Köşe'lerde sığlık sarhoşluğu
Abone olSon yıllarda Türkiye'de köşe yazarlığı büyük değişimlere sahne oldu. Çağın köşe yazarları her türlü sorunu siyasetten çözmeye çalışırak, bize yeni dönemi yaşatıyorlar.
Türkiye'de aydın kavramının değişmesi, köşe yazarlarının
kimliğini ve niteliğini de etkiledi. Artık her tür soruna siyaseten
çare bulmaya çalışan gazetecilerin dönemini yaşıyoruz Türkiye'de
köşe yazarlığı sadece bugün değil, başlangıcından beri bir sorun.
Yalnız sorun derken, her ne kadar sözcüğün Türkçede böyle bir
anlamı varsa da bunu mutlaka olumsuz anlamda ele almamak gerekir. O
nedenle 'sorunsal' diye düzeltmekte önemli bir fayda bulunuyor.
Bunun böyle olması da doğal. Her şeyden önce gazeteciliğin
başladığı dönemin toplumsal koşullarıyla ve gazeteciliğin o
bağlamda oynadığı rolle, üstlendiği işlevle ilgili bir açılım bu.
Toplumsallık bağlamında hiçbir şeyin mevcut olmadığı bir dönemde
veya döneme doğan gazete ikili bir işlev üstleniyordu. Bir yandan
cemaatin bireye evrilmesinin olanağını yaratıyor, öte yandan
bireylerin ortak bir bilinç geliştirmesine yol arıyordu. Bu, cemaat
ruhunun sahip olduğu ortaklık duygusunun çok ötesinde bir anlayıştı
ve süreci yaratacak olan öge, okumaktı. Odasında oturup tek başına
okuyan insan bir bireydi artık. Ve bu bireylerin yan yana
gelmesiyle ortaya bir bütünlük çıkacaktı. Batının burjuvayla
yaptığı ve bu anlamdaki (kültürel) tarihini şimdi John Gray'in
yapıtlarında okuduğumuz burjuva tam da buydu. İlk dönem
gazeteciliğinin anayasacılık (meşrutiyet) tartışmalarıyla aynı
dönemde kendisini göstermesi, hatta ilk dönem romancılığını meydana
koyanların anayasacılık ve diğer reform girişimlerini başlatanlarla
aynı insanlar olması bu dönemin daha sonraki dönemlere bıraktığı en
önemli miras. Ayrıca 1840'tan sonra toplum hayatında çok kısa
sürede büyük dönüşümlerin art arda yaşanması köşe yazarının sürekli
yön tayin eden birisi olarak sivrilmesini kaçınılmaz hatta zorunlu
hale getirdi. O arada toplumsal dönüşüm için belirlenen model de bu
oluşumu hazırlıyordu. Toplumsal değişimin yukarıdan aşağıya bir
düzen içinde hazırlanması, seçkinlerin buna öncülük etmesi mevcut
yapıyı pekiştiriyordu. Öncülük, onların neredeyse varoluşlarının
bir parçasıydı. Edebiyatçı köşe yazarları Bununla birlikte
Cumhuriyet'in ilanıyla 1960'lara kadar gelen döneminde bu köşe
yazarlarının çok önemli bir başka özelliği de edebiyatçı
olmalarıydı. Bu olgunun altında yatan önemli bir başka neden daha
var: gazetecinin, bir kültür adamı oluşu. Gerçekten de şöyle bir
bakılırsa, yukarıda değinilen 'seçkinlik' niteliğinden ötürü ve
diğer toplumsal parametreler nedeniyle, bütün politik, toplumsal
kimlik özelliklerinin yanı sıra, onlardan önce bir kültür adamıdır
dönemin köşe yazarı. Bu gerçek gerek aydın kavramının 'genel
aydın'dan 'özel aydın'a kayması nedeniyle, gerekse 1960'lardan
Türkiye'nin sonra içine girdiği yeni dönemlerin zorlamasıyla enine
boyuna değişti. Köşe yazarı artık salt bir uzmanlık bağlamında
biçimleniyordu ya da eğer genel bir temel aranacak idiyse bu,
siyaset oluyordu. 70'lerde kendini gösteren aşırı siyasallaşma bu
oluşumu besledi. Bu dönemin köşe yazarları, kimliklerinin genetik
özelliği olan siyasetçiliği büsbütün benimseyip savunmaya başladı.
Herkes bir kurtuluş reçetesi peşindeydi ve bunun tek aracı
siyasetti. Yön hareketi bu gelişmenin başlangıcını hazırladı. Akşam
ve Cumhuriyet gazeteleri Çetin Altan, İlhan Selçuk gibi yazarlarla
bunu devam ettirdi. 1980 sonrası ise 'popüler yazarlık' kavramını
bu yelpazeye ekledi ki, bu da gene Türk gazeteciliğinin diğer
yapısal özelliğidir. O zaman karşımıza her türlü sorunu siyaseten
çözmeyi düşünen ve önerenlerle hayatı bir fantezi balonu olarak
görenler 'zümresi' çıktı. Arada da 'uzman' yazarlar var; onlar
sadece belli sorunlarla uğraşıyor. Bugün öyle bir yerde duruyoruz.
Bunu çok büyük bir eksiklik ve sığlık olarak görmek gerek. Her
şeyden önce, 1990'lar dünyada kültürün çok önemli olduğunu bir kere
daha toplumlara kanıtladı. En geniş anlamda kültür, hangi bağlamda
ele alınırsa alınsın, başlı başına bir belirleyici. Ama bütün
zenginliğine ve öyle de olmasına karşın buradaki kültür kavramını
toplumsal kültür olarak görmemek gerekir. Tersine, kültür, burada
bir 'metafizik', bir 'felsefi' derinlik olarak beliriyor. Onu da
edebiyat, felsefe ve tarihten ayrı düşünmek olanağı yok. Bunun
seçkincilik diye algılanması gerekmez. Derinlik eksikliği Bu bir
kaçınılmazlık. Çünkü, sadece gündelik siyaset konuşarak gündelik
siyaseti 'halletmek' olanaksız. Bu durumun getirdiği en büyük
kısıtlama derinlik eksikliği. Hiçbir şeyi kendisine ait bir
perspektifte algılayamamak. Kültürün, tarihi ve siyaseti yapan
temel unsur olduğunu görememek, kültürün çözümlenmesinin en önemli
sosyolojik, politik çözümlemeden daha etkili olduğunu saptayamamak.
Bu eksikler nedeniyle popüler kültür sığlık ve bataklığına düşmek.
Bu elbette köşe yazarlarının bir kısıtlaması ama gazetelerin bu
ciddiyet içinde oluşu daha da vahim bir sorun. Kısacası, hiçbir
kültürün olmadığı ve belirlemediği bir anlayışla toplumu
belirlemeye çalışıyoruz. Bunun asıl korkunç sonuçlar doğurmakta
olduğunu görmüyoruz. Böyle gidemeyiz. Çünkü çok iyi biliyoruz ki,
kültür tarihi affetmez. KAYNAK:RADİKAL/ HASAN BÜLENT KAHRAMAN