Günümüz meseleleri ve yaşamaya çalıştığımız süreç çok ilginç ve
hiçbir döneme benzemeyen farklı bir çağ; nerdeyse tek bir köy
haline gelen dünyamızda fikri, dini, siyasi, ekonomik çalkantılar,
sıcak ve soğuk savaşlar, küresel mücadeleler, insanı ilahi ve
istikametli çizgiden uzaklaştıran batıl sistemler, akımlar ve
düşünceler…
Sözde beşerî sistemler insana dünya nimetlerini ve
huzurunu vermek isterken insanın ruh cephesini unuttu hatta aklına
bile getirmedi, getirmek bile istemedi, hatta kasten ihmal
etti.
İnsanın manevi ve ruhi yönünü yok saydı, planını ona göre yaptı.
Bu gidişler maalesef netice çok acı olacak.
Kaygan bir zeminde ve kaymaya çok müsait bir hayatı yaşamak
zorunda olan bizler çok zaman nefes darlığı çekmekteyiz. Hava
kirli, temizleme imkânı yok, bu ne haldir diye soran da yoksa
bunalımlar peş peşe gelir, ama bunalandan başkaları fark etmez bu
hali.
Bazen üç kuruşluk dünya hayatı için atmadığımız takla kalmıyor.
Bize en çok çıkarı kazandıracak kişi veya kurumların
arkasından kendimizi paralarcasına koşturuyoruz.
Amacımız bu fani dünya hayatında “cömert” birisini
bulup rahat edebilmek. Acaba kim daha cömert, bu cömert kişiyi
nasıl bulacağız?
İşte size tüyo niyetine kıssadan bir hisse:
Salih, mahallenin en bıçkın delikanlısıydı, herkes ondan
korkar, çekinirdi. Bıyığına sürdüğü yağın parıltısı elli metreden
belli olurdu. Mahalle mektebini bıraktıktan sonra iyice eğlencelere
dalmış, şehirde nerede bir eğlence varsa oraya takılır olmuştu.
Herkes onu eğlencelerin padişahı olarak bilirdi.
Herkes Salih'ten çekinir korkardı ama o da mahalle
mektebinden hocası olan İsmet Hoca'dan çekinir ve korkardı. Ne
hikmetse onu uzaktan görünce toparlanır, terbiyesini takınır,
karşısında el pençe divan dururdu.
İsmet Hoca, Salih’le karşılaştığı bir gün “Oğlum yine papaz
uçuruyormuşsunuz, bize haber vermek yok mu? Burada hocamız varmış
demek yok mu? Hocalık hakkı bu kadar çabuk unutulur mu?” dedi.
Salih duyduklarına inanamıyordu ya yanlış duymuştu ya da İsmet Hoca
kendisiyle alay ediyordu. Öyle ya, herkes İsmet Hoca'yı evliya
olarak bilirdi.
“Estağfirullah Hocam, o ne demek öyle!”
İsmet Hoca, sakalını sıvazlarken bir taraftan da gülüyordu:
“Ya evlâdım, biz de insanız, ilk eğlencede beni de çağır.”
“Aman Hoca Efendi, yok öyle şey, estağfirullah...”
“Oğlum haberim var, bu akşam aşağı bağda imişsiniz. Amma
biliyorsun ben yaşlıyım. Sen bana bir semaver kurduruver, akşama
sizdeyim.”
İsmet Hoca bunu söyledikten sonra gitti. Salih ise bir
müddet daha kendine gelemedi. Ne yapacağını şaşırmıştı. O akşam
gerçekten de aşağı bağda eğlenceleri vardı. İsmet Hoca bunu
biliyordu. Peki gelir miydi? Yok canım hiç öyle şey olur muydu? Ya
gelirse... Bir an aklından İsmet Hoca'nın geldiğini
geçirdi... İsmet Hoca, cübbesi sarığıyla, çengi kız parmaklarında
ziller yahut ellerinde kaşıklar...
Salih o akşam, her ihtimale karşı bir semaver kurdurdu,
orada bulunanlara da durumu anlattı. Bir müddet sonra İsmet Hoca
cübbesini sallaya sallaya geldi. Semaverin başına çöktü. Oyun
meydanına sırtını döndü, oradakileri selamlayıp oturdu.
Biraz sonra çengi geldi. Çengi oynamaya, orada bulunanlarda
kâselerde içmeye başladılar, ancak İsmet Hoca aralarında olduğu
için rahat hareket edemiyorlardı. İsmet Hoca sırtı oyun alanına
dönük olarak, istifini hiç bozmadan saatlerce oturdu. Neden sonra
oynayan cengi yoruldu. İsmet Hoca’nın tok sesi duyuldu: “Kızım işin
bitti mi?”
Kız şaşkın bir şekilde cevap verdi: “Bitti Hoca
efendi.”
“İyi öyleyse giyin gel!”
İsmet Hoca dönerek ter içindeki çengiye sordu: “Kızım bak
ter içinde kalmışsın, çok yoruldun değil mi?”
“Yoruldum Hoca efendi”
“Kızım bu Efendiler sana bu zahmetin karşılığında kaç para
verecekler?”
“İki mecidiye Hoca Efendi.”
“Peki kızım, Allah mı cömert bu efendiler mi?”
“O nasıl söz Hoca Efendi! Tabii ki Allah cömert.”
“Peki, Allah yolunda bu kadar terlesen, O sana iki mecidiye
vermez mi?”
Bu sözle birlikte çengi kız kendinden geçti. İsmet Hoca’nın
eline yapıştı. Orada bulunanlara da bir hâl oldu. Salih ise hepten
kendinden geçmiş, derin düşüncelere dalmıştı. O günden sonra ne
Salih'i ne de çengi kızı eğlencelerde gören olmadı...
Peki biz hâlâ üç kuruşluk dünyada az bir çıkar için
eğlencelerin ya da hak etmediğimiz süslü makamların peşinde koşmaya
devam edecek miyiz?