Köşe yazarları harekat için neler yazdı?
Abone olKuzey Irak'a düzenlenen askeri harekat için köşe yazarları ne dedi?
Çukurca'daki hain saldırının ardından PKK'nın peşine
düşen mehmetçiğin Kuzey Irak harekatını köşe yazarları analiz
etti.
AHMET ALTAN NE DEDİ?
Ben PKK’nın bir daha karakol basamayacağını
düşünüyordum. Ordunun elindeki imkânlar gözönüne alındığında böyle
bir baskın mümkün gözükmüyordu; “askerî vesayetin”
gerilemesiyle birlikte “şike” dönemi de biteceği
için bir daha “karakol baskını” yapılmasının kolay
olmadığına inanıyordum. Ama anlaşılan “vesayet”
yıllarında ordunun içini kurt kemirmiş, yeniden düzelmesi
tahminlerden biraz daha fazla zaman alacak. 250 PKK’lının günler
boyu süren hazırlıklarını göremeyen, duyamayan, fark edemeyen bir
ordunun işi zor. Katırlarla ağır silah taşıyan PKK militanlarını
“köylü kadın” sanmak, büyük bir istihbarat
yeteneği olarak değerlendirilemez herhalde. İnsansız hava
araçlarının “kötü havalarda” uçamaması, çatışmanın
ortasında askerlerin cephanesinin bitmesi, sekiz saat boyunca
etkili bir yardımın yetişememesi, hâlâ sınıra sıfır karakollarda
mesleği askerlik olmayan “zorunlu” askerlerin
görevlendirilmesi ordunun kendisini toplamasının zor olacağını
gösteriyor. Bu ihmaller, eksiklikler ve yetersizlikler 25 askerin
ölümüne neden oldu. Ordu, askerî açıdan fevkalade iyi organize
edilmiş bir PKK saldırısı karşısında askerlerini koruyamadığı için
şimdi binlerce asker Kuzey Irak’ta kara harekâtı başlattı. Bu, iki
taraftan da daha fazla ölü demek.
Bu baskına rağmen PKK’nın silahla amacına ulaşamayacağına
inanıyorum ben, Kürt halkını topyekûn bir iç savaşa ikna edemediği
sürece PKK’nın bu tür çatışmalarla herhangi bir sonuç alabilmesi
mümkün değil. Sonunda PKK dağlarda sıkışacak ama bu savaş silahla
bitmeyecek. Başlatılan “kara harekâtı” bugüne
kadar yapılan “yirmi altıncı” harekâtmış. Sadece
bu rakam bile durumu açıklamaya yetiyor. Savaş, bu tür
operasyonlarla bitmiyor. Eğer hükümet bu savaşı bitirmek istiyorsa
yapılacak iki şey var. Birincisi, orduyu, sınırları ve karakolları
gerçekten koruyabilecek bir düzeye getirmek,
“militanla” köylü kadını birbirinden ayıracak bir
yeteneğe kavuşturmak, yüzlerce insanın sınırdan geçmesinden
haberdar olacak bir donanımı kullanabilmesini öğretmek. İkincisi ve
daha önemlisi ise siyasi adımları atarak özgürlük alanını kalıcı
biçimde genişletmek. PKK hata yapıyor, kazanamayacağı bir savaşı
körükleyip duruyor ama Türkiye’nin ve Kürtlerin geleceğini PKK’nın
hatalarına endekslemek aynı hatayı paylaşmak, hatta o hatayı
büyütmek anlamına gelir.
Dokuz yıldır iktidarda olan AKP hâlâ gerekli atılımları yapamıyor.
PKK’ya ya da onun “dış desteklerine” kızmak,
onları lanetlemek, intikam yeminleri etmek bir anlam taşımıyor;
bunlar bu ülkedeki Türklerin içini rahatlatır belki ama Kürtler
için bir manası yok bu söylenenlerin. Kürtler kendilerini tehdit
altında hissediyorlar. KCK operasyonlarını, siyaset yolunun
Kürtlere kapatılması olarak görüyorlar. Kürtlerin meseleyi nasıl
gördüğünü, neler hissettiğini anlamadan Kürt meselesini
çözemezsiniz. Başbakan Erdoğan, Kürt meselesini
“içinde” duyan Kürtlerin büyük bir çoğunluğunu
yanından, kabinesinden, grubundan uzaklaştırdı ve bence ciddi bir
hata yaptı.
Kürtlerin ne hissettiğini bilmiyor şimdi. Kürtlere güven verebilmek
için öncelikle şu rezalet Terörle Mücadele Kanunu’nu yürürlükten
kaldırması gerekir, sen şarkı söyleyen, mitinge giden, slogan atan
her Kürdü yakalayıp “örgüt” üyeliğinden
yargılarsan, ne o Kürtlere “siyaset
yapabilecekleri” güvencesi verebilirsin, ne de onları KCK
operasyonunun hukuki bir işlem olduğuna ikna edebilirsin. Terörle
Mücadele Kanunu’nu, Siyasi Partiler Yasası’nı, seçim barajını AKP
derhal değiştirip, ülkede büyük bir “özgürlük”
atağına kalkmazsa, Kürtlerin güvenini kazanamaz. Bugün PKK’nın
saçmaladığını gören birçok Kürt, bu baskıcı yasalarla kendisini
ezen ve aşağılayan Türklere karşı Kürtlerin elindeki tek güvencenin
hâlâ PKK olduğunu düşündüğünden şiddete gerektiği gibi itiraz
etmiyor.
PKK’nın şiddetini kara harekâtıyla, askerî operasyonlarla
bitiremezsiniz. PKK’yı dağlarda sıkıştırsanız, büyük kayıplar
verdirseniz bile bitiremezsiniz. PKK, ancak Kürtlerin gönüllerinde
yer bulamadığında biter, o zaman Kürtler bu manasız şiddetin
durması için harekete geçer. Kürtler kendilerini güvende
hissetmiyor, bu devleti kendi devleti gibi görmüyor,
aşağılandığını, kendine siyaset yolunun tıkandığını düşünüyor.
“Ama öyle değil ki...” ya da “hepsini
değiştireceğiz” demek de artık onlar için hiçbir anlam
taşımıyor, onlar kalıcı biçimde “değiştiğini”
görmek istiyorlar. Yapacağınız özgürlükçü atılımlarla Kürtlerin
güvenini ve kalbini kazanın. Savaş onların kalbinde başladı,
biterse gene orada, onların kalbinde bitecek.
NAZLI ILICAK NE DEDİ?
Tahmin edildiği gibi kara harekâtı başladı. Sıcak takip yapılıyor.
Her halde, 24 cana kıyan teröristler ağır darbe alacak. Peki
sonra... 1984'ten bugüne kadar 40 bin PKK'lının hayatını kaybettiği
belirtiliyor. Binlerce de şehit verdik. Ama "terörün kökü
kazınmadı" PKK, Türk devletini yenemez. Buna mukabil,
başka ülkelerde gördüğümüze benzer adımlar atılmadan, biz de terörü
sonlandıramayız.
Zaten, tarafları masaya oturmaya, karşılıklı konuşmaya sevk eden bu
"yenişememe" olgusu (Ne zafer, ne mağlubiyet)
değil mi? Güney Afrika'da beyazlarla siyahlar, Kuzey İrlanda'da
Katolik İrlandalılarla İngilizler, İspanya'da BASK bölgesinin
temsilcileriyle İspanyollar, aradaki husumete rağmen bir araya
gelmediler mi? Güney Afrika'nın lideri Nelson Mandela'nın
cümlelerini hatırlayalım: "Barış dostla yapılmaz; bu yüzden
düşmanla masaya oturacaksın." Masaya oturdunuz... Ön koşul
olmayacak. "Silâhları gömersen, ancak o zaman seninle
konuşurum" derseniz, adım atamazsınız. Buna mukabil
süresiz ateşkes için anlaşmak mümkün. İkincisi, teröre partiler
üstü bir mesele gibi bakacaksınız. Kimse siyasi istismar yoluna
sapmayacak. Üçüncü şartı, Hasan Cemal'in bir makalesinden
alıyorum.
Belfast'ta temasları sırasında bağımsızlık yanlısı Sinn Fein
partisinin bir milletvekilinden duymuş: "Bisikletin
üstündeymişsiniz gibi sürekli pedal çevireceksiniz. Durduğunuzda
bisikletten düşmez misiniz? Dolayısıyla, barış sürecini kesintisiz
devam ettireceksiniz." Unutmayalım ki, mazisinde
birbirlerine ağır kayıplar verdirmiş taraflar arasında, ilk
bakışta, güvensizlik hâkimdir. İtimat, atılacak adımlarla, zaman
içinde tesis edilebilir. Tabii bir de, bu işi yürüten partinin
güçlü bir iktidar olması gerekiyor. Zayıf koalisyonlar çözemez
sorunu. Türkiye'de bu da var. Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan
omuzlarında ağır bir sorumluluk taşıyor.
[PAGE]
CENGİZ ÇANDAR NE DEDİ?
Genelkurmay, 5 noktadan 22 tabur gücündeki bir askeri güç ile Kuzey
Irak topraklanna girildiğini açıkladı. Açıklamadan birkaç saat
sonra PKK'nın askeri gücü HPG tarafından yapılan bir açıklamada
'henüz girilmemiş olduğu' öne sürüldü. 22 taburluk
bir kuvvet, ortalama 10 bin kişi demek. Bu kadarlık bir silahlı
gücün hava kuvveti desteğinde gizlenmesi mümkün olamayacağına göre,
Kuzey Irak topraklarında askeri harekâtın başlamış olduğuna
hükmedebiliriz. Harekâtın kapsamı, boyutları ve nihai hedefine dair
bir şey bilmiyoruz. Başbakan Tayyip Erdoğan da medya
yöneticileriyle yaptığı görüşmeden sonra düzenlediği basın
toplantısında "Müsaade ederseniz detaylara
girmeyelim" dedi. Başbakan, dün Ankara'ya gelen Neçirvan
Barzani ile görüşeceğini, Mesut Barzani'nin de en kısa zamanda
geleceğini açıklayarak, Mesut Barzani ile 'peşmergelerle
ortak operasyon yapmak istediğimizi' bildirdi.
Operasyon ile 'tampon bölge' kurulmasının hedef
alınıp alınmadığı sorusuna ise "Bunlar yanlış şeyler. Ben
birliktelikten bahsediyorum Irak'la beraber yürütülecek
operasyondan bahsediyorum. Daha önce kurulmuş mekanizmamız var.
Sayın Obama ile de (önceki gece) bunu konuştuk. Üçlü mekanizma
burada çalışacaktır, çalışmaktadır. Türkiye de buradaki
kararlılığım sürdürmektedir" cevabını verdi. Neçirvan
Barzani Ankara'da, Mesut Barzani ise Erbil'de, PKK'nın adını ağzına
almadan 'asıl Kürt halkına zarar vermek'le
nitelediği 'bir silahlı grup'tan söz ederek
alışılmadık sertlikte açıklamalar yaptılar. Bütün bunlardan ne
sonuç çıkarmalıyız? 'Tayyip Erdoğan'ın intihar
ettiğini' belirttiği PKK'nın 'sonunun
başlangıcından söz edebilir miyiz? Ya da PKK'nın
Türkiye'nin amacı olarak bir süredir sözünü ettiği 'Sri
Lanka Modeli'nin gerçekleşeceğinden, yani 'Tamil
Kaplanları' adlı silahlı kuruluşun ortadan kaldırıldığı
büyük operasyonun bu kez PKK için geçerli olacağından söz etmek
gerekiyor mu?
Kara harekâtının kapsamı, boyutları ve nasıl gelişeceğini görmeden,
bilmeden, anlamadan bu soruların cevaplan yok. Ancak bu son kara
operasyonunun bundan öncekilerden farklı olabileceğini
sezebiliyoruz. Bundan önce Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay
Başkanlıgı'nda başlatılan 2008 Subat'ındaki amansız kış şartlarında
yapılan operasyon, aksine tüm açıklamalara rağmen, bilenler
biliyor, askeri açıdan bir 'fiyasko' olmuş,
sınırdan içeri giren birlikler hükümetin haberi olmadan apar topar
geri çekilmişlerdi. Hatta Tayyip Erdoğan'ın, önceden çekilmiş olan
bir televizyon çekiminde operasyonun devam ettiğinden söz eden
cümleleri yayımlanmadan önce ayıklanmıştı. Bu kez öyle olmayacağı
kesin. Bir kere, ortada kar-kış-kıyamet yok. Sınırötesinde hareket
edecek birlikler, ayrıca kış şartlarıyla savaşmak zorunda
kalmayacaklar. Dahası, hükümet-Genelkurmay ilişkileri bu kez
eşgüdümlü. Bir başka önemli fark, o operasyona ABD'nin kâğıt
üzerinde destek vermesine karşılık, bu kez, Başkan Obama'nın Tayyip
Erdoğan'ın arkasında durduğu apaçık ortada.
0 operasyona, Irak Dışişleri Bakanı (Mesut Barzani'nin dayısı olur)
Hoşyar Zebari tepki göstermişti. Aynı Hoşyar Zebari, geçen hafta
PKK'ya karşı askeri tavır alınacağı imasıyla sözler sarf etti.
Mesut Barzani ile Neçirvan Barzani'nin de Türkiye ile birlikte
hareket edeceği seziliyor. Türkiye'nin Kuzey Irak'ta PKK'nın
silahlı güçlerine ve mevzilerine karşı gerçekleştirdiği askeri
operasyonlar -bundan bir önceki hariç- her ne kadar 'nihai
çözüm'ü beraberlerinde getirmemişlerse de PKK'ya hatın
sayılır ölçüde askeri darbe de vurmuşlardır. Ağustos ortasından
beri adeta günlük olarak, PKK hedeflerine yönelik olarak sürdürülen
hava saldırılarının hayli ağır zararlar verdiğinin farkındayız.
Diyarbakır'dan neredeyse saat başı kalkan uçakların dağı taşı değil
belirli hedefleri vurduğunu 'fısıltı gazetesi'
söylüyor. Bu son kara harekâtının kapsamı ne olursa olsun, PKK'nın
'lojistik altyapısı'na ciddi zararlar vereceği de
kesin gibidir. Sınır boyunda, 5 kilometrelik -kimi yerlerde daha da
geniş- bir şerit içinde Türk Silahlı Kuvvetleri personeli ve
PKK'nın silahlı güçlerinden başka kimse yok. Orada peşmerge yok. Bu
bakımdan, Mesut Barzani'nin oldum olası hazzetmediği PKK'nın askeri
gücünün zayıflamasından yarar umacağı da kestirilebilir. Irak
Kürdistanı'ndaki Barzani yönetimi, 'stratejik
ufukları'nı Türkiye ile beraberlikte görüyor.
Türkiye'nin kendisini tanımadığı, hatta 'hasmane
tavırlar' gösterdiğine inandığı bir dönemde, PKK'yı
Türkiye'ye karşı bir 'kart' olarak elde tutmayı
düşünmüş olabilirler ama şimdi bakış açılan ve çıkar hesaplan böyle
değil. Ama bundan peşmergelerin TSK ile omuz omuza PKK'ya karşı
savaşa gireceğini düşünmek de gerçekçi olmayabilir.
Irak Kürt kamuoyunda PKK'ya belirgin bir sempati var ve Goran gibi
muhalefet örgütleriyle yönetimin başı rahat değil. O yüzden,
Kürdistan Bölge Yönetimi'nin "Türklerle birlikte Kürtlere
karşı savaşıyorlar" izlenimi vermesi kendi açısından
sıkıntılı olabilir. Hem Mesut Barzani hem Neçirvan, 1990'larda
bunun denendiğini, özel konuşmalarda sık sık dile getirirler ve
bundan sonuç alınamadığını hatırlarlar. Dolayısıyla, bu son
operasyonun Irak Kürt yönetimince destekleneceği ama bu desteğin
peşmergelerin doğrudan PKK ile savaşması noktasına varmayacağını
tahmin edebiliyoruz. Bu bakımdan, 'hava destekli kara
harekâtı', kimilerinin temenni ve tasavvur ettiği gibi
'Kandil'e Türk bayrağı dikilmesi'ne kadar
muhtemelen gitmeyecek; ama çok muhtemeldir ki, PKK'nın son Çukurca
saldırısıyla tavan yapan özgüvenini bir hayli örseleyecek ölçüde
gerçekleşecek. PKK'nın dağdaki yönetimi, aylardır, hata üzerine
hata yapıyor. Akıl almaz hatalar yapıyorlar.
Dünyayı ve bölgenin yeni dinamiklerini doğru okuyamıyorlar. Hatalar
zinciri, sakat bir tahlille başladı. Arap ayaklanmalarının
başlaması üzerine, "Türkiye ve ABD'nin Kürtlerin kellesi
üzerinden yeni Ortadoğu üzerinde anlaştıklan"ndan yola
çıkarak "2011 yılı Kürtler için kaybedilmemelidir"
hükmüne vardılar ve bunun yolu olarak Türkiye'de 'devrimci halk
savaşı'nı başlatmayı öngördüler. 'Devrimci halk
savaşı', Türkiye Kürtlerinin kitlesel desteğine dayanmadan
yürüyemezdi, yürümedi de zaten. PKK'nın Türkiye Kürtleri üzerindeki
hatın sayılır ağırlığı ortadan kaybolmadı ama Kürtler,
'devrimci halk savaşı' taktiklerine ayak uyduracak
şekilde 'savaş isteklisi' de değiller. PKK'nın
'halksız devrimci halk savaşı', bu durumda, sivil
halka zarar veren terör saldırılarına, şu konjonktürde uygulanması
mümkün olmayan, muğlak 'demokratik özerklik'
zorlamasına dönüştü.
Tek istisna, Çukurca'da önceki gün meydana gelen saldınydı. Salt
'askeri açı'dan bakıldığında, PKK hesabına önemli
bir hamleydi. Ama bir yanıyla o da yine askeri aqdan
'ölümcül bir hata'ydı. Kendisine misliyle
'bumerang' olarak dönecek sonuçlar vereceği için.
PKK, yeni bölgesel dinamikleri doğru okuyamadığı gibi, Türkiye'yi
de doğru okuyamıyor. Ortadoğu'nun 'kaybeden
tarafı' olan Suriye rejimiyle aşna fişne olarak izlenen
yanlış politikalar zinciri, PKK'nın Türkiye'ye karşı bir
'stratejik üstünlüğe' sahip olmadığı bu
konjonktürde, kendisine 'bumerang' mutlaka dönerdi
ve dönüyor da. 'PKK'nın inisiyatifi' eline
geçirmesi mümkün gözükmüyor. Eğer Tayyip Erdoğan, 1990lara geri
dönecek türden yollara girmezse, defalarca seyrettiğimiz filmi bize
tekrar seyrettirmeme ferasetini gösterirse, PKK'nın acilen
'eylemsizlik' karan almaması halinde işi zor. Her
zamankinden daha zor. PKK'nın en büyük şansı, çok kez olduğu gibi,
Türkiye'nin hata yapması, o ferasetin gösterilmemesi olabilir. Öyle
bir feraset gösterilebilir mi? Bunun cevabı da zor.
GÜNGÖR MENGİ NE DEDİ?
Kalıbının adamı olmak diye bir söz vardır hani bu sözün yüklediği
mecburiyeti nihayet göze aldık. Ordumuzun en seçkin birliklerinden
oluşan 10 bin kişilik bir gücü, dün hava desteğinde Irak’a
gönderdik. Türkiye’ye düşmanlık etmenin ağır bedeli olacağını
dünyaya gösterdik. Aslında geç bile kalmış bir hamledir bu. PKK
Amerikan işgalinde otorite boşluğuna sürüklenen Kuzey Irak’ı,
alçakça amaçlarının güvenli bölgesi ve saldırı mevzii olarak
yıllardan beri kullanmıştır. Kürt açılımı hayalinin yarattığı kafa
karışıklığı müzakere yoluyla bir çözüme ulaşma amacına iktidarı
yoğunlaştırırken terör örgütü ile mücadele mecburiyeti ihmale
uğramıştır.
PKK da bu dağınıklıktan yararlanıp Güneydoğu’da egemenliğini tesis
ettiği “adalar” oluşturmaya başlamıştır. Son
seçimin ardından da müzakerelerin tıkandığını bahane ederek terör
saldırılarını katliamlar dizisi halinde tırmandırmış ve alçaklık
nihayet 24 askerimizin şehit edildiği Çukurca’ya gelip dayanmıştır.
TSK’nın Irak’a girişi, olumlu yönde kırılma anıdır. BDP Genel
Başkanı Demirtaş dün “Geldiğimiz noktada uçurumun kenarında
falan değiliz, uçurumdan düşüyoruz” dedi ama bu tespit
belki PKK ve yandaşları için geçerli olsa da Türkiye’nin güvenliği
bakımından doğru değildir. Son birkaç yılın tecrübesi terör örgütü
bastırılmadan müzakere yapmanın çare olamayacağını öğretmiştir.
Terör örgütü akrebe benzer. Dereyi sırtında geçtiği kurbağayı bile
sokmaktan kendini alamayan akrebe..
PKK, devletle sürdürdüğü müzakereyi en umut veren aşamasında sabote
etmedi mi? Devlet böyle bir örgütü muhatap alamaz. Terör örgütünün
sömürdüğü bahaneleri ortadan kaldırmak mutlaka gerekir ama bunun
terör örgütünü alçaklık yapmaktan vazgeçireceğini sanma saflığına
kimse düşmemelidir. Terör örgütüne karşı bütün yurttaşların ve
demokratik güçlerin birleşmesi insanlık görevi, içerde ve dışarda
peşini bırakmamak ve yok etmeye çalışmak devlet olmanın şartıdır.
Mehmetçik’in yolu açık olsun. Allah hepsini korusun...