90 yılda korkular üzerine bir cumhuriyet inşa ettik.
Bağımsızlık savaşının tarafı olmaya kalkan azınlıklara karşı
oluşan ön yargılar, 1930’larda ve 40’larda dünya ekonomik bunalımı
ve savaş şartlarının sürüklediği siyasal ortam, 1940’ların
ortasından itibaren anti-komünist Soğuk Savaş ideolojisi,
1980’lerde başlayan Kürt meselesi dolayısıyla artan milli birlik ve
beraberlik söylemleri; milli politikaların baskısı altında bir
korku evreni oluşmasına sebebiyet verdi.
Varlığımızı devam ettirmenin yegane aracının Rumlardan,
Ermenilerden, Ruslardan, Kürtlerden, Alevilerden, Batılı
devletlerden ve diğer tüm ötekilerden “korkma
gerekliliği” olduğuna inandırıldık.
Çünkü Türk milliyetçiliğinin modern-ulus devleti inşası
sürecinde aydınlanmacı ideallerinin en üst seviyede olduğu
dönemlerde, kendi devlet mitosunu yaratması gerekiyordu. Bu mitos,
bizi bir arada tutacaktı.
Bu vaziyet sonradan kimileri tarafından “Sevr
Paranoyası” olarak adlandıracak, kimilerince de daha
farklı isimlerle anılacaktı. Fakat her halükarda temel
birleştirici enstrümandı.
Okullarda tarih- vatandaşlık bilgisi aktarımını da yeni
nesillere aynı çerçeveden verdik.
Bu bilgi paylaşımında, sadece “biz” ve
“onlar” vardık.
Onlar salt kötüydü. Haklı ve savunulacak bir tarafları
olamazdı.
Bizler ise kahramandık. Son bin yıl içerisinde birçok
savaşta az sayıdaki askerle, her defasında silah ve teçhizatımız
eksik olmasına rağmen bizden kat ve kat üstün düşman
ordularını yerle bir etmiştik.
Aynı kötülüğü bir daha ve bir daha yapabilirlerdi. Onlara karşı
asla bitmeyecek bir savaşımız vardı ve bu yüzden uyanık olmamız
gerekiyordu.
***
2000’lerin başında AK Parti’nin iktidara gelmesiyle, bu korku
evreni azar azar kırılmaya başlandı.
Zaten Ak Parti’yi üç dönem üst üste yükselen bir oy oranıyla
iktidar yapan en önemli unsur, bu korku hengamesinden çıkmaya
çalışmasıydı. Kıbrıs sorununda, Kürt meselesinde, Ermeni sorununda,
Yunanistan’la olan problemli ilişkilerde ve diğerlerinde iyi yada
kötü, sonuç alabilen yada alamayan ezber bozan cesur hamleler
yapmasıydı.
“Şimdiye kadar korktuk da ne oldu? Yeni bir açılım
yaptık, ülke bölündü mü?” cümlesi, Ak Parti
yöneticilerinin ve AK Parti iktidarını destekleyen liberal
kesimlerin 12 yıldır en sık dillendirdiği ifadelerden biriydi.
Yani korkmak gereksizdi... Artık korkuları bir kenara
atmalıydık.
Hedef anormalite içindeki devlet aklı yerine
“Normalleşen bir Türkiye” olmalıydı…
Fakat tüm bunlara rağmen Ak Parti;
içinde bulunduğumuz son üç yıl içerisinde, özellikle de Gezi
Parkı eylemleri ve 17 Aralık sürecinin ardından geleneksel devlet
aklı ve refleksleriyle hareket etmeye başladı.
Sevr korkusunun yerini yeni dış mihraklar,
Paralel güçler, Faiz lobileri aldı.
Yeni korkular türedi ve her an içimizdeki yada dışımızdaki
güçlerin ülkeyi bölebileceği algısı toplumun geniş kesimlerince
kabul görmeye başladı.
Bir önceki seçimde birleştirici bir unsur olarak kullanılan
“Biz beraber Türkiye’yiz” sloganı, son yerel
seçimlerde yerini “Türkiye bölünmez, Millet
yenilmez” söylemine bıraktı.
Normalleşmeye çalışan Türkiye’de yeni bir savaş hali vardı.
Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle de “Yeni bir bağımsızlık
savaşının” tam da içindeydik...
Hal böyle olunca,
Yaşanan her soruna paranoya şeklinde refleks veren,
Sorunu irdelemek, nedenlerini araştırmak ve çözüm aramaktan çok
problemlerin çıkış kaynağını ülkede iç karışıklık yaratmaya çalışan
güç odaklarına bağlamak, sıradan ve kabul edilir bir tutum halini
aldı.
Oysa varlığını devam ettiren her devletin iç ve dış
tehditleri şüphesiz vardır.
Ama her soruna paranoyak bir ruh haliyle yaklaşmak, bizleri
mantık kurallarının dışına itmeye başlayacaktır.
Ve daha kötüsü Kürt, Ermeni, Alevi meselelerinde
“Devletin bekası ve milli birlik beraberlik”
esasına dayalı endişelerimiz nedeniyle günümüze kadar taşınan
birçok büyük sorun gibi; şuan yaratılan korku evreni de, gelecekte
yepyeni mağdurlar ve acı bedellerle karşımıza çıkacaktır.
Bunlardan ötürü, korkuların aklımızı esir almasını engellememiz
gerekiyor.
Normalleşen Türkiye’nin aradığı ilaç korkuların değil, evrensel
aklın ve hukuk standartlarının egemen olmasıdır.
Bu yüzden en manidar ve kısa şekliyle söyleyeceğim şu ki;
“Korkma, sönmez.”