Kırca ilk kez nasıl 'milli' oldu?
Abone olAtina Olimpiyatları tecrübeli sunucu Ali Kırca'yı nostaljiye sevketti. Ali Kırca, 20 yıl önce Los Angeles şehrinde başına gelen sevimli olduğu kadar ilginç bir anıyı aktardı
Ekranların tecrübeli haber sunucusu Ali Kırca, Atina
Olimpiyatları vesilesiyle 20 sene önce yapılan Los Angeles'e
uzandı.
Bir yayıncı olarak ilk kez olimpiyatları izlemesinin verdiği
heyecanı satırlara döken Kırca, o yıllara ait ilginç bir anısını
okurlarıyla paylaştı.
Sene: 1984, yer: Los Angeles... Devamını Ali Kırca'dan
dinleyelim:
Danssız cazibe
(Ya da bir olimpiyat hatırası...).
Tam yirmi yıl önceydi
TRT kafilesiyle birlikte, 1984 Olimpiyat oyunları için gittiğimiz
Los Angeles'ta, otelde bizi ilk karşılayan, telefonlarımıza
ASALA'dan bırakılmış içi boş "tehdit" mesajlarıydı.
Ancak bu tatsız "hoşgeldin" karşılaması; sonraki günlerde
"olimpiyat heyecanı"nı yaşamamızı hiçbir şekilde
engelleyememişti.
Bir yayıncı olarak izlediğim bu ilk olimpiyat; haberciliğin başka
alanlarında yol almaya çalışırken ne müthiş ve sürükleyici bir
serüveni kaçırdığımı anlatacaktı her aşamasında...
Kafileye katılmamı, o yıllarda TRT Spor Haberleri Müdürü olan Baki
Şehirlioğlu istemişti.
Oyunlar boyunca EBU ile koordinasyonu yürütecektim.
Baki ile birlikte hepsi hepsi yedi kişiden oluşan kafilenin "spor
dışı" sekizinci adamı olmuştum. "Az"dık ama "öz"dük!
TRT'deki masalarımızda emektar daktilolarımızın başından kalkıp
gelen bizler, yayın odamıza yerleştirilen "ekranlar" sayesinde,
bilgisayar denen aygıtla, ilk kez Los Angeles olimpiyatlarında
tanışmıştık.
Los Angeles güneşli, olimpiyat köyü cıvıl cıvıldı. Sporcularımız
beklenen başarıyı gösterememişti ama; bizim yayınlarımız açısından
her şey "harikulade" gidiyordu.
Ama... Bir gün... Oyunların sonuna doğru bir gün, yayın çizelgemizi
incelerken...
Baki Şehirlioğlu başını kaldırdı. "Şuna bak!" dedi... Baktım.. "Bu
akşama Ritmik Cimnastik yayını koymuşuz. Ama anlatacak adamımız
yok. Herkesin işi var... Nasıl atladık bunu?"
Ve gözünü bana dikti... "Aklından bile geçirme!" diyecektim
ki...
Diyemedim... Başka çaremiz yoktu... "Yalnız" dedim "Bir sorun var,
ritmik cimnastiğe dair bir kelime bile bilmiyorum!" Baki, o her
zamanki "kendine güvenen insanların rahatlığı"yla noktayı koydu:
"Anlatırsın, anlatırsın!"
O yıllarda -ve bu yıllarda da- Türkiye'nin en iyi ve en usta
"olimpik yayıncısı" olan Kenan Onuk'a danıştım.
"Vallahi her şeyi sor, bunu sorma!" dedi. Haklıydı. Ritmik
cimnastik ilk kez o yıl olimpiyatlara alınmıştı. Kimse fazla bir
şey bilmiyordu kurallara dair... Çaresiz, salonun yolunu
tuttum..
TRT'ye ayrılan kabine yerleştim. Müthiş heyecan vericiydi. Nasıl
olmasın!.. Tek kanallı TRT'de milyonlarca izleyici biraz sonra bizi
izleyecek, benim anlatacaklarıma kulak verecekti.
İyi de ben nasıl becerecektim bu işi? Sağa sola bakınırken,
yanımdaki kabinde; beyaz, bembeyaz saçlı bir adam dikkatimi
çekti... Önünde bir sürü notlar vardı.
İsviçre televizyonunun yayıncısıydı. Cesaretimi toplayıp yanına
yaklaştım. Derdimi anlattım.
Konuşmaya başlayınca, bir spor yayıncısıyla değil, bir "bilge"yle
karşı karşı olduğumu anlamıştım.
"Boş ver bu notlara... Boş ver kurallara!" Ve devam etti:
"Ritmik cimnastik danssız cazibedir! Hayat gibi!"
"Müzik başlar ve müziğin ritmine uyarak dansa benzemeyen bir dans
icra edilir. Yapanı da, seyredeni de cezbeden budur. Onun için adı
danssız cazibedir.
Onlar hissettiklerini yaparlar. Sen de hissettiklerini anlat!
İzleyici de hissettiğini görsün...
Hayat gibi.. Biz hissettiğimizi yaparız... Seyredenler, bizde
hissettiklerini görürler... Hayat budur..."
Yerime geçtim... Kurallarını hiç bilmediğim bir konuda hayatımın en
kolay "oyun"unu anlattım.
Öyle olmuyor muydu? Her sabah yeni bir güne uyandığımızda,
kurallarını bilmediğimiz "yeni bir hayat" bizi bekliyordu...
Ve... Oynuyorduk... Dışarıdan görenlerin anlattıkları, bizim
yaşadıklarımız değildi gerçekte... Bir tür danssız cazibe!
Yazı: Ali Kırca
Kaynak: Sabah