Korku filmi gibi söyleşi
Abone olAdnan Oktar ile röportaj yapmak isteyen Tempo muhabiri, garip bir süreçten geçti...
Son dönemin gündemdeki ismi Adnan Oktar'la röportaj yapmak
isteyen, Tempo muhabiri Semra Pelek, "polisiye filmleri aratmayan"
bir süreç yaşadı. İşte muhabirin kaleminden adım adım 'Adnan Oktar
röportajı'na giden yol...
Adnan Oktar ile bağlantı kurup onunla röportaj yapmak istediğimizi
ilettince, karşımıza önce kendisi değil “ekibi” çıktı. Ekibin bir
şartı vardı : “Bizim önce size güvenmemiz lazım” dediler. Oktar,
söylediklerinin çarpıtılmasından çok şikayetçiymiş. Önce soruları
yazılı olarak göndermemizi istediler, ardından röportaja ikna
oldular. Ama bu arada yazılı sorulara da yanıt verdiler.
Gönderdiğimiz sorulara cevap vermeleri de tam üç gün sürdü.
Röportajın birinci bölümü işte böyle oluştu. Soruları faksladık.
Cevaplar CD’de elimize verildi.
İkinci konuda pazarlığımız fotoğraflarla ilgili oldu. Adnan Oktar’ı
evinde çekme sözü almıştık. Sonraki görüşmemizde “Evde değil,
bahçede çekebilirsiniz. Özel hayattır bu sonuçta” dediler. Tamam
kabul ama son gece, telefon açtılar ve “Fotoğrafları biz çekelim
size göndeririz” dediler. İşte haberden o noktada vazgeçtim. Çünkü
onlar halkla ilişkilerci mantığı ile haberi kendi insiyatifleri
doğrultusunda hazırlamamızı öngörüyorlardı. Bahaneleri de yine özel
hayattı : Evine girmemiz doğru olmazmış.
-“Ne var o evde? Ne bu korku?”
Cevap yok.
Ertesi günkü telefon görüşmemizde, fotoğrafları çekmemiz için onay
çıktı :
-“Sadece beş dakika çekebilirsiniz.”
Fotoğraf editörümüz Çağrı Kılıççı ile fotoğrafları çekilecek evin
daha önce Çamlıca’da olduğunu söyledikleri için Kadıköy’de
buluştuk. Sonra bir telefon :
-“Siz Dolmabahçe’de bizi bekleyin, orada bir programımız var, sizi
alacağız.”
Dolmabahçe’de beklerken, telefon geldi:
-“Siz Çengelköy’e gelin. Biz sizi alacağız.”
Çengelköy’de yine bir telefon geldi:
-“Kandilli iskelesinin orada bir arkadaşımız sizi alacak.”
Kandilli'ye vardığımızda, tarif ettikleri aracın peşine takıldık.
Eve gideceğimizi zannederken, İstanbul Ticaret Odası’nın,
Kandilli’de bir koru içindeki tesislerine götürüldük. Bize
rehberlik eden araç biz otoparka girdiğimizde ortadan kayboldu.
İçinde kim vardı görmedik.
Otoparkta davadan tanıdığım Adnan Oktar’ın müritleri, adamları,
ekibi ya da her nasıl tanımlanıyorsa, dört kişi bir aracın içinde
bekliyordu.
İnip, o saatlerde kimsenin bulunmadığı en tepedeki restorana
gittik. Kapıda, takım elbiseli genç bir adam bizi karşılayıp içeri
yönlendirdi. Sonra o da kayboldu. Korku filmi gibi!
İçeride önce Adnan Oktar ekibinin ünlü isimleri Altuğ Berker ve
Tarkan Yavaş tarafından karşılandık. Ve nihayet Adnan Oktar ile
karşılaştık.
Önce fotoğraflarını çekmeye karar verdik. Belki bu bile
düşünülmüştü. Güneş batımı ve İstanbul Boğazı’nın renkleri önünde
Oktar’ın nasıl da etkileyici duracağı hesaplanmıştı.
Çağrı Kılıççı, havuzun bulunduğu bahçede fotoğrafları çekerken,
Oktar’ı inceledim. Bana “Semra Hocam” diye sesleniyordu ki en çok
buna şaşırdım. Adnan Oktar yine baştan aşağııya bakımlıydı.
Devetüyü rengi kaşmir paltosu, füme rengi taım elbisesi “markayız
ve pahalıyız” diye bağırıyordu. İpek kravat ve mendilini gözlerinin
rengini vurgulamak için yeşil seçmişti. Osmanlı motifi altın kravat
iğnesi, Arapça yazılı rozeti pahalı seçimlerdi. Adnan Oktar,
fotoğraf çekimi sonrası teybimizi açmamıza itiraz etmedi.
Sorularımıza yanıt verdi.