Onu tanıdığımda ilkokula
yeni başlamıştı…
Çok tatlı bir yüzü ve o
kadar güzel bir kalbi vardı…
O yaşta o zekâ, hayran
kalmıştım…
Bize bilgisayarın nasıl
kullanılacağını gösterirdi ve sonra bakışlarıyla da
küçümserdi…
Ama ne de güzel
gülerdi…
Müdürümüz Ahmet beyin
biricik evladıydı, iş saatlerinde hepimize şakalar yapar, karşımıza
geçer kıkır kıkır gülerdi ve biz kızamazdık hiç ona…
En çok, hamburger ve
patates kızartması severdi…
Geceleri ben iş yerinde
nöbetteyken, komik komik fakslar gönderir, arkasından telefon eder,
“Nesrin abla geldi mi faksım, beğendin mi?” diye sorar sonra
kahkaha atardı…
“Erol Can dersin yok mu
senin?” Diye söylenirdim, o da “Yok” derdi ve kapatırdı
telefonu…
Hemen arkasından başka
şakalar…
Ne kadar neşeliydin Erol
Can…
Dün haberlerde duydum yedi
gencin hiç uğruna sonsuz uykuya yattıklarını ve çok sonra öğrendim
içlerinden birinin sen olduğunu…
Ne biçim bir yıl bu, daha
başında yıkıyor bulduğunu…
Ve sen neden oradaydın,
siz neden oradaydınız diye çırpınmanın faydası yok
biliyorum…
Annen… Baban… Tek
evlatlarını nasıl yolcu edecekler şimdi hep bunu
düşünüyorum…
Hala büyük bir şok
yaşıyorum, hala sen yine o komik şakalarından birini yapıyormuşsun
gibi geliyor bana…
Şaka yapma Erol
Can…
N"olur yapma…
Elma dersem çık, armut
dersem çıkma…
Elma, elma…
Erol Can neden
çıkmıyorsun?
Yoksa beni duymuyor
musun?