Kötü tohumun öyküsü
Abone olMehmet Mollaosmanoğlu; bu kez okuyucusunu sıra dışı bir anti kahraman, katıksız bir kötü tohum olan kahramanı Talaytay’la tanıştırıp, farklı perspektiflerden bir cevap arıyor.
“Onu tehlikeli bir psikopat haline getiren şartları
doğuran sebep genetiği miydi? Genetik! Doğuştan gelen yani… Peki,
suça meyilli olmanın kaynağı genetikse günah ne? Sünnet misali
genlerin bir parçasını kesip atamazsın, burun gibi düzeltip
şekillendiremezsin, göbek yağları gibi eritemezsin, kafadaki kele
ense saçlarından ektiremezsin… Evet, suçlu doğuştan mı günahkâr? O
zaman o zavallının günahı ne?”
Daha önce kadim medeniyetler, dinler, reenkarnasyon, kuantum
fiziği ve yıldızlardan gelen yaşamlar üstüne yazdığı farklı
gerilim-aksiyon türündeki romanlarıyla tanıdığımız Mehmet
Mollaosmanoğlu; bu kez okuyucusunu sıra dışı bir anti kahraman,
katıksız bir kötü tohum olan kahramanı Talaytay’la tanıştırıp,
Talaytaytan boyunca bu soruya farklı perspektiflerden bir cevap
arıyor.
Tabii her zamanki gibi mistik yollara da girmeyi ihmal etmeden,
hikayesinin merkezine Bahailik dinini de yerleştirerek…
Romanda İstanbul Tebriz, ‘60lar günümüz arasında gidip gelen
yapısıyla okurunu yalnızca mistik değil egzotik bir yolculuğa da
çıkaran yazar, yalnızca pek de bilinmeyen Bahailik dinine dair ilgi
çekici arka plan bilgileri vermekle kalmıyor, ucu İran sarayına
dayanan müthiş politik entrikalardan da bahsediyor.
Muhteşem güzelliğine rağmen talihsizliğiyle tanınan Prenses
Süreyya’dan günümüz İstanbul’unda yaşayan 19 yaşındaki bir gence,
saray entrikalarından genetik ve tüp bebek bilimine, tüm dinleri
birleştiren barış dini Bahailik inancından katıksız kötülüğün
bilimsel, sosyolojik ve felsefi kökenlerine dek çok sayıda meseleyi
şaşırtıcı bir kurguyla iç içe işliyor.
Kaos kuramından yola çıkan yazar, Kelebek teoreminden aldığı
örnekle yıllar önce dünyanın bambaşka bir köşesinde yaşanan
olayların daha sonra yaşamların üstünde yarattığı şaşılacak denli
büyük etkilerinin öyküsünü anlatıyor.
Sürükleyici dili, heyecan duygusunu bir an dahi kaybetmeyen yapısı
ve sıra dışı kurgusuyla elinizden bırakamayacağınız Talaytaytan,
Testere filmlerini aratmayacak dozda şiddet içeren açılış sahnesi,
birbirinden renkli ve bir o kadar da kötü anti kahramanlarının yanı
sıra belki de edebiyatın en sıra dışı aşkının; 19 yaşındaki
yakışıklı ama şeytani ruhlu Talaytay ile 55 yaşındaki son derece
çirkin ancak bir o kadar da zeki ve kurnaz Tennure’nin de öyküsünü
anlatıyor.
Kitaptan:
“Lotus, bataklıkta çamur içinde büyümesine rağmen tertemiz ve saf kalmayı başaran yegâne bitki türüdür. Yalnız bu değil, diğer bitkilerden daha başka inanılmaz ayrıcalıkları vardır,
örneğin bitkilerin pek çoğu önce çiçek açıp çiçeklerini
döktükten sonra meyve verirken, lotus meyvesi olgunken çiçek
açar.
Bu nedenle lotus geçmişin, şimdinin ve geleceğin bir aradalığının ifadesi olarak kabul edilir. Lotus tanrısal bir simgedir. Bir de taş çiçeği vardır. Biçim olarak lotusun aynısıdır. Bununla beraber rengi lotus gibi beyaz değil, insan teni olan kahve-pembe karışımıdır, çamurda değil taş aralarında yetişir ve lotus kadar büyük ve gösterişli değildir. Taş çiçeği, tanrısal lotusun beşeri yansımasıdır. Bir taş çiçeği tohumu bir lotus bataklığına düşerse lotusa dönüşür. Bu yüzden taş çiçeğiyle lotusun yetişme alanları birbirine çok uzaktır ve bir taş çiçeği tohumunun bir lotus bataklığına düşmesi çok zordur fakat imkânsız değildir. Ne demek istediğimi anlayabildiniz mi Bayan Sagemühl?”
“Anladım!” diye başını salladı. “Tüpteki taş çiçeğinden bir lotus yaratmamı istiyorsunuz!”
***
“Kötü olan bir tek kendisi miydi? Tefeci hacca gidip, dedikoducu
namaz kılıp, rüşvetçi oruç tutarak işin içinden sıyrılıyor muydu
yoksa resmen dinle alay ederek ‘iyi’ insanları kandırıyor
muydu? Kendisini bu yüzden takdir ediyordu işte, kandırmıyordu ve olduğu gibiydi. Başı sıkışınca dine sığınmıyordu. Sahi neredeydi dinlerin vadettiği mutluluk, Tanrının inayeti? Tanrının gücü hani?
O gücün nerede olduğunu biliyordu. Elini cebine attı ve bir tomar parayı minicik bir serçeye zarar vermek istemezmiş gibi gevşekçe tuttu. Bütün kötülüklerin anasıydı avuçlarındaki.”
***
“Ben bir taş çiçeğiyim,
Kalbimin taş olmadığını,
Bilmem sana nasıl anlatabilirim?
Bir güneş gibi üzerimde parlasan
Duygusuz ve soğuk olmadığımı görürsün.
Bir yağmur olup üstüme yağsan,
Kalbimin taş olmadığını anlarsın.
Aslında taş kalpli olan sensin.
Ben ise sadece taş çiçeğiyim…
Kalbimin taş olmadığını,
Bilmem sana nasıl anlatabilirim?”
Talaytaytan
Mehmet Mollaosmanoğlu
Roman
304 sayfa
Profil Yayıncılık