Klinik Psikolog Ege Ebrar Önür: "Yıkım zamanlarında şiddeti anlamak"
Abone olKlinik Psikolog Ege Ebrar Önür, başıboş sokak hayvanlarıyla ilgili son çıkartılan yasayı ve yasaya karşı duranları anlayabilmek adına, olayı farklı noktalarla ilişkilendirerek psikolojik analiz yaptı. Ebrar Önür şu ifadeleri kullandı:
Son zamanlarda çok zor günlerden geçiyoruz. Başta Filistin meselesi olmak üzere bizleri etkileyen yakın zamanda son derece şiddetli şekilde yaşantıladığımız ve etkileriyle hala mücadele etmek durumunda kaldığımız deprem travması, pandemi ve buna ek farklı zamanlarda aldığımız türlü şekillerde şiddet içeren haberlerle her gün bir başka duygulanım içerisine giriyoruz.
Deprem, sel felaketi, heyelan gibi doğa olaylarının yarattığı travmalardan ziyade insan eli ile yapılmış olan travmaların insan ruhsallığında çok daha derin yaralar açtığını biliyoruz. Bunun sebebininse insanı ortalama bir hayvandan ayıracak şekilde üç boyutlu görebilme yetisi ve iri beyinli olması olduğunu söylemek mümkün.
İri beyinli olması aynı zamanda analiz yeteneğine sahip olmayı, farklı açılardan mevcut durumu değerlendirebilmeyi, bir konu üzerinde fikir yürütebilmeyi, düşünebilmeyi ve belki de gözlemleyebildiğimiz ölçüde kısmen daha gelişmiş bir iletişimi ağına sahip olduğumuzu bizlere veriyor. Bu özelliklere sahip bir topluluğunsa daha medeni, mevcut koşullara uyumlanarak, belli sınırlılıklara riayet ederek yaşamını sürdürmesi beklenirken aksi bir durumla karşı karşıya kalınması elbette ki bir diğeri için durumu kabullenmeyi güçleştiriyor.
Bizleri hayvanlardan ayıran içgüdüsel davranmanın ötesinde düşünerek hareket etme, vicdani ve ahlaki değerleri göz önünde bulundurma, bir diğerinin de haklarını gözetebilme iken bunları adeta bir kenara itip yalnızca kendi kişisel çıkarlarımız doğrultusunda içgüdüsel ve bir o kadar da ilkel davranışlar sergilememiz ortalama bir hayvanla bir insanı davranışsal boyutta ayırt etme noktasında işleri güçleştiriyor.
Kendimizi bir diğer ırktan üstün görmemizi sağlayan şeyler yukarıda sıralanan maddeleri içerirken, bu maddelere uygun davranışlar sergileyememek üstün ırk olduğumuzu ‘iddia etmek’ dışında yalnızca hiç bir gerçekliği olmayan bir söylemi ortaya koyuyor. Oysaki şiddete şiddetle karşılık vermek ya hayatta kalabilmek ve türünün devamlılığını sürdürebilmek adına içgüdüleriyle hareket eden bir hayvanın ya da henüz ahlaki ve vicdani değerleri gelişmemiş, bir diğerinin canının yakabileceğini tayin edebilecek bilişsel olgunluğa henüz erişmemiş, soyut düşünebilme becerisi olmayan bir çocuğun sergileyebileceği bir davranışı bizlere veriyor.
Kendisini bir çocuktan yahut hayvandan daha gelişkin gören herhangi bir bireyin normal şartlar altında bir hayvandan yahut çocuktan farklı davranması beklenirken bu durumda şiddete şiddetle karşılık vermek bile kabul edilebilir cinsten bir davranış örüntüsü değilken kendisinden daha savunmasız olan birine bire on oranında tepki göstermek bir güç örneği midir? Bu doğrultuda yolunda gitmeyen bir tabloyla karşı karşıya kalındığında çözüm üretmesi gereken bizler hala yıkıcı bir şekilde tepkiler vermeyi tercih ediyorsak bu insan olmanın doğasından şüphe duymamızı sağlamayacak mıdır? Kendini tehdit altında hisseden bizler dahi hayatta kalma içgüdüsü ile (-ki bu ilkel bir yapılanmadır) bize zarar verenbirine hiç düşünmeden anlık şiddetli tepkiler verebiliyorken ve çoğu zaman türlü sebepler nedeniyle bu davranışımızın sorumluluğunu alamayıp türlü bahanelerle bu davranışı ortaya çıkartanın karşı taraf olduğunu savmamıza sebep oluyorken örneğin benzer bir şekilde kendini tehdit altında hisseden ve sokaklarda kendi türünden farklı cinste olanların arasında hayatta kalma mücadelesi veren hayvanlar için durumun neden bizlerden farklı yansımaları olmasını beklemekteyiz? Onlar bizlerden daha zeki oldukları için mi? Başa çıkamadığımız yahut başa çıkmakla mücadele vermek dahi istemediğimiz bir durumla karşı karşıya kaldığımızda savunma mekanizmalarının ardına sığınırız.
Çoğu zaman hayatın bize getirdiği mücadele etmeyi sürdürme gerçeği ile başa çıkamayıp bunu yapmamız gerektiğini inkar ederiz, bize zarar veren bir şeye karşı hissettiğimiz şiddetli duygularla başa çıkabilmek bazen o kadar zorlayıcıdır ki bu duyguları karşımızda var olan nesneye yansıtır projekte ederiz, bazen yaptığımız davranışların içten içe yanlış olduğunu bilir ve bu davranışlara kabul edilebilir mazeretler üretmeye çalışır “sokakta başı boş hayvanlar insanlara zarar veriyor” şeklinde rasyonelleştiririz, bizden olanlar iyi - bizden olmayanlar kötü gibi bir bölmeye gideriz. Oysaki bu ayrım, iki uçta yer alma ve iki ucun bir türlü bir araya gelemeyişi insanlığın kurmuş olduğu medeniyetin de yıkımını beraberinde getirir. Şiddetli bir tabloyla karşı karşıya kalındığında çoğu zaman haklı-haksız ayrımıza bakmaksınız ilk önce yaptığımız görece daha zayıf olduğuna inandığımız kişinin yanında yer almakken bu motivasyonu doğuran şeyin aslında içimizde yer alan adalet duygusu olduğunu göz önünde bulundurmayız.
Cephede bir savaş söz konusu olduğunda her iki tarafın da kaybı büyük olmasına karşı gün sonunda bu bir zafer yahut yenilgi olarak değerlendirilirken, benzer bir tablonun bir başka zamandan vahşet olarak algılanması kişi bazlı, mekansal yahut zamansal değişikliklerden ziyade tamamen orantısız bir güç uygulanıyor olmasından kaynaklıdır. Benzer şekilde saldırı altında olup da aynı oranda yıkıcı şiddetli tepki verebilen ve kendini aynı koşullarda savunabilen bir tarafın yanında yer almak pek de vahşet ifade eden bir duygulanımı bizlere vermez. Bu doğrultuda belki aynı cümle içinde kullanılması kimi kesimlerce uygun kabul edilmeyecek olsa da bugün hayvanların yaşam hakkını savunanlar da, Filistin’de yaşananlara dur diyenler de benzer yerden güdülenip aksiyon almaktadır.