Muhsin Bey, Arabesk, Eşkıya filmlerindeki başarılı oyunculuğuyla hafızalara kazınan 64 yaşındaki usta oyuncu Uğur Yücel, Hürriyet gazetesinden Hakan Gence'ye konuştu.Çocukluğunuz ve ilkgençliğinizin Fellini filmleri gibi geçtiğini söylemişsiniz. Peki günümüzü nasıl buluyorsunuz? Şimdi nasıl geçiyor hayat? Şaşkınlıkla. Hayal bile edemeyeceğim kadar mutsuzlukla. İnsanoğlu kâinatın en kötü varlığı. En çok buna şaşıyorum. Neden böylesi bir rüyanın içinde biz varız? Neden bu cenneti hunharca mahvediyoruz? Bu hıncı, kötülüğü nereden ediniyor insan? Bulamıyorum. Yaşama dair hiçbir sırrı çözemeden göçüp gideceğim. Peki bu durumlarda nelere tutunuyorsunuz? Küçücük evin bir odasına tüneyip kendi âlemlerime dalmaya... Eh, birkaç çok sevdiğimle yan yana gelerek unutmaya... Umut etmeye... Balıkçı, ağdan tekir almış, biraz önce getirdi. Yarın arkadaşlarla rakı, balık, salata yapacağız. O kadar, bazen işte. Uzaktan müzik sesi gelir. İyi şeyler düşünürüz. Bazen gülüp eğleniriz.Bir yanınızla çok sert, mesafeli duruyorsunuz. Bir taraftan da sevimli ve babacan.... Siz Uğur’u nasıl anlatırsınız? Nasıl durduğumu bilmiyorum. Hayat karşıma ne çıkarıyor, onu da bilmiyorum. Kendimi herhalde tarif edemem. Yalnız fazla hassas ve duygusalım. Belki mesafeli gözükmem içe kapanmamla ilgilidir.O zaman adım adım gidelim. 64 yaşındasınız. 60’tan sonra neler oluyor? Yaşla ilgili sorulara dalmayalım. Çünkü bir idrak söz konusu oluyor. Toparlanıp gidiyoruz gibi bir hissiyat. Daha ben oralara gelmedim. Benim yaşla ilgim yoktur. Mesela 64 yaş neye delalettir, bilmiyorum. Ona göre bir davranış mı sergilenir? Artık amca mıyım? Hatta “Bak Uğur Dede geçiyor” diyorlar. Neyim, bilemiyorum. En çok “Uğur Babaaaa!” diyorlar. Ama dede olduk artık hitaben. Kendimi genç hissediyorum demek istemem ama yaşın farkında değilim. Hayata bakış ve algılayışta neler değişiyor? Horoz ötüyor. Öttüğü sürece bakış ve algılayış değişmiyor. Konu aşk olunca... Onda değişim yok mu? Ben anlamıyorum yaşın üzerimdeki etkisini. 18 yaşımdayken 27 yaşında sevgilim vardı, teyzemle birlikteyim zannediyordum. Şimdi “Kadın 45 yaşında” diyorlar. Burun büküyorum. 35’ten yukarı kullanım kılavuzu istiyorum. TC kimlik soruyorum, aşı karnesi, sağlık raporu... Benimkileri de masaya koyarak tabii, “Bak anacım evraklarım zarfta, çekmecene koy”. Yatakta aniden paket olursak sorumluluk ona kalmasın. ‘Fücceten gitti’ kâğıdımı da imzalı veriyorum. Aniden gittim, onun suçu yok. Noter imzalı. Şimdilerde en büyük özlemi neye karşı çekiyorsunuz? Çocukluğumun İstanbul’una. Hayallerinizin ne kadarını gerçekleştirdiniz?Farkında olarak yaşamadık ama şahane bir hayatmış. Hayat öyle zannediyorduk. Sinemaymış meğer. Evet, ‘Cinema Paradiso’. Hayallerinizin ne kadarını gerçekleştirdiniz? Görünmeden yaşamak istiyordum. Olmadı.Bu arada çok kilo verdiniz. Şimdi aynada gördüğünüz Uğur’la nasıl bir ilişkiniz var? 52 kilo bir gençtim. Sonra 127 kilo oldum. Bir gün aynada kendime bakıp “N’aber lan ayı” dedim. Aniden koşarak kendimden kaçtım. Çünkü aynada gördüğüm ben değildim. Böylelikle geri dönüşüm başladı. Hayatımın büyük bir kısmı ‘Eşkıya’daki Cumali kilosunda geçti aslında. Hatta daha zayıftım. İşte 70 kilolardayım. Sonra kilo sağlık sorunu oldu. Bir de zihnimi yitirdim.Nasıl yani? Kafam çalışmıyordu. Bildiğin durgunluk içindeydim. Bunadım. Bön bön duvara bakıyordum. Şimdi eski zamanlara yakınım. Yani yeniden aklım fikrim var.Geçen hafta vizyona giren ‘Zoraki Misafir’de başrollerden birisiniz. Sizi nasıl bir karakterde izleyeceğiz? Hıyarın teki. Anlamadım... Evet öyle, ne diyeyim. Gülerek söylüyorum ama şaka yapmıyorum. Karakter öyle. Umarım izleyenler eğlenirler.Neydi bu film için sizi çeken, ikna eden? Malum pandemi dönemi. Tam ‘Artık dizilerde oynamayacağım, bundan sonra sahne ve kendi filmlerim olacak’ dedim, patladık. Bir de senaryosu matraktı. Kadroda tanıdığım genç oyuncular var. Belki bir eğlence olur diye düşündüm.İnsanlar size babacan, tonton rollerin aksine daha sert mizaçlı karakterleri yakıştırıyor. Neden sizce? “Şu adam beni bir dövse de problemim bitse” diyorlar herhalde. Öyle bir çekiciliğim olmalı. Ertem Abi’yi anayım o zaman. ‘Arabesk’ filminde ben de senaryo çalışmalarına katılıyordum. Bir gün bana “‘Gazinocular Kralı’nı sen oynayacaksın” dedi. Çok şaşırdım. O zamanlar gözlüklü, tipiyle hiçbir karaktere kopya vermeyen biriyim. Jön desen değil, komik desen hiç değil, sertliğin esamesi bile okunmuyor. Merak edip sordum bir gece: “Abi, bu role niye beni düşündünüz?” “Al Capone da senin gibi bebek yüzlü ama 2.000 cinayeti var. Eve git, aynaya bak, ona çok benziyorsun” dedi. O gece rolü çıkardım. O bir parodiydi ama sanırım bir artist, insanın bütün hallerine dair bilgiye sahip olmalı. Kötülükle iyilik hissi hepimizde vardır. İyilikte içimiz gözükür. Kötü karakteri iyi becermekse kötülükten korkmak olsa gerek.Sahneyi özlüyor musunuz? Son gösterilerde daha önce pek farkında olmadığım bir hisle dolaştım. Güldürmek sanki doğal geliyordu eskiden ama sonra anladım ki kahkaha atmalarından mutluluk duyuyorum. İnsanı hoşnut etmek, elinde olmadan kahkaha attırmak benim için büyük bir haz haline geldi. Sahneyi özlemek hissiyatından uzağım bu arada. Tuhaf şeyler söylüyor gibi görünüyorum, sanki çelişik gibi, ama ben kendimi Oyuncu gibi de hissetmem. Bir yığın malzemeyi taşımak zorundasınız ruhen.Kendinizi ne gibi hissediyorsunuz? Ben kendimi bir evin mutfağı gibi hissediyorum. Son zamanlarda çok alışveriş yapıyorum. Kargo gelirken sevgilim geliyor zannediyorum. Uzun zaman tekne ve otellerde yaşadım. Geçen yıl bir ev kiraladım. Beş aile geçinir mutfaktan. Alıyorum, sonra karşılarına geçip “Ne yapacağım bütün bunlarla” diyorum. Ev özlemişim demek. Ben de özlediğim eve benzedim. Kendimle ne yapacağımı bilemiyorum. Bu arada evde sıkça Yemek yapılıyor. Her şeyi değerlendiriyoruz. İsraf yok. Merak etmeyin.O halde oyunculuğu seçmeseydiniz ne yapıyor olurdunuz? Kendimdeki malzemelerle yemek yapmak isterdim. Dün bir pilav yaptım. Uzun yıllardır böyle lezzetli bir şey yemedim. İranlı bir dostum pirinç getirmişti ve hakiki safran. İçine minik ekşi İran üzümü... Domates, patlıcan, biber püresiyle beraber... Sos eser miktarda. Sade yağda. Yanında bir ada dilbalığı filetoya, fesleğen, sarımsak ve beyaz şarap, bir tatlı kaşığı krema soslu.Canım çekti... Mutfakta kıyamet koptu. Lezzetçi birkaç arkadaşım vardı. Biri dizinin üstüne çöktü, “Bu ne be abi” diye önümde eğildi. Gönlüm 5.000 alkıştan daha çok okşandı.Yıllardır içinde bulunduğunuz oyunculuk sektörüne dair sizi en çok şaşırtan nedir? Kimi tipler var. Tam adlarını da bilmiyorum. Bazen ekranda karşıma çıkıyorlar. Ne oynadıklarını anlayamıyorum. Kazandıklarını, hayatlarını duyunca şaşırıyorum. Sonuçta kimi yaratıklarla aynı işi yapıyor olmak tuhaf değil mi?Şu an ekranın, dizilerin, oyunculukların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kimi her şeyin çok iyiye gittiğini savunuyor, kimi vasatlıktan şikâyet ediyor... Olaylardan tamamen uzak biriyim. Bu yıllardır böyledir. Dikkatimi çeken oyuncu varsa izliyorum. İyi bir iş varsa peşine düşüyorum. Ben daha çok müzik dinlerim, yazarım, okurum, Film izlerim... Yemek, resim yaparım. Mesleğimden uzak bir hayatım var. Bir sete gittiğimde, sahneye çıktığımda işimi yaparım, sonra hayatıma dönerim. İş benim için zorunluluktur. İşimi yaparım ama haz duymam. Hayat öyle değil.Son dönemde sosyal medya takipçi sayılarına bakarak ekrandaki dizilere oyuncu seçildiği konuşuluyor... Yorumunuz nedir? S... gitsin, takipçileriyle yaşasın! Bana ruh lazım, gönül lazım. Çalışacağım oyuncu içimi burkacak, ruhu ferahlatacak ve benim kadar çaresiz olacak. Tadımı kaçıracak her şeyden kaçıyorum artık. Kaliteli yalnızlık değerlidir.Pandemiyi nasıl geçirdiniz? İzmir’de oyunum vardı. Önce Ayvalık’a uğrayayım dedim. İki arkadaşımın otelinde kalırdım çoğunlukla. Bir de hemen yanındaki otelde, ki onları da çok yakınımmış hissederim. Gittiğimde Özge ve Sinan’ın oteline yerleştim iki günlüğüne. Hatta yemekte bir çift vardı, “Hafta sonu sizinleyiz” dediler. “Hayırdır” dedim, İzmir’den gelmişler. Benim gösteriye de Karşıyaka’dan bilet almışlar. O ne? Bir gün sonra gösteriler iptal haberi geldi. Yan otel kapalı. Bizim çocuklar da “Kapatıyoruz abi” dediler.Ne yaptınız? Dımdızlak kaldım. Sonra Sinan “Abi kapatıyoruz ama sana değil” dedi. Otel kapattım, oteeel. Sağ olsunlar iki çalışanıyla pandemi sürecini beklediler. Tam dört ay orada kaldım. Tek müşteri. Restoranı resim atölyesi yaptık. Tuvaller, boyalar... Deniz kenarında iskelede üç-beş kişi. Sanırım hayatımın en benzersiz zamanıydı. Çok lezzetli, çok eğlenceli günlerdi. Ama paranoya peşimizi bırakmadı. Oğlumla her gün konuşuyoruz, “Sesin biraz nazallı geliyor” diyor. Ya şuradan bir tek rakı verin be (gülüyor)! Şaka bir yana, hiç bilmediğimiz ve yarınını bilemeyeceğimiz bir kâbus ve bitmedi. Millet koyverdi gidiyor ama.Ölmekten korktunuz mu? Ölüm korkutmaz beni. Uykuya dalabiliyorsanız, o da öyle. Hiç korkmadım. Fakat beni sevenlere zamansız yokluğumun acısını çektirmek istemem. Onların acısını da yaşamak istemem. Son yıllarda hiç beklenmedik ölümler yaşadık. Bazı ölümlerin defteri kapanmaz. Ferhan Şensoy, Hasan Saltık mesela... Geçenlerde “Bu hayvan Hasan beni niye aramıyor” diye telefona sarıldım. Yahu babam 1987 yılında öldü, her rakı sofrasında masamda. İşte kolunda kitapla dolaşıyorsun.Bu salgın sizce bize ne söyledi? Doğa insanlığa belasını gösterdi. Daha vermedi ama. Yıl sonuna yaklaşıyoruz, 2021 sizin ve dünya için nasıl geçti? Biz eşimle çocuk konusunu çok düşündük. Âşıktık. Mutluyduk. Ama çocuk yapmaktan çok korkuyorduk. “Bu dünyaya çocuk yapılır mı” dediğimizde yıl 1983’tü. 1985’te Can dünyaya geldi. Al, adamın yaşadığı dünyaya bak!2022 dilekleriniz neler? Yıllık dileklerde bulunmuyorum. Zaman ve tarih mana katmıyor hayatıma. Hayat hak edene mutluluk, etmeyene akıl fikir versin. Fellini’nin ’Amarcord’unu izleyince yönetmenlik yapmaya karar vermişsiniz. Hayatınıza böyle köklü dokunan, sizi dönüştüren, değiştiren başka filmler, eserler oldu mu? Fellini’nin ‘Rimini’si bizim köy gibiydi. ‘Kuzguncuk’ta da çok benzer karakterler ve olaylar vardı. Çok kapılmıştım filme. Bittiğinde yerimden kalkamadım. “Benim de kendi dünyamı anlatmam lazım” dedim ama işte beceremedim. Nino Rota’nın ‘Amarcord’ süitini duyduğumda hep hayatımda yaşamadığım bir keder hissederim. Her an sona erecek mutluluk gibi. Hem ruhum okşanır hem ürkerim. Bitmesin.Oğlunuz Can Yücel’le çok yakın bir ilişkiniz var. Nasıl bir babasınız? Can’la ilişkimizde baba-oğul tarifi yoktur. ‘O benim dostum’ demek de karşılamaz. Çok yakınım diyeyim. Birlikte olmaktan haz duyarız. Orada da ‘ben bir babayım’ hissiyatım yoktur. Oğluma karşı değil, çok yakınıma ne hissediyorsam o da öyledir benim için. Bazen konuşurken bakıyorum, “Bu çok sevdiğim herif benim oğlum ulan” diyorum. Hepimiz kazayla dünyaya geldik. Bizim pederle valide yılbaşı bitirmişler işi. 9 ay 8 gün sonra Zeynep Kâmil Hastanesi’nde çıkmışız ortaya. Göbek adım Kâmil. Kız doğanların da Zeynep. Spermiz aslında, Zeynep’le Kâmil. Çok da anlam vermeyelim kendimize. Anlam, sahip olduğumuz, edindiğimiz kişilikte. Tekne ve denizin sizdeki karşılıkları ne? Hah, merak ediyordun 60’tan sonra ne oldu diye, bunlar oldu: Vertigo ve panik atak. Aa, gerçekten mi? Tekneyi ondan bıraktım. Şimdi bir adada yaşıyorum. Suya inmem bir dakika ama hayatımda ilk defa bu yıl hiç denize girmedim. Düşündüm, 40 yıldır denize sahilden yürüyerek girmemişim. Sabah uyanıp gözünü açmadan tekneden suya atlamak... Aahhh ah! Rakı, şarap, makarna, balık, şiir, müzik, aşk, çekip gitmek, yok olmak... Aman uzak durmak lazım. Gece seyirlerini çok özledim, diyeyim. Ege’ye inmeyi... Işıkların dili başlar gece. Simsiyah, ufuksuz bir karanlığa akarsınız. Kılavuzunuz ışıklardır. İskele, sancak. Çakarlar. Anadolu üzerinden kıpkırmızı doğan dolunay. Hafif rüzgâr ensedeyken ful arma yelkeni basıp motoru kapatmak. Yüksek sesle konuşmaya çekinirsin. Ruh ürpermesidir. Gene kaşınıyorum galiba...