Komutandan zehir gibi mektup!
Abone olEmin Çölaşan genç subayları çok sevdi. 12 Eylül komutanlarından Bölükgiray'ın mektubu hükümete uyarı niteliğinde...
Hükümetin ateşli muhalifi Sözcü yazarı Emin Çölaşan genç
subayları yeniden gündeme getirdi. 12 Eylül döneminin aktif
komutanlarından Nevzat Bölükgiray'ın hükümete aba altından sopa
gösterdiği mektubu bugünkü köşesinde yayınladı.
Emekli Korgeneral Bölükgiray'a göre TSK üst kademesindeki
komutanlar tabanın baskısı altında. İşte Çölaşan'ın
"haksız mı" sözleriyle desteklediği o mektup:
(...)EMEKLİ Korgeneral, 12 Eylül öncesi ve sonrasında Adana
ve çevresi Sıkıyönetim Komutanı, sonra Genelkurmay Sıkıyönetim
Koordinasyon Başkanı olarak görev yapan ve çok ilginç kitapların
yazarı olan Nevzat Bölügiray dan aldığım mektubu aynen
yayınlıyorum: "Sayın Çölaşan, Genelkurmay Başkanının son
konuşmasını ve isyanını dinleyince, zaten dolu olan içim bu kez
taşma noktasına geldi. Duygu ve düşüncelerimi size aktarmak
istedim.
Batı demokrasilerinde bir genelkurmay başkanının askeri görevleri
dışında konuşması görülmüş şey değildir. Çünkü o ülkelerde ülkeyi
bölmeye yönelik dış destekli bir terör olayı ve siyasi örgütlenme
yoktur.
Şeriat rejimini veya dini diktatörlüğü amaçlayan bir tehdit de
yoktur. Ya da o ülkenin ordusuna, TSK'ya yapıldığı gibi aşağılık
saldırılara tanık olunmaz.
Dikkat edilirse, genelkurmay başkanları bu bağlamda iki nedenle
konuşmak zorunda kalmaktadır.
İlki, TSK'ya yapılan haksız eleştiri ve iftiralar ile aşağılık
saldırılar nedeniyle TSK'yı savunma amaçlıdır. Gerçekte savunması
gerekenler cumhurbaşkanları, başbakanlar, ilgili bakanlardır!
Savunmak nedir? Her kurumda yasadışı eylemlere alet olanlar
çıkabilir. Yanlış olan, bu türde her olayı TSK'nın tümünü yıpratmak
için kullanmaktır. Bu, sadece TSK için uygulamaya sokulan sistemli
bir eylemdir.
Örneğin Emniyet Teşkilatında sık sık genel müdür yardımcılarından
sıradan polislere kadar çeşitli suçlardan yakalananlar oluyor. Ama
hiç kimse polisi yıpratmak için bunları bir saldırı fırsatı olarak
kullanmıyor. Ülkeyi yönetenlerin 'Bu olaylar TSK'nın tümünü
kapsamaz, TSK'yı yıpratmak için kullanılmamalıdır. Suçlular, o suçu
işleyenlerdir' demeleri acaba o kadar zor mudur?
Ama sorumlu yetkililer ne yapıyor? Sessiz ve seyirci kalıyorlar! Bu
ise eski deyişle 'Sükut ikrardan gelir', yani 'Sessiz kalmak kabul
etmek demektir' anlamına gelmektedir.
Ya da bazen olduğu gibi sessiz kalmak bir yana, bir kısım medya ile
koordineli olarak hareket ediyorlar, ortaya atılan iddiaları
pekiştirmeye çalışıyorlar.
Sorulduğunda 'Olay bağımsız yargıya intikal etmiştir' diyerek
geçiştiriyorlar. Hangi bağımsız yargı (?!) ikincisi, ülkeyi yöneten
sorumlu yetkililer giderek tırmanan irtica ve etnik
Kürtçülük-bölücülük karşısında da sessiz kalıyorlar. İleride bu iki
tehdit konusunda bir kalkışma olması, ya da İslamcı-Faşist bir
rejimin egemen olması durumunda, bu millet, Cumhuriyet rejiminin
yasal koruyucusu olan TSK'yı 'Neden uyudun, görevinin gereği olan
hazırlıkları neden zamanında yapmadın' diye suçlamaz mı?
Şunu da unutmayalım: Komutanlar hem TSK'ya saldırılara yoğun tepki
gösteren, hem de tırmanan dinsel ve etnik bölücülük karşısında
büyük endişe duyan ordu tabanının psikolojik baskısı
altındadır.
Yukarıdaki konularda TSK'nın rahatsızlığını genelkurmay başkanları
dile getirdiğinde, ya da baş başa yapılan görüşmelerde anlattıkları
halde bu yakınmalar dikkate alınmazsa, gereği yapılmazsa ve yargı
da bunları görmezden gelirse, o zaman genelkurmay başkanları haklı
olarak konuşurlar. Bu, siyasete karışmak değildir.
Sürekli darbe söylentilerine ve askerlerin sivil yargıda
yargılanmasına gelince: Ne yazık ki 1950'den bu yana ülkedeki
siyasi gerginliklere, kargaşaya ve iç tehdidin tırmanmasına paralel
olarak, TSK'da bazen gruplaşmalar ve darbe niyetlileri
çıkmıştır.
Ancak TSK bunları yönetsel veya askeri yargı yoluyla daima tasfiye
etmiştir. Çeşitli gruplar ordudan ihraç edilmiş, yargılama sonucu
çeşitli cezalar almıştır. Albay Talat Aydemir ve bir arkadaşının
idam edilmesi, 2 bin Harp Okulu öğrencisinin okuldan atılması ve
birçok personelin ceza alması, 12 Mart ve 12 Eylül sonrasındaki
tasfiyeler sadece basma yansıyan birkaç örnektir.
Darbeyle ilgili olmasa da, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı'nı
yargılayıp hapseden ve rütbelerini söken de askeri yargıdır.
Öte yanda, dosyalar dolusu suçlar işleyen kaç siyasetçi sivil
yargıda yargılanmıştır?! Askeri yargının görevini ödünsüz yaptığına
neden inanılmıyor da, sivil yargı devreye sokuluyor? Bunu anlamak
mümkün değildir.
Yoksa amaç Ergenekon davasından cesaret alarak TSK'ya yapılan
baskıları daha da arttırmak mıdır?
Ayrıca belirteyim ki, ben bu Ergenekon davasının, 30 yıl süren
Dev-Yol davasına benzeyeceğinden endişe etmekteyim.
Saygılarımla."
İşte bir askerin, geçmişte çok önemli görevlerde bulunan emekli
Korgeneral Nevzat Bölügiray'ın sözleri.
Haksız mı?