Kredi kartı sahiplerine uyarı
Abone olNesrin Yanık Çorakbaş'a konuşan Şekerbank Genel Müdürü Hasan Basri Göktan kredi kartı sahiplerini uyarıyor..
Türkiye’den ekonomik gelişimin en önemli göstergelerinden biri
bankalar. Her geçen gün yenilenen imajları, dünyayla yarışan hizmet
ve ürün çeşitleri, televizyon ekranlarında “başka emrimiz olup
olmadığını” soran güler yüzlü banka memurları, bunların hepsi
güzel. Güzel, güzel de şimdilerde bir de metro önlerinde, çarşı
girişlerinde, velhasıl her köşe başında karşımıza çıkmaya
başladılar. Amaçları, ısrarla “en avantajlısı” olduğunu
anlattıkları kredi kartlarından edinmemizi sağlamak.
Durum o kadar vahim bir hal aldı ki, cebinde ekmek alacak beş
kuruşu olmayan adamın bile, cüzdanının her gözünden limiti
milyarları aşan kredi kartları fışkırıyor. Hal böyle olunca da,
evdeki hesabı kredi kartına tutturamayan vatandaş bankalara lanet
okuyor, bankacılar da borcunu ödemeyen vatandaşa…
Türkiye’nin en eski bankalarından olan Şekerbank’ın onbir yıldır
Genel Müdürlüğünü yürüten Hasan Basri Göktan’a, “Kredi kartı
pazarında siz neden bu kadar geç kaldınız?” diye sorduğumda, işin
bir başka yüzünü daha anlıyorum. Bankalar arası rekabete
yenildiklerini ve kendilerinin de çok yakında taksitli kredi kartı
dağıtmaya başlayacaklarını söyleyen Göktan, kredi kartı
kullanımının kontrollü yapılması gerektiği konusunda vatandaşı
uyarıyor. “Faizlerin ve enflasyonun düştüğü bir noktada kredi
kartlarına 7, 8 taksitin yapılması, bu malda gizli bir faiz
uygulandığını gösterir. Burada tüketici, kredi kartının ödemesini
peşin mi yapacağı, yoksa bir takım faizlere razı olarak taksitle mi
yapacağı konusunda tercihini iyi yapmalıdır” diyor.
Yeni yüzyıl bankacılığında Şekerbank, kendini sektörde
nasıl konumlandırıyor?
Şekerbank, Türkiye’de bankacılık kavramının kökeninde ve ortasında
yer alıyor. Şekerbank, sağlam bir geçmişi olan, güven ve tecrübeyi
bir arada götüren bir banka. Bankacılık sektörünün Anadolu’daki
temsilcisi, halka açık, çok ortaklı bir şirket ve halk
kitlelerinin, mudilerin güven duyduğu, hem bireysel, hem ticari,
hem kurumsal bazda çalışan ve Anadolu’da en iyi network’ü olan,
işlemlerinden bireysel kredisine kadar geniş bir alanda faaliyet
gösteren ve 50 yıldır sektörün içinde bulunan, Türk bankacılık
sektörünün temel taşlarından birisi.
Bankacılıkta, geleneksel temayı mı kullanıyorsunuz, yoksa
geleceğin bankacılığı teması mı sizde daha baskın?
Bankacılık aslında gelenekselliktir. Bankacılığın olmazsa olmaz
tutucu ilkeleri vardır. Bunlardan en önemlisi de güvendir. Çünkü
bankada duran para bize emanet edilen paradır ve o parayı bize
emanet edilen ruha uygun olarak saklamamız gerekir. Bu bakımdan
bankacılık, geleneksel ve evrensel bir kurumdur. Geleceğin bankası
kavramı, teknolojik olarak gelişmelere ayak uydurmak anlamında
kullanılır ki, onu zaten yapmak zorundayız. Bankacılığın evrensel
kuralları geleneksellik, muhafazakarlık, tecrübe ve istikrardır.
Bunlardan kesinlikle vazgeçilmez ve geçilemez. Bunlardan
vazgeçildiği taktirde neler yaşandığını hep birlikte gördük.
İmar Bankası olayından sonra bankacılık sektörü bir güven
sorunu ile karşı karşıya kaldı. Şekerbank müşterisi olaydan nasıl
etkilendi?
Biz zaten güvenilir bir bankaydık. Bu konuda hem bizim açımızdan,
hem de müşterilerimiz açısından herhangi bir kuşku olmadı. İmar
Bankası’nda yaşananlarla ilgili olarak, mudilerimizden bize
yansıyan bir güvensizlik sorgulaması, bizimle ilgili bir yanlış
algılama olmadı. Üstelik bizim imajımız daha da kuvvetlendi,
müşteri sayımız arttı. Fakat bu tür olayların yaşanması, sektörle
ilgili olarak tasarruf sahibinin kafasında bir takım sorulara neden
olabiliyor. Geriye dönüp baktığımızda değişik ülkelerde, farklı
dönemlerde benzer olaylar yaşandığını görüyoruz. Biz de bu süreci
geçirdik. İnşallah bu bağlamda bir daha böyle şeyler olmaz.
Geçtiğimiz yılın bilançosuna göre Şekerbank 2003’ü nasıl
tamamladı?
Şekerbank da dahil olmak üzere sektör genelinde konuşmak gerekirse,
bankacılık açısından iyi bir yıl geçirildi. Fakat bu, bankacılık
sektörünün çok fazla kar ettiği manasında algılanmamalıdır. Yani
sektör geçtiğimiz yılı, kendini rehabilite ederek geçirdi. Çünkü
sektör, 2000 krizinden büyük ölçüde yara aldı, sermayesinin
yarısını kaybetti. Bankacılık sektörü 2003 yılını iyi geçirmiş olsa
da, krizde yaşananları geri alamadı. Şekerbank, 2003 yılını iyi bir
bilançoyla tamamladı. Geçtiğimiz Eylül ayının açıklanan verileri,
geçtiğimiz yılı büyüyerek ve karla kapattığımızı gösteriyor. Bu,
hem kredi hacmindeki, hem karlılıktaki, hem de iş hacmindeki
artıştan görülebilir. Ama bütün sektör için önemli olan bir nokta
var ki, 2003’teki bu yüksek karlılık bankaların portföylerinde
bulunan kamu kağıtlarından oluştu. Faizlerin hızla düşmesi,
geçtiğimiz yılda bankaları bu ölçüde kar sahibi yapmayacak.
Bankalar mutlaka kendi asli görevlerine dönecektir. Sektördeki
bankalar, kredi hacimlerini genişletmek ve hizmet ağlarını
çoğaltmak zorundalar.
2004’te müşterileriniz Şekerbank’ın yeni ürün ve hizmet
kampanyalarını görebilecek mi?
Şekerbank’ın, abone sayısı her geçen gün artan çok güzel bir
internet bankacılığı var. Yeni ürün olarak, master kartı çıkardık.
Yeni yılın ilk aylarında taksit kart uygulamasına Şekerbank da
başlayacak. Ayrıca tüketici kredileri, konut kredileri, otomobil
kredilerimiz zaten var ve devam ediyor. Bu yılda bizim için bir
diğer yenilik, idari binamızın İstanbul’a taşınması olacak. Bu, üç
yada dördüncü ayda başlayıp dokuzuncu aya kadar devam edecek bir
süreci kapsayabilir. Şekerbank’ın noksan olan hiçbir ürünü yok.
Diğer bankalarda ne varsa Şekerbank’ta da o var. Fakat önemli olan
ürün çeşitlemesinden çok, hizmetin iyi sunulması, güven verilmesi,
tüketicinin korunması. Şekerbank 2004 yılında da güvenilir,
tüketiciyi koruyucu, iyi hizmet sunmayı hedefliyor.
Kamuoyu, Şekerbank’ı kredi kartlarında pek etkin
görememişti belki.
Yok, hayır. Bizim de şu an master kart ve taksit kartlarımız var.
Şekerbank, taksit kart işinde bilinçli olarak biraz geç kaldı.
Çünkü kredi kartları aslında bir taksit aracı değil, bir ödeme
aracıdır. Yani bankanın müşterisine kısa vadede, köklü kredi
anlamında yardımcı olduğu bir araçtır. Bunun bir taksit aracı
haline gelmesine temelde karşıyım. Rekabet bunu doğurdu ama bunun
mahsurlarını ileride göreceğiz. Şimdi bu, 3 taksitle başladı ve 10,
12 takside kadar gidenler var. Neticede durum, bir kredilendirme
olayına dönüştü. Kredilendirme olayı bir prosedürdür, bir
kredibiliteye verilir ve yoğun rekabet şartlarında birden çok banka
tarafından kişilerin kredilendirmesi anlamına gelir.
Şu anda kredi kartlarına taksit uygulanmasını kontrolsüz mü
görüyorsunuz?
Evet. Özellikle faizlerin indiği bir ekonomide 8, 10 taksit hem
banka, hem de müşteri açısından çeşitli mahsurların ortaya çıkması
demektir.
Kredi kartlarındaki uzun taksitlendirmeleri doğru
bulmuyorsunuz ama Şekerbank da aynı uygulamaya geçiyor değil
mi?
Eğer kayıtlar düzgün takip edilemezse, kişilerin ödeme gücü dikkate
alınamazsa istenmeyen sonuçların ortaya çıkması kaçınılmaz olur.
Hatta geçmişte bu tür sorunlarla karşılaşıldı ve konu ile ilgili
yasa da çıktı. Bu işten bankalar da zarar gördü. Ama rekabet bizi
bu yola itti. Bu nedenle taksit kart uygulamasına biz de geçeceğiz.
Fakat öyle tahmin ediyorum ki, bankalar buna karşı bir ortak
yöntem, bir makul çözüm bulacaklardır.
Türkiye’de kredi kartı kullanım oranını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Kredi kartı kullanımı, hem kayıt
dışı ekonomiyi kontrol altına almak bakımından, hem de piyasada
bulunan nakit para miktarını kayıt altında tutmak yani kaydi paraya
geçmek bakımından önemli bir unsurdur. Fakat, hem bankacılık
sektörünün, hem de tüketicinin mağdur olmaması açısından kredi
kartı kullanımının mutlaka kontrollü yapılması gerekir. Faizlerin
ve enflasyonun düştüğü, faizlerin batılı ülkeler seviyesine
gelmesinin hedeflendiği bir noktada kredi kartlarına 7, 8 taksitin
yapılması bu malda gizli bir faiz uygulandığını gösterir. Burada
tüketici, kredi kartının ödemesini peşin mi yapacağı, yoksa bir
takım faizlere razı olarak taksitle mi yapacağı konusunda tercihini
iyi yapmalıdır. Biz banka olarak bu ödeme şeklini peşin olarak
düşünmüştük fakat, rekabet bu şartları zorluyor. Şu anda her
ikisini de tüketici tercihine sunuyoruz. İsteyen peşin, isteyen
taksitli ödemeyi tercih edebilir. Düşüncem şudur ki, bu taksit
sayılarının hızla artması kredi kartını bir ödeme aracı olmaktan
çıkartıp bir kredi enstrümanı haline getiriyor. Ama teknolojide
bazı gelişmeler var. 2005 yılından sonra belki chip’li kartlar
zorunlu hale gelecek. Onlarda da nakit yönetimi zorunlu hale
gelecek ve böylece bu işlemlere daha sağlıklı bir ölçüt
gelebilecek.
Bir süre önce Global Menkul Değerler ile stratejik
ortaklıkla ilgili görüşmeler yaptınız ama anlaşamadınız. Bu
ortaklıktan beklentiniz neydi?
Kamuoyuna da
duyurduğumuz gibi orada stratejik bir amaç vardı. Yani bu,
teknoloji ve pazar payında bir ortaklıktı. Global Menkul Değerler,
bizim network’ümüzden ve pazarımızdan istifade edecekti. Biz de
onların sermaye piyasası konusundaki uzmanlıklarından
yararlanacaktık. Buradaki esas sorun, bünyelerin farklı olması
oldu. Yani biz bankayız, onlar aracı kurum. Eğer anlaşması gereken,
iki banka yada iki aracı kurum olsaydı anlaşmak daha kolay
olabilirdi. Ticari paylaşımlarda anlaşamadığımız bazı noktalar
ortaya çıktı. Aslında Global iyi bir kurum ve iyi bir ortaklık
olabilirdi. Fakat, sektörel alanların farklı olması genel bir
uyumsuzluk doğurdu.
Önümüzdeki dönemlerde yeni girişimleriniz olabilir
mi?
Türkiye’de bankacılık sektörünün büyümesinin yeni birleşmelerle
olması gerekir. Bu bağlamda banka olması, stratejik konumda olması,
yabancı kökenli olması kaydıyla ileriye dönük bir takım
düşüncelerimiz olabilir. Böyle teklifler gelirse veya iyi
partnerler görülürse böyle görüşmeler tabii ki yapılabilir.
Küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesinde
Şekerbank’ın etkinliği nedir?
Aslında bizim esas ilgi
alanımız küçük ticari işletmeler. Şekerbank’ın esas fonksiyonu
budur. Hem Anadolu’da yaygın bir network’ü var, hem de bu yapıyı ve
bu insanları iyi tanıyor. Küçük miktarlar riski biraz daha bankaya
yükleyen, bankaların zamanını alan ve sosyal ilişkilere dayanan bir
kredilendirme türü. Şekerbank da bunu baz alıyor. Bizim
kredilerimiz büyük ölçüde bu işletmelere veriliyor. Bunu ticari
bazda daha da yaygınlaştıracağız.
Bununla ilgili yeni bir projeniz olduğunu
biliyoruz…
Batılı birkaç girişimcinin de katılabileceği, mikro finansman
denen, özellikle büyük şehirlerin etrafındaki birkaç kişilik
işletmeleri finanse edecek, buralara kaynak aktarabilecek bir
çalışmamız var. Bu projeye yaz ortaları ya da sonbahar gibi
başlayacağız. Belki bu iş için sınırlı bir kaynak ayıracağız ve
belirli pilot bölgeler tespit ederek uygulamaya geçeceğiz. Bu proje
çerçevesinde kredi kullanacak kişilere teminatlandırmada ve
prosedürlerin uygulanmasında bir takım esneklikler getireceğiz. İş
yapılan sayı fazla, miktarlar küçük olacak. 2004’te uygulamayı
düşündüğümüz proje kapsamında, KOBİ’den daha küçük olan aile
işletmeleri ve birkaç kişilik işletmeleri düşünüyoruz. Özellikle
üretim dışı kalmış, iş bulamamış kesimin organize edileceği,
bürokratik sisteme giremeyen, bankaya girmekten, kredi kullanmaktan
çekinen kişilerin teşvik edilmesine yönelik bir proje olacak.
Bununla ilgili olarak birkaç yabancı finans kuruluşu ile de görüşme
halindeyiz. İnşallah yakın zamanda da proje hayata geçecek.
BDDK’daki görev değişimini ve bu kurumun bankacılık
sektöründeki fonksiyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Böyle bir kurum gerekliydi ve kuruldu. Tabii, bir kaos dönemi
geçirildi. BDDK’nın kurulması ile bankaların krize girmesi aynı
döneme rastladı. Fakat kurum, fonksiyonun yerine getirmektedir.
BDDK’nın teknolojinin gerisinde kaldığı görüşlerine ben şahsen
katılmıyorum. Yapılan bütün değişiklikler siyasi iktidarın düşünce
tarzıdır. İdare, burada yeniden örgütlenmeyi uygun gördü. Sanıyorum
BDDK da bunu uygun gördü ki, böyle bir değişiklik yapıldı. Basına
yansıyanlardan gördüğümüz kadarıyla, yeni bir bankalar kanunu
çalışması da yapılıyor. Bu önümüzdeki yaz aylarında da gündeme
gelecek herhalde.
Bu yasa, sektöre nasıl bir rahatlama getirir?
Sektör zaten mevcut yasa içerisinde oturdu. Fakat çıkarılan yasa
hem çok aceleye getirildiği, hem çok değişikliğe uğradığı, hem de
yasa tekniği açısından çok karmaşık olduğu için bir takım yanlış
anlamalara, uygulama zorluklarına, kavram kargaşasına neden oluyor.
Bunun için çok gecikmeden yeniden bir düzenleme yapılmasında fayda
olacağı kanaatindeyim. Kişisel görüşüm şudur ki, tasfiyeden ayrı
olarak tasarruf mevduatı fonunun BDDK’nın bünyesinde olması faydalı
olacaktır. Çünkü o para, bankaların tasarruf mevduatının güvence
altına alınması için ödedikleri primden oluşuyor. O primi, BDDK
yarın faaliyette olan bir bankanın ihtiyacı için kullanmak isterse
ayrı bir kuruluş olduğu için belki zorluklarla karşılaşılabilir. O
nedenle, tasarruf mevduatı sigorta fonunun, en azından kullanma
hakkının BDDK bünyesinde kalmasında fayda görüyorum.
Birkaç yıl önce Marmara Bölgesi’ndeki vatandaşlara, depreme
karşı konutlarını güçlendirmelerini sağlamak üzere kredi temini
girişiminiz vardı. Bu proje devam ediyor mu?
Biz böyle
bir hizmet sunduk. Fakat bu konuda fazla bir talep gelmedi.
Herhalde bizim insanımız depremden çok fazla korkmuyor. Bu
hizmetimiz hala devam ediyor fakat fazla bir talep görmüyor. Bana
göre bu, toplumsal bir proje ve kamu adına bunu birilerinin
yönlendirmesi ve örgütlemesi gerekirdi. Maalesef durum böyle
olmadı. Bu konuda en büyük destek belediyelerden gelmeliydi. Biz,
kamuoyunu bilgilendirmek adına her türlü çalışmayı yaptık ama
belediyeler bu konuda üzerlerine düşeni yapmadılar.