Kiminle dost olup kiminle olmayalım?

Evet, belli ki Müslümanlarda kiminle dost olunup kiminle olunmayacağına dair bir kafa karışıklığı var. Yalnız tartışmaya tersinden başlanmış. Eğer konumuz kiminle dost olunur kiminle olunmaz ise işe önce Müslümanlardan başlayalım.

Muhammet Şakiroğlu msakiroglu@gmail.com

Türkiye’nin eski ve köklü bir vakfının ilanı düştü sosyal medyaya. İlanda Maide Suresinin 51. ayetinin Türkçe meali yazılmıştı. Meal “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” şeklinde yazılmıştı. Vakıf daha sonra geniş bir basın açıklaması yapıp konuyu açıklığa kavuşturmak istese de sosyal medyada kopan kıyamete bakarak memlekette bir kafa karışıklığı olduğunu düşünmemek mümkün değil.

Evet, belli ki Müslümanlarda kiminle dost olunup kiminle olunmayacağına dair bir kafa karışıklığı var. Yalnız tartışmaya tersinden başlanmış. Eğer konumuz kiminle dost olunur kiminle olunmaz ise işe önce Müslümanlardan başlayalım.

İlk soru şu: Müslüman Müslümanı dost edinebilir mi?

Soruyu yadırgamayın. Bugün kendini Müslüman olarak tanımlayan ülkelerin durumuna bakalım. Kulağa Bernard Lewis gibi geldiyse de yazının sonu oraya çıkmayacak.

Dünyada halen yaşanan silahlı çatışmaların tamamına yakını Müslüman coğrafyalarda gerçekleşiyor. Çok büyük bir kısmında ise hem tetiği çeken hem de ölen Müslüman. Ölen de öldüren de kendini kurtulmuş ve özel olarak tanımlıyor. Ayrıca, komşu olup da iyi geçinen iki Müslüman ülke de yok gibi. Biri birine ölüm kusan, aldığı silahları komşusunun başına döken Müslümandan geçilmiyor. Libya’yı bombalayan Mısır’dan Yemen’i bombalayan Suudilere kadar her çeşidi gözümüzün önünde. Dolayısıyla önce Müslümanın Müslümana dostluğunu tartışalım. İdeolojik, mezhepsel, grupsal, etnik gettolara hapsolmuş ve sadece kendini seçilmiş, kutsanmış ve kurtulmuş gören; bu yüzden de bir diğerine her türlü zulmü yapan ya da uygulanan türlü zulümleri hoş gören anlayış ile dost olup olmamayı tartışabiliriz.

Gelir dağılımındaki adaletsizliğe bakıldığında Müslümanlar en kötüye gidenler. 1990’dan bu yana Müslüman toplumlarda gelirin adil paylaşımı hızlı bir şekilde yok olmakta ve aradaki uçurum artmakta. Bir tarafta altın klozetli uçaklar ile Avrupa’da futbol takımı satın alan Müslümanlar diğer taraftan ise açlık, susuzluk ve yokluk sarmalında Müslüman milyonlar. Emek sömürüsü Müslümanların başında bir bela. Gelir dağılımındaki dengesizlik ve emek sömürüsü ile dost olup olmamayı tartışabiliriz.

Dünyada her yıl yayınlanan kamu yolsuzluk indeksine göre an az yolsuzluk olan ilk 20 ülke arasında hiç Müslüman ülke yokken en son 20 ülkenin birkaçı dışında hepsi Müslüman ülkeler. Konu sadece yolsuzluk da değil. Ehliyet ve liyakat da yerlerde geziyor. Kayırmacılık, rüşvet sıradanlaşmış durumda. Müslümanlar olarak boğazımıza kadar battığımız yolsuzluk ile dost olup olmamayı tartışabiliriz mesela.

Hukuk ve adalet İslam’ın en temel doktrinleri. Ancak Müslümanlar haksızlık konusunda hiç de kaygılı değiller. Adalet talep eden Müslüman bile evrensel/kapsayıcı bir adalete inanmıyor. Çünkü çoğumuz adaleti ve hukuku kendisi gibi düşünenlere ve benzerlerine has bir ayrıcalık olarak görüyoruz. Kurunun yanında yaşın da yanabileceği bir adalet sistemi tüm Müslümanlara normalmiş gibi geliyor. Oysa ne yaşın ne de kurunun yakılmaması gerektiğini; herkese hukuk içeresinde adalet ile muamele edilmesi gerektiğini kimse düşünmüyor. Zulüm gören kendine, klanına, meşrebine ve düşüncesine yakın değilse bu zulümde bir beis görmüyor Müslümanlar. Hukuk ve adalet ile dost olup olmamayı tartışabiliriz söz gelimi.

Bütün bu sorunları tartışması ve konuşması gereken bir münevver/aydın/entelektüel sınıfının oluşmuş olması gerekiyordu Müslüman dünyada. Takip edebildiğimiz kadarı ile tüm Müslüman dünyada bir elin parmağını geçmeyen aydının da Hristiyan ve Yahudilerin arasından bu işi zar zor gerçekleştirdiğini biliyoruz. Geriye Müslüman halk içeresinde epey bir yekûn tutan şeyh, hoca, molla, zahid, dede, pir, seyda, hazret, üstad takımı kalıyor. Onların yukarıda sayılan temel sorunları eliyle, diliyle veya kalbiyle değiştirme çabasına şahit değiliz. Şair tüm bunlardan dertlenirken

“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz

….

Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz”

diyordu..

Müslüman dünyanın her köşesinde iktidarın, gücün, paranın, hırsın gölgesinde susan ‘yeşil sarıklı ulu hocalar’ın dostluk hak edip etmediklerini tartışabiliriz.

Müslüman dünyada tüm bunları tartışabilecek bir fikir hürriyeti var mı peki?

İnternet sansürlerinin, ölüm fetvalarının ve fermanlarının, tekfirlerin havada uçuştuğu İslam dünyası, fikir özgürlüğünde henüz kapının eşiğini aşmış değil. Müslüman dünyanın en ilerilerinden Türkiye’de bile eleştiri sınırındaki düşüncelerin suç sayılamayacağına hükmedilmesi ancak son adalet reformu ile mümkün oldu. Geri kalan Müslüman dünyanın hali ise daha içler acısı.  Hazreti Ömer’den giydiği kumaşın hesabını almadan hutbesini dinlemeyen dirayetli Müslümanlardan bugünün pısırık tiplemelerine niye ve nasıl geldiğimizle hesaplaşmakla başlayabiliriz. Yani fikir özgürlüğü ile dost olup olmamayı gündemimize alabiliriz.

Bütün bunlarla hesaplaşıldığı ve sorunların çözüldüğü bir düzlemde değerli hocalarımıza kulak kabartıp, Maide Suresi 51. Ayette geçen evliya kelimesinin Türkçeleştirilmesi, ayetin nüzul sebebi, siyak ve sibakına kafa yorabiliriz. O zaman Yahudi ve Hristiyanlarla insani ilişki sınırı konusunu tartışmanın bir değeri olabilir. O zamana kadar yürünecek çok yolumuz var.