıcı ni’met) için kabul etmedik. Mûsâ aleyhisselâm bize ne vasiyetler etti ise ona göre amel ettik. Ömrümüzün sonuna kadar bu hâl üzere olmağa kasd etmişiz). Resûl aleyhisselâm buyurdu ki, onlardan süâl ettim (sordum) : ------- Benizleri neden sararmıştır? ------- Allâhuteâlânın korkusundan, dediler. ------ Kaftanlarınız niçin hep yündendir? ---------peygamberlerin elbiseleri böyle olduğu için. ------- Evleriniz neden hep aynı boydadır? ---------Bâzımız bâzımız üstünde olmak istemeyiz ve rüzgârı ve güneşi bir birimizden men eylemeyiz. ---------Kapılarınız niçin hep açıktır? ---------Aramızda hâin ve hırsız yoktur. ---------Dükkânlarınız niçin açıktır? ---------Bir kimseye bir şey lâzım olur ise, alıp, parasını koysun diye açık tutarız. ---------Mescidleriniz niçin uzaktır? ---------Adımlarımız çok olsun ve sevâbımız ziyâde (çok) olsun diye. ---------Kabristanlarınızı (mezarlıklarınızı) niçin evlerinize yakın yaptınız? --------- Ölümü unutmayalım diye. ---------Çocuklarınız olsa ağlarsınız, ölse gülerseniz, neden? ---------Doğan zindana ve habis hâneye gelir. Ölen rabbisine gider, zindandan kurtulur da ondan. ---------İçinizde hiç hasta görmedim, niçin? ---------Hastalık günahlara keffârettir. Biz günah etmeyiz. Faraza (var sayalım) bir kimse günah işlese, gökten ateş gelip onu yakar, helâk eder. Dünyâda günah işlenildiğinde gökten gelen ateşle yakılmak adeti olan , hiç günah işlemeyenler toplumu olduğuna dâir bir bilgi yok. Öyleyse bu toplum dünya dışında bir yerdedir. Bu süâl (soru) ve cevaplardan sonra dediler ki: (yâ resûlullâh, bize şerîatı ta’lîm eyle ve bize vasiyyet eyle). Onlara şerîat ta’lîm ettim ve hâllerine uygun şekilde vasiyyet ettim. (ey kavim! Belâlara sabr edin. Hak teâlâdan (allâh’dan) korkun. Sabretmeğe ondan yardım isteyin. Hiç bir şey ile övünmeyin. Amelleriniz ile riyâ etmeyin. Hak (allâh) celle ve alânın rahmetine i’tikad edin. Dâimâ havf (korku) ve recâ (ümit) üzere olun. Eğer benimle ve mûsâ aleyhisselâm ile haşr olmak isterseniz bu vasiyyetlerimi tutun) dedim. Selâm verip ayrılmak istedim. Dediler ki (yâ resûlullâh, hazretinden iki ricâmız vardır: Biri : Düâ buyurun, hak (Allâh) teâlâ yeryüzünü bizim için kısaltsın. Her sene ka’beyi muazzamayı haccedelim. Zîrâ yerimiz çinden ötededir. Tayyi mekân (yerin kısaltılması) olmayınca haccetmek müyesser (kolay) olmaz. Buradaki “Çin'den ötededir” sözü dünyâda olması ihtimalini, özellikle o zamanlarda henüz keşfedilmemiş olan , okyanus ada ülkeleri veyâ amerika kıtasında olması ihtimâlini düşündürüyorsa da, aşağıda anılan mi’râca iniş ve çıkışın aynı yerden , kudüsten olması sebebiyle , bu anlatılanlar sırasında henüz dünyâya dönmemiş olması beklenir. Bu durumda şüphesiz olmamakla birlikte , çinden ötede sözünden uzayda anlamının olması düşünülebilir. İkincisi : Hak teâlâ bizi halkın gözünden örtsün. Halka bizi göstermesin. Düâ ettim. Hak (allâh) teâlâ kabul etti. Her sene gelip haccederler. Hiç kimse onlar görmez. * Hacca gelmeleri dünyada olmaları ihtimalini düşündürüyor haklı olarak. Ancak mekanın kısaltılması duası ve duanın kabul edildiğinin bildirilmesi dünya dışından gelmek imkanı bulmaları anlamına da gelebilir. Hakkında fazla bilgimiz olmayan bu kişlerin gelişmiş uzay yolculuğuna uygun araçlarının olup olmadığını da bilmiyoruz. Bu durumda görünmez olmaları isteklerinin yalnızca hacca gelişleri ile ilgili olmasına bakarak , görünmez olmak dileklerinin insanlardan gizlenmek olması sebebiyle , bulundukları mekanın insanların görme ihtimalinden uzak bir yer olması da uzayda olmaları ihtimaline destek olur. Dünyada yaşayan ve islama uymuş olup yalnızca hac yolculuklarında görünmeyen bir müslüman topluluk olduğuna dair bir bilgi de yok. Bilmediğimiz halde bu durumda olan birileri olması ise çok zor. İslama tam olarak uyan ve sadece hacca gidişleri hakkında bilgi olmayan bir müslüman topluluk var ise , özellikle büyük okyanus veya amerikada onlardan bu kişiler oldukları konusunda şüphelenebiliriz. Böyle bir tesbit olmadıkça , uzaylı olmaları ihtimali dahilinde olacaktırlar. Tek katlı evi olan müslümanlardan oluşan bir medeniyet olsaydı yeryüzünde bu durum çok meşhur olur ve herkes bilirdi. Buyurdular ki, ondan sonra cinnîlerden çok tâifeye (cemate) uğradım. Bana gelip selâm verdiler. Selâmlarını aldım. Kelimeyi şehâdeti söylediklerini işittim. Bana dediler ki, (bize dînini (sun) arz eyle). Cinnîlerden ayrılıp beyti mukaddese (kudüse) geldim. Burakı bağladığım halkada gördüm…… Görüldüğü gibi Rasûlullah dönüşte göğe çıktığı yere geri döndü. Dönüşünden önce anlatılan şeylerin ise dünya dışında gökte , yani uzayda olduğu bellidir. Başka yere inmiş olup tekrar kudüse döndüğüne dair hiç bir bilgim yok. Bu durumda kudüse gelmesinden önce anlattıklarının dünyada olduğunu iddia etmek yanlış olur. Ayrıca göğe çıkış ve iniş için kullanılan aracın , göğe çıktığı yer olan “mi’râc” adlı asansör olduğu , mi’râc’ın başlangıcını anlatan , başlangıç hadislerinin içinde var. Ve bu hadiste göğe çıkış ve inişin bu mi’râc’dan (çıkış aracından) yapıldığı bildiriliyor. Bu durumda kesinlik oluşturur ki kudüse gelmeden önceki konular gökte , uzayda geçen konulardır. Öyleyse bahsedilen tebliğ yapılan toplumlar uzayda yaşayan akıllı canlı türleridir. Bu canlı türlerinin biçimsel özellikleri hakkında bilgim yok, ancak ye’cûc ve me’cûc adlı canlıları târif eden pek çok âyet ve hadis var. Bunlar insan olmayan akıllı canlılardır. Kıyâmetin alâmetlerindendir ye’cûc ve me’cûc topluluklarının dünyâyı işgal etmesi. Bu hadislere göre yüksek ihtimalle gökte , uzayda olan , bu canlıların, yâni uzaylıların dünyâyı işgali kıyâmet alâmetlerindendir. Ye’cûc ve me’cûc hadislerinden: 1.“ye'cuc ve me'cuc'dan her fert neslinden bin çocuk bırakmadıkça ölmez”. 2. «onlar üç sınıftır; birinci sınıf erz (büyük ağaç) gibidir, İkinci sınıf, dört arşın uzunluk ve dört arşın da genişliktedir, üçüncü sınıfta (uzun) kulaklarından birini yatak yapar ikincisini yorgan yapar». Açıklama : Birinci sınıf; Erz ağacı gibi canlılar. Erz ağacı 120 arşın (81 metre 60 santim) boyundadır. Öyleyse muhtemelen bu canlılar 81 metre boyundadırlar. İkinci sınıf ; 4 arşın boyu 4 arşın genişliği olan canlılar , yâni en az 2 metre 72 santim boyu , 2 metre 72 santim gövde genişliği olan canlılar, tonlarca ağırlıkta canlılar. 3 Sahîh-i müslimdeki bir hadisde peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğu bildirilmektedir: “cenâb-ı hak, yecüc ve mecücü gönderir. Bunlar yüksek yerlerden akın edeceklerdir. Bu sûretle öncüleri taberiye gölüne uğrayacak ve içindeki suyu içecekler. Sonra gelenler de oradan geçecekler ve; vaktiyle burada çok su varmış, diyeceklerdir. (bu sırada yeryüzüne tekrar gelen) nebiyyullah (Allahü teâlânın peygamberi) îsâ ve eshâbı (berâberindekiler), tûr dağında mahsur kalacaklar. Öyle ki muhâsaranın şiddetinden bir öküz başı, onlardan her biri için, bugünkü paranızla yüz dinârdan daha makbul olacak. Bunun üzerine nebiyyullah îsâ ve eshâbı, onların belâsından kurtulmak için Allahü teâlâya yalvarırlar. Allahü teâlâ onların duâsını kabul edip, yecüc ve mecüc kabîlesinin enselerine, nugaf denilen küçük kurtçukları musallat eder. Sabahleyin hepsi de Allahü teâlânın kudretiyle tek bir kişi gibi, bir anda helâk olurlar... Sonra îsâ ve eshâbı, tûr dağından yere inerler. Yeryüzünde onların kokmuş leşlerinin olmadığı bir karış yer bulamazlar. Îsâ ve eshâbı, yine Allahü teâlâya yalvarırlar; cenâb-ı hak, horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderir. Onlar leşleri alıp Allahü teâlânın dilediği yere atarlar. Sonra cenâb-ı hak, pekçok yağmur indirir ki, hiçbir ev ve çadır, yağmuru geçirmeye engel olamaz. O yağmur, bütün yeryüzünü tertemiz, yemyeşil bir hâle getirir. Sonra yeryüzüne: meyvelerini bitir. Evvelki gibi feyz ve bereket ver, diye emrolunur. İşte o gün bir cemâat, tek nardan yiyip doydukları gibi, onun kabuğu ile de gölgelenirler. Otlağa gönderilen deve, sığır, koyun ve keçilerin de sütleri bereketli olur. Öyle ki sağmal devenin sütü, kalabalık bir cemâati, sığırınki bir kabîleyi, koyunun sütü de yakın akrabâdan bir cemâati doyurur. İşte bunlar, böylece bolluk içinde huzurlu bir hayat geçirirken, Allahü teâlâ hoş bir rüzgâr gönderir. Bu latîf rüzgâr onları koltuklarından tuttuğu hâlde, her mümin ve müslümanın rûhları kabz olunur. Ortada en şerli insanlar kalır. O zaman da birbirleriyle boğuşurlar. Eşekler gibi halkın huzûrunda alenen zinâ ederler. İşte bu fenâ kimseler üzerine de kıyâmet kopar.” Onlar şöyle diyecekler: yerdekilerini öldürdük; gelin göktekileri de öldürelim. Bunun üzerine oklarını göğe atacaklar. Allahda onları kana bulamış bir halde geri çevirecek. İsa (a.s.) Arkadaşlarıyla birlikte onların şerrinden kurtulmaları için Allah'a dua edecekler. Allah onlara gökten boyunlarındaki kanı emmek için kurtlar gönderecek, hepsi ölecekler.. Ses ve sedaları çıkmaz olacak. İçlerinden biri sağ kalacak ve şöyle haykıracak: "Ey müslümanlar! Allah sizi düşmanınızdan korudu belasını verdi." Bunun üzerine şehirlerden kalelerden dışarı çıkacaklar, bağlı hayvanları da salıverecekler. Hayvanlar onların etlerinden başka bir şey bulamıyacaklar. Yeyip semizleşecekler. Allah'ın peygamberi isa (a.s.) Ve arkadaşları yere indiklerinde yerin onların yağ ve iaşelerinin kpkularıyla dolup taşdığını bulacaklar leş kokusundan geçilmez olacak. Çaresiz Allah'a dua edecekler. Allah bir rüzgar gönderecek. O rüzgar hem onları iyileştirecek hem de karşılaştıkları iaşeleri denize savurup atacak. Bunun ardından cenab-ı hak bolca yağmur yağdıracak her tarafı ayna gibi tertemiz yapacak. O kadar temiz olacak ki yeryüzü kişi bakınca bir ayna misali yüzünü orada görecek. Sonra yere: "Hadi meyveni ver ve bereketlen!" denecek. Anında yeryüzü bereketle dolacak nar ağaçları bollaşacak. Müslümanlar hem narı yiyecek. Hem de ağaçların gölgesinde dinlenecek. Müslümanlar ye'cuc-me'cuc'ün silah, alet ve edevatını da tam yedi sene odun yerine yakacaklar.»... Ye’cûc ve me’cûc konusunda sunulan hadisler , bunların akıllı canlılar olduğunu isbat ediyor, bu konuda âyetler de var. Ancak sunulan hadisler bunların uzaylı canlılar olduğuna işâret eden delillerdir. Daha zayıf delil oluşturmakla birlikte dünyâlı olduklarına dâir zan oluşturacak hadisler de vardır. Her şeye rağmen uzayda akıllı canlılar olduğu âyetlerle isbat edildi bu yazıda. Sonuç : 1- Uzayda hayat var. (delili âyet ve hadis). 2- Uzayda insan ve cin türünün akıl seviyesinde , akıllı canlılar var. (delili âyet ve hadis). ( kur’ân, sûre 20, âyet 47) “…ve sağolsun kim uydu (gerçeğe) iletene”. (kur’ân, sûre 1,âyet 1) “övgü allâh’a düzenleyeni evrenlerin”. Kur’ân’da uzayda hayat -3- Uzaylı insanlar. Kur’ân’ın âlemlere ;evrenlere gönderildiğini bildiren bâzı âyetler: 1. (25 furkân 1) “mübârek oldu (o) ki inici etti (gerçeği , yanlışı) farkettireni (furkân’ı) kuluna , olur diye evrenlere bir uyarıcı”. 2 .(6 en’âm 90) “(işte) onlar (onlar) ki (gerçeğe) iletti allâh böylece (gerçeğe) iletenine onların aynı şekilde uy , de , değil istiyorum (istemiyorum) sizden üzerine onun bir ücret, o (kur’ân) ancak bir hatırlamadır evrenler için”. 3. (12 yûsuf 104) “ve ne istiyorsun (istemiyorsun) onlardan üzerine onun her hangi bir ücretten (bir şey) , o ancak bir hatırlama evrenler için”. 4. (38 sâd 87) “o (kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”. 5. (68 kalem 52) “ve ne o (kur’ân) ancak bir hatırlama evrenler için”. (81 tekvîr 25) “ve ne (değil) o sözüyle (birlikte) şeytanın taşlanmışının”. (81 tekvîr 26) “böyle iken nereye gidiyorsunuz”. (81 tekvîr 27) “o (kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”. (81 tekvîr 28) “kim için (ki) diledi sizden ayakta durmayı (doğru yolda olmayı)”. (81 tekvîr 29) “ve ne diliyorsunuz ancak dilemesi allâh’ın düzenleyeni (rabbı) evrenlerin”. Bu âyetler âlemlerde , yâni gökler ve yer ve ikisi arasında , yâni uzayda , evrende yaygın olarak akıllı yaşamın var olduğunu ve furkân’ın , kur’ân’ın onları uyarması için allâh’ın kuluna , salat ve selâm ona yüce Allâh’ın elçisi muhammede indirildiğ ni bildiriyor. Âlemlerde insan ve cin benzeri yüksek akıllı canlılar olduğunu bildiren bir çok âyet var. Âlemîn ; evrenler nedir: Kuranda alemin kelimesini tarif eden ayetler var. 26 şuara 23’üncü ayette firavun musaya soruyor ; “dedi firavun ve ne düzenleyeni (rabbi) aleminin” cevap 1 = (26 şuara 24) = “dedi düzenleyeni (rabbi) gökler ve yer(yüzün)ün ve ne (varsa) arasında o ikisinin oldunuz ise yakînen bilenler” cevap 2 = (26 şuara 26) = “dedi düzenleyeniniz (rabbiniz) ve düzenleyeni (rabbi) babalarınızın ilklerinin” cevap 3 = (26 şuara 28) = “dedi düzenleyeni (rabbi) doğu ve batının ve ne (varsa) arasında o ikisinin oldunuz ise aklediyorsunuz” öyleyse âlemîn = 1 - Gökler, yer ve ikisi arasında ne var ise hepsi (mekansal ; yükseklik ve alçaklık) 2 – Şimdikiler ve ilk varolanlar (zamansal ; şimdi ve geçmiş) 3- Doğu ve batı ve arasında ne varsa hepsi ( yüzeysel ; enlilik) Yani kuranda bahsedilen “âlemîn” kelimesi çok boyutlu olarak evren ile ilgili bir kelimedir. Bu kelime çoğuldur, bu sebeple evren değil evrenler kelimesi tam karşılığıdır. Gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa uzaydadır , öyleyse âlemîn , evrenlerdir , uzaydır. Alemin en az bunlardır ve bunlar içinde dünya okyanusa nisbetle bir damla su kadar yer tutmaz. Alemin dünyadır iddiası olanlar bir toz zerresinin dünya olduğunu iddia etmekten bile daha beter bir küçültme yapmaktadırlar. Kuranda alemin hakkındakiler bunlardan ibaret değil. Konuyu çok uzatabilecek bir tartışmaya sebep verebilir , benim bilgim ile açıklayamadığım için , devamından bahsetmiyorum. Uzayda ; evrenlerde ; âlemînde akıllı varlıklar , canlılar ve insanlar ve cinler olduğuna delil olan bâzı âyetler. (3 âli imrân 42) “ve dediğinde melekler ey meryem elbette allâh süzerek seçti seni ve temizlenici etti seni ve süzerek seçti seni üzerine kadınlarının evrenlerin”. Bu âyettende evrenlerde kadınların bulunduğu , dolayısıyla erkeklerinde bulunduğu anlaşılıyor. Kadınlar anlamındaki “nisâ” kelimesinin hayvanlar hakkında kullanılışına dâir bir bilgim yok. Bu kelime insanlar hakkında kullanılıyor. Öyleyse bu âyet uzayda , alemlerde , evrenlerde insanların varlığını da bildiriyor. (3 âli imrân 96) “elbette ilki evin elbet (o) ki konuldu insanlar için elbet (o) ki bekkededir (mekkededir) mübârek olarak ve (gerçeğe) ileten (hidâyet) evrenler için”. (3 âli imrân 97) “onda belirtilerin (âyetlerin) apaçık olanları (var) ayakta durduğu yer (makâmı) ibrâhîmin ve kim girdi ona oldu güvende olan ve allâh için üzerine insanların (görev) haccedilmesi evin (ka’benin) kim gücü yetti ona yolca ve kim küfretti (nankörlük etti , kâfir oldu) böylece elbette allâh ganî(dir) (ihtiyaçtan uzaktır) evrenlerden”. İnsanlar toplumu için konulmuş olan evlerin ilki evrenlere bereket kaynağı , yol gösteren , (gerçeğe) ileten, hidâyet. Ev insanlar için konulmuş olduğuna göre ve evrenlere yararlı ise evrenlerde insanlar var ki evrenlere yararlı. Öyleyse âlemlerde , evrenlerde insanlar var. Haccetmek evrenlerdeki insanlarında görevi , eğer ona ulaşacak bir yola gitmeye güçleri yeter ise. Mi’râc hadislerinde hacca gidebilmek için salat ve selâm ona yüce allâh’ın elçisinden yollarının kısaltılması için duâ isteyen mûsâ kavminden olan müslümanların durumu bu âyet ile uyumlu bir durum. Selâm ona yüce allâh’ın elçisi lût’a melekler insan şeklinde geldiklerinde , onun toplumunun kâfirlerinin sözünü nakleden bir âyet de bu konuya delildir. (15 hıcr 70) “dediler men etmedikmi seni evrenlerden”. Lût’u men ettiklerini söyledikleri kişiler insan şeklindeki melekler idi, onlar evrenlerin birinden gelen bu yabancı insanlardan onu men ettiklerini söylüyorlar. Bu konuda , bu bilgiyi , âlemlerden bir takım insanların varlığını yalanlayan bir açıklama bulunmaması sebebiyle âlemlerde , evrenlerde insanların var olduğuna dâir kuvvetli bir zan oluşuyor bu âyet. Çünkü eğer evrenlerde bir takım insanlar olmasaydı bu konu içinde bir açıklama olması beklenirdi. Aksine evrenlerde insanların var olduğuna işaret ediyor bu ayet. Selam onlara meryem ve oğlu îsâ’dan bahseden bir âyet. (21 enbiyâ 91) “ve (o bayan) ki kuvvetle korudu fercini böylece üfürdük onun içine (bayanın içine) canımızdan (rûhumuzdan) ve ettik onu (bayanı) ve onun oğlunu bir belirti (âyet) evrenler için”. Meryem ve oğlu îsâ’dan , evrenlere , allâhın bildirdiklerinin gerçekliğinin belirtisi , âyet olarak söz edilmesi , evrenlerde bu âyetten bilgi edinerek, ibret alarak allâh’a îmân etmesi beklenen akıllı varlıkların olduğuna delildir. (21 enbiyâ 106) “elbette bunda (kur’ân’da) elbet bir tamamını ulaştırma (var) kavmi için kulluk edenlerin”. (21 enbiyâ 107) “ve ne gönderdik (göndermedik) seni ancak bir rahmet olarak evrenlere”. (21 enbiyâ 108) “de elbette ne (başka değil) vahyedilir bana , elbette ne (başka değil) tanrınız tanrının bir olanı böylece siz teslim olanlarmısınız (müslümanlarmısınız)”. Bu âyetlerde , kur’ân kendisine verilen salat ve selâm ona yüce allâh’ın elçisi muhammed’in kullara ulaştırmakla görevli olduğu görevin tek tanrıya , onun kitabı kur’ân’a çağrı olduğu ve görev alanının evrenler olduğu açıklanıyor. O evrenlere , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa hepsine rahmettir , merhamettir. Öyleyse bu âyetler evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda bu göreve , çağrıya uymakla sorumlu akıllı varlıkların , canlıların varlığına delildirler. Âyetlerin sonunda bu çağrının sonucu olarak çağrılanların yüce allâh’a teslim olanlar , müslümanlar olmaları bekleniyor. Müslüman olması için çağrı yapılan kişilerin ise insanlar ve cinler olduğunu kur’ân’ın bildirmesi ile bilmemiz sebebiyle anlaşılır ki evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisinin arasında ne var ise onda özellikle insanlar ve cinler vardır. (38 sâd 87) “o (kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”. Öyleyse bu âyet evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda kur’ân’dan , kur’ân’ın hatırlatıcılığından ibret alacak , gerçeği hatırlayacak , düşünecek , uyacak , sorumlu , akıllı varlıkların , canlıların varlığına delildir. (68 kalem 52) “ve ne o (kur’ân) ancak bir hatırlama evrenler için”. Öyleyse bu âyet evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda kur’ân’dan , kur’ân’ın hatırlatıcılığından ibret alacak , gerçeği hatırlayacak , düşünecek , uyacak , sorumlu , akıllı varlıkların , canlıların varlığına delildir. (81 tekvîr 25) “ve ne (değil) o sözüyle (birlikte) şeytanın taşlanmışının”. (81 tekvîr 26) “böyle iken nereye gidiyorsunuz”. (81 tekvîr 27) “o (kur’ân) bir hatırlamadır (zikirdir) evrenler için”. (81 tekvîr 28) “kim için (ki) diledi sizden ayakta durmayı (doğru yolda olmayı)”. (81 tekvîr 29) “ve ne diliyorsunuz ancak dilemesi allâh’ın düzenleyeni (rabbı) evrenlerin”. Bu âyetler evrenlerde , gökler ve yer ve o ikisi arasında ne varsa onlarda kur’ân’dan , kur’ân’ın hatırlatıcılığından ibret alacak , gerçeği hatırlayacak , düşünecek , uyacak , sorumlu , akıllı varlıkların , canlıların varlığına delildir. Bu tesbit ve açıklamalarla birlikte , kur’ânın âlemîne ; evrenlere gönderildiğini bildiren bütün âyetler , kur’ân’ın hitabının özellikle insanlara ve cinlere oluşu sebebiyle evrenlerde insanlar ve cinlerin varlığına delildirler. Uzayda hayatın var olduğunu isbat eden âyetler ve hadisler bu açıklamalardan sonra daha iyi anlaşılır oldu. Kur’ân’ın 16’ncı sûresi olan nahl sûresinin 49’uncu âyeti : Âyet: “ve Allâh’a secde eder ne (var) göklerde ve ne (var) yer(yüzün)de dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve melekler ve onlar büyüklenmezler .” Kur’ân’ın 42’nci sûresi olan şûrâ sûresinin 29’uncu âyeti: Âyet: “ve o’nun (allâh’ın) âyetlerinden (belirtilerinden) , yaratılış (tarz)ı gökler ve yer(yüzünü)n ve ne yaydı o ikisinde dâbbeden (kımıldayandan, canlıdan) ve o (onların) toplanmalarına dilediğinde kadîr (çok iyi ölçüler koyan) Hadis: “bilim süreyyâ’da (ülker takım yıldızları’nda) olsa, onunla birbirine kavuşur Fars oğullarından (iranlılardan) adamlar” (hadîsin kaynağı: (1)ahmed bin hanbelin müsnedi, (2 (297-420-422-469)). ( hadisdeki “bilim” kelimesi yerine “îmân” kelimesi kullanılan aynı hadîs’in diğer bir naklinin kaynağı :tirmizî , tefsîr bölümünde 47 (3), 62 (1), menkıbeler 70 ). (hadisdeki “birbirine kavuşur” kelimesi yerine “elbet ona kavuşur” kelimesi kullanılan diğer bir naklinin kaynağı : buhârî, tefsîr bölümü 62 (1) . Müslim , sahâbenin fazîletleri bölümü 231. Tirmizî, tefsîr bölümü 47 (3), 62 (1), menkıbeler 70 .ahmed bin hanbel 2 (417) ). Hadisteki “süreyyâ” (türkçede, “ülker”, “yedi kız kardeş” adları ile bilinir . Ayrıca farsça “peren”, “pervin”. Yunanca “pleiades”. Japonca “subaru”.) Adları ile bilinir. Uluslar arası gök bilim adlandırmasında “m 45” olarak bilinir. Boğa burcundadır , dünyâdan uzaklığı 440 ışık yılı (135 parsek). Âletsiz bakıldığında yedi yıldızı görünür .