Koru, medyayı yerden yere vurdu
Abone olYeni Şafak gazetesi yazarı Fehmi Koru, Cumhuriyet döneminden günümüze kadar medyanın üstlendiği rollerin hep kara bir leke olduğunu söylüyor.
Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru, Cumhuriyet döneminden günümüze
kadar medyanın üstlendiği rollerin hep kara bir leke olduğunu
söylüyor. Koru medya'daki yazarların bir kısmının önceden ülke
adına haksız karalamalarda bulunduğunu
ve karalamaların ortaya çıkmasından sonra bile halen
köşelerini bırakmadıklarını belirtiyor. Koru, siyasetçiler veya
halkın bu gazetecileri adam yerine koymamalarını bu
noktada haklı buluyor...
Cumhuriyet, bir yönüyle, 'halkın kendini doğrudan yönetmesi' demek,
acaba Türkiye'de halk kendini doğrudan yönetebiliyor mu?
Bu soru durduk yerde, bir boşlukta sorulmuyor. Türkiye'nin tarihi
bu alanda epey zigzaglarla dolu. Dönemlere göre bunu sağlamanın
yöntemleri değişse bile 'olağanüstü' yönetimler süreklilik
arzediyor bizde, halkın kendini doğrudan yönettiği dönemler ise
bayağı nâdir. Sisteme sistem dışı müdahaleleri o sürekliliği
sağlamanın bir aracı olarak da görebiliriz. Daha yakın zamanlarda
ise, yetkisini anayasadan alan bazı kurumlar halk yönetimine resmen
ortak çıkmaya başladılar. Ak Parti hükümetinin Avrupa Birliği (AB)
perspektifine canla başla sarılmasının en önemli sebebi, hiç
kuşkunuz olmasın, bunu, 'cumhuriyet' kavramını gerçek zeminine
oturtma fırsatı olarak değerlendirmesidir.
Yetkisini anayasadan veya yasadan alan kurumların halkın kendini
doğrudan yönetmesine ortak çıkmaları bir dereceye kadar
anlaşılabilir; ancak hükümetlerin adı öyle konulmamış olsa da bir
başka ortağı daha var: Medya... Medyanın askerî darbeler öncesinde
oynadığı uğursuz rolü ve darbeleri meşru gösterme görevini
sahiplenmesini, bu tahlilde gerekmediği için, bir tarafa
bırakabiliriz. İstediği zaman ülkeyi güllük gülistanlık göstererek,
istemediğinde iktidarı siyasîler için iğneli fıçıya çevirerek,
medya, halkın kendini doğrudan yönetmesini pürüzlü hale getirmesini
iyi biliyor.
Bereket, medyanın da kısa ve orta vâdeli çıkarları Türkiye'nin AB
üyeliğine sımsıkı yapışmasını ve kopmamasını gerektiriyor; aksi
halde, Ak Parti hükümetinin karşılaştığı zorluklar baş edilir
sınırların çok ötesine taşabilirdi. Hükümetin AB çizgisini
koruması, sırf dar çıkarcılık hesabıyla, medyayı eskisi kadar
delibozuk davranmaktan alakoyuyor.
Meclis ikinci kez olarak bazı eski politikacıları, haklarındaki
şâibeler yüzünden, Yüce Divan'a gönderdi. Geçtiğimiz 20 yılda çok
önemli görevler üstlenmiş kişiler var bunlar arasında. Meclis'in
kararı o insanları 'suçlu' ilân etmemizi gerektirmiyor elbette;
ancak yine de bir 'kuşku' söz konusu. Peki de, o politikacılar
Meclis'in 'kuşkulu' bulduğu eylemlerini gerçekleştirirken, görevi
halkı olumlu-olumsuz gelişmelerden haberdar etmek olan medya
sorumlu bir davranış sergilemiş miydi?
Bu soruya göğsünü kabartarak "Ben yapmıştım" diyebilecek medya
kuruluşu ve gazeteci sayısı herhalde çok fazla değil. Belleklerimiz
güçsüz olduğu ve kolayca unuttuğumuz için, dün öyle bugün böyle
yazanları, önyargı ve inatlarını tahlil diye sunanları, bu yüzden
ülke hazinesine ve belki hepimizin kesesine zarar verenleri
hatırlamıyoruz bile...
Basit bir hatırlatma: Hemen her eve giren gazetelerde sütunları
olan, daha çok sabahları ve gecenin bir vaktinde televizyonlarda
karşımıza çıkan yorumcular, şu son iki yıl içerisinde, ekonomimizi
kimbilir kaç kez 'krize' soktular. Onların beklentilerine rağmen
'kriz' çıkmadı ve böyle giderse kolayından çıkacağa da
benzemiyor... Ancak, şeamet tellâllığı yaparak gün ve gecelerimizi
karartanlar köşelerini ve ekrandaki yerlerini korumaya devam
ediyorlar...
Benzer bir durum dış politika için de geçerli: Hemen her gazetede
çok bilmiş edalarla ülkenin geleceğiyle ilgili karanlık tablolar
çizen yorumcular var; önce savaşa sokmak için kullandılar
konumlarını, sonra savaştan uzak kalmanın mâliyeti hakkında kapkara
tablolar çizdiler. Kıbrıs üzerine ürettikleri yanlış çıkmış
senaryolar yüzünden neşemizi kaçırmaları da cabası. Şimdi o eski
iddialarını tekrarlamıyorlar, hatta unutmamızı da istiyorlar
besbelli; ancak bazılarının AB'nin Türkiye'yi kabul etmeyeceği
konusunda dehşet verici atıp tutmalarını nasıl unutalım?
Eski politikacılar yanlış yaptıkları gerekçesiyle Yüce Divan'a
gönderilebiliyor ülkemizde; buna karşılık, yanlış teşhisler ve
yorumlarla hayatımızı karartan gazeteciler, yazarlar ve yorumcular
yerlerini koruyor ve aynı bağnazlıklarına devam ediyorlar. Böyle
bir ortamda, halk, medyaya ve mensuplarına itibar eder,
siyasetçiler gazetecileri adam yerine koyar mı? Halk itibar
etmiyor, siyasetçi de adam yerine koymuyor işte.
Cumhuriyet Bayramı medyaya ne durumda olduğunu hatırlatmaya yarasa
bunu bile bir kazanım sayabiliriz.
KAYNAK:YENİ ŞAFAK