Kılıç’tan parti kapatma davalarına gönderme
Abone olAnayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, geçmişte siyasi partilerin kapatılması için açılan davalarda, Anayasa Mahkemesi’nin ortaya koyduğu ir...
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, geçmişte siyasi
partilerin kapatılması için açılan davalarda, Anayasa Mahkemesi’nin
ortaya koyduğu iradeye, çağdaş bir hukuk devletinde yer bulmanın
mümkün olmadığını belirtti.
Kılıç, “Kapatma davası açmakla korkutanlar, ya da açanlar,
kapatanlar, kapattıranlar, Türkiye’nin geldiği noktayı iyi analiz
etmelidir. Kapatma ve yasaklar bu korkulardan kurtulmaya
yetmemiştir. Tam aksine yasaklar yaşatılan kesimler daha da
güçlenmekle kalmamış, verilen kararlarla toplum kesimleri
arasındaki çatlağın derinleşmesine katkı sunulmuştur” dedi.
TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı JW Marriott Otel’de
gerçekleştirildi. Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı’na onur konuğu
olarak katılan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, yeni anayasa
yapım sürecinde müzakere yapılmamasının, yeni öneri
üretilmemesinin, çoğulcu bir zeminde oluşacak uzlaşma yerine,
çoğunluğun istekleri yönünde, meşruiyet zemini daralmış yeni
birliktelikler doğuracağını söyledi. Demokratik bir sistemde bu
oluşumların geçerli olduğunu dile getiren Kılıç, “Ancak, bu yol
özlenen ve temenni edilen geniş tabanlı bir yöntem olmadığından,
tartışmaları dindirmeyecektir. Sonuçta, toplumun bir bölümüne,
anayasal sürece katılma onurundan yoksun bırakıldığı hissi
yaşatılacaktır. Bu dışlanmışlık hissinin de toplum barışını olumsuz
etkileyeceği kuşkusuzdur. Azınlıkta kalan kesimlerin temel
haklarının da sayısal üstünlüklere bakılmaksızın demokrasinin ve
hukuk devletinin teminatı altında olduğu unutulmamalıdır” diye
konuştu.
“KIRMIZI ÇİZGİ ELEŞTİRİLERİNE GÖNDERME”
Konuşmasında Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunun 51. yıldönümünde
yaptığı konuşmalar nedeniyle aldığı eleştirilere de cevap veren
Kılıç, konuşmasına şöyle devam etti:
“Anayasa Mahkememizin kuruluşunun 51. yıldönümünün kutlandığı 25
Nisan 2013 gününde yaptığım konuşmanın bir bölümünde ‘Anayasa yapım
sürecinde rol alan sosyal ve siyasal kurumların, değişmemesi
gereken tek kırmızı çizgilerinin insanlık onuru olması, bunu
anayasanın felsefesine, ruhuna ve hükümlerine yansıtarak, gelecek
kuşaklara değerli bir miras bırakılması’ gerektiğini ifade
etmiştim. Bu düşünceye, Cumhuriyetin nitelikleri olan demokrasinin,
laikliğin ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin göz ardı edildiği
gerekçesiyle bazı kesimlerin eleştirileri oldu. O günde ifade
ettim, bugünde bir kez daha yineliyorum. Anayasamızda yazılı olan
Cumhuriyet’in ve ona bağlı niteliklerinin de tek amacı onurlu bir
insan, onurlu bir millet ve onurlu bir devlet yaratmaktır. Bu amaç
sebebiyledir ki Anayasamızda değiştirilemez kurallar olarak yerini
almıştır. Uzlaşma Komisyonunda da hiçbir partinin bu ilkelerin
değiştirilmesi yolunda öneride bulunmaması toplumumuzun geldiği
aşamanın bilinçli bir tercihidir.”
“YANLIŞ ANLAYIŞ VE UYGULAMALAR CİDDİ SORUNLAR AÇTI”
Yasama, yürütme ve yargı organlarının bazı kesimlere imtiyaz
sağlayan yanlış anlayış ve uygulamaları ciddi sorunların
yaşanmasına yol açtığını belirten Kılıç, belirtilen değerlerin
toplumdaki tüm farklılıkları barış için de bir arada yaşatan, insan
onuruna güvenli bir alan sağlayan ve sorun çözme niteliği oldukça
yüksek anayasal ilkeler olduğunu söyledi. Uygulamada belirtilen
yanlışların tam tersine toplumda ayrışmanın ve kutuplaşmanın
kaynağı olduğunu dile getiren Kılıç, “Sosyal, siyasal ve ekonomik
alanda meydana gelen hızlı değişim ve gelişim süreci, toplumun
evrensel yorum ve anlayışlarla tanışmasını sağladı. Hızla gelişen
teknolojik süreç bu imkanların daha etkin kullanılmasına yol açtı.
Dünyadaki hak ihlallerinin yoğunluğu, evrensel dilin ve evrensel
bir vicdanın doğmasına imkan vermekle kalmadı, hak ve özgürlükleri
denetleyen, takip eden uluslar arası kuruluşların ve
birlikteliklerin oluşmasına zemin hazırladı” dedi.
Yeni anayasanın odak noktasını oluşturacak ‘insanlık onuru’
Anayasa’nın tüm hükümlerinin rafine edilmiş özeti olduğunu ifade
eden Kılıç, “Bu mutlak varlık esas alınması, anayasal ilkelerin
yorumunda ve çağın baş döndürücü değişimleri sonucu ortaya çıkan
sorunların çözümünde anayasa değişikliklerine ihtiyaç duyurmadan
kaynak olabilecek tek değerdir. Bu kavram, içinde barındırdığı
temel hak ve özgürlükler, adalet ve barış gibi üç ana ilke üzerinde
yücelmektedir” dedi.
“YARGI ORGANLARI, ANAYASANIN 90.MADDESİ GEREĞİNCE ENGELLERİ AŞMA
ZORUNLULUĞU VAR”
Yeni anayasada özgürlüklerin sınırları, keyfi yorumları dışlayacak
biçimde açık ve net olarak belirtilmesi gerektiğini kaydeden Kılıç,
her konunun anayasaya taşınmadan anayasayı yorumlayacak olan
kurumlara özgürlük alanını genişletecek uygulama imkanı verilmesi
gerektiğini vurguladı. Düşünceyi ifade ve dini inanç ve kanaat
özgürlükleri başka olmak üzere, temel hakların önündeki evrensel
uygulamalarla örtüşmeyen engellerin, devletin onarıcı ve
düzenleyici anlayışı ışığında yapılacak düzenlemelerle ortadan
kaldırılması gerektiğinin altını çizen Kılıç, “Özellikle de yargı
organlarının, Anayasanın 90. Maddesi gereğince yapması gereken
evrensel değerlendirmelerle bu engelleri aşma zorunluluğu vardır.
Bütün bunlar eşit, özgür ve onurlu insanların yaşadığı onurlu bir
devleti oluşturmak içindir” diye konuştu.
“HER TÜRLÜ KAYGI VE ENDİŞEDEN UZAK BU YAŞAMANIN ASIL GÜVENCESİ,
BAĞIMSIZ VE TARAFSIZ BİR YARGI SİSTEMİDİR”
Hukuk devletinin odağında esas itibariyle iktidarın
sınırlandırılması olduğunu belirten Kılıç, kamu gücü kullananların
da tıpkı vatandaşlar gibi, hukuksal ilkelerle kuşatıldığını
vurguladı. Kılıç, “Böylece, insanların hak ve özgürlükleri güvence
altına alınmakta, adil bir hukuk düzeninin de onurlu yaşam
sürdürülmüş olmaktadır. Her türlü kaygı ve endişeden uzak bu
yaşamanın asıl güvencesi, bağımsız ve tarafsız bir yargı
sistemidir. Bu nedenle hukuk devletinin merkezindeki figürü ve
anahtar kişisi yargıçlardır, mahkemelerdir” dedi.
Hukuk devletinde mahkemelerin, emir ve talimatlarla çalışmadığını,
dostluk ve husumet duyguları ile de yönlendirilemeyeceğinin altını
çizen Kılıç, “Yargıç, iç ve dış dünyasından gelen hukuk dışı
etkilere karşı kayıtsız olmak zorundadır. Öznel inançlarını, siyasi
görüşmelerini ve ideolojik yapılarını kararlarına taşıyan yargıcın
tarafsızlık sorunu var demektir. Böyleleri, yargı güvencesini
topluma hissettiremezler. Bize yakın, ya da ötekine yakın hakim ve
mahkeme ayrımının söyleme düşüncesi, hukuk devletine verilebilecek
en kötü haberdir. Oysa yargıç, verdiği kararlarıyla öncelikle
mağduru, daha sonra toplum vicdanını ve arkasından sanığında
vicdanını rahatlatmak zorundadır. Mahkemeler zor zamanlarda ve zor
davalarda, hukuku ve vicdani kanaatini, dış dünyadan gelecek
baskılarla, iç dünyasındaki öznel duygularına boğdurmadan kararını
verebilme direnci ve hukuk ahlakını sergileyebilirse, hukuk
devletinin varlığında söz edilebilir. Zor davlar yargıç vicdanının
sınav zamanıdır. Sıradan, günlük ve rutin davalar yargıcın
tarafsızlığının ölçülebileceği sınavlar olamaz” diye konuştu.
“KURUMLAR ÖZELEŞTİRİSİNİ YAPMA CESARETİNİ GÖSTEREBİLMELİDİR”
Yargının geçmişteki siciline bakıldığında hak ihlallerini ortadan
kaldırmaya yerine, doğrudan bu ihlallerin sebebi olduğunu
söylemenin çok abartılı bir tespit olmayacağını vurgulayan Kılıç,
gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, gerekse Anayasa
Mahkemesi’ne yapılan başvurulara bakılacak olursa, bu gerçeğin net
bir şekilde görülebileceğini söyledi.
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararların, toplumda yarattığı
siyasi, sosyal ve ekonomik sonuçlarının üzerinde bazı
değerlendirmeler yapılması zorunluluğu olduğunu belirten Kılıç,
“Kurumlar özeleştirisini yapma cesaretini gösterebilmelidir. Bunu
yapamadığız takdirde, kurumların kendini yenilemesi ve geliştirmesi
sürekli biçimde ötelenir. Bu tespit sadece devlet kurumları için
değil, sivil dünyanın siyasal, sosyal ve ekonomik kurumları içinde
geçerlidir. Yaşatılan travmaların, demokratik hayata ve hukuk
devleti anlayışına olan olumsuz etkilerinin bilançosunu çıkartmak
zorundayız. Kuşkusuz, Anayasa’ya yada yasalara yazılacak olanlar
çok önemlidir. Ancak, bundan da önemlisi, yazılanları uygulayacak
olanların ne anladığıdır. Sorunların temel kaynağı yasama, yürütme
ve yargı dünyasının kuralları uygulamaları sırasında sebep
oldukları hak ihlalleridir. Bu ihlallerin sonuçları ve toplumsal
karşılığı önemsenmelidir. Yargının uygulama sırasında sebep olduğu
sorunları gidermek amacıyla, son yıllarda gelişen paket kanun
çıkartma alışkanlı da, uygulamalardaki yapılan yanlışlıkların
kabule sorunlu kılıyor” şeklinde konuştu.
“KAPATMA VE YASAKLAR BU KORKULARDAN KURTULMAYA YETMEMİŞTİR”
Geçmişte siyasi partilerin kapatılması için açılan davalar da,
Anayasa Mahkemesi’nin ortaya koyduğu iradeye, çağdaş bir hukuk
devletinde yer bulmanın mümkün olmadığını ifade eden Kılıç,
konuşmasına şöyle devam etti:
“Kapatma davası açmakla korkutanlar, ya da açanlar, kapatanlar,
kapattıranlar, Türkiye’nin geldiği noktayı iyi analiz etmelidir.
Kapatma ve yasaklar bu korkulardan kurtulmaya yetmemiştir. Tam
aksine yasaklar yaşatılan kesimler daha da güçlenmekle kalmamış,
verilen kararlarla toplum kesimleri arasındaki çatlağın
derinleşmesine katkı sunulmuştur. Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğü ve laiklik ilkelerine yüklenen çağ dışı
anlayışların, bugünkü tabloyu ortaya çıkardığını cesaretle söyleme
erdemini göstermeliyiz. Hukuk devletinin vaat ettiği özgürlüklerden
mezar sessizliğini anlamıyoruz. Bilakis, demokratik sistemin
çoğulcu ve katılımcı nitelikleri ‘farklılıkların sesli yaşamasını’
zorunlu kılıyor. Demokratik sistem yalnızca ilgi uyandırmayan,
tedirgin etmeyen düşüncelere değil, tersine, toplumu inciten,
sarsan görüşlerini sergilenmesine için verdiği için rejimlerin en
yüreklisi olarak tarif edilmiştir. Bu seslerin sınırı terör, baskı,
şiddet ve hakaret yolunu seçmemektedir. Bu sınırlar içinde kalan
sesler, demokratik hukuk devletinin bağışıklık sistemini
güçlendireceği gibi farklılıkların bir arada yaşama iradesini de
olumlu şekilde etkiyecektir. Adil bir hukuk devletinin dönüştürücü
gücünü, demokrasinin uzlaşma ve barış diliyle buluşturarak
sorunların çözülmesini hızlandırmak artık zor değildir. Toplum,
dünya ile bütünleşme yolunda hızla ilerlerken, küresel rekabet
siyasal hayatta ekonominin yeni bir güç olarak ortaya çıkmasına
neden oldu. Ekonomik gelişim, alt yapı yatırımlarını hızlandırdı.
Kişi başına artan milli gelir ile birlikte iş, hizmet ve finans
sektörlerinde dünyaya açılım sağlanması, insanımızın küresel
gerçekleri okumasını, bireyselleşmesini ve estetik kaygılara önem
veren bir davranış kültürü geliştirmesini sağladı. Bu gerçek,
yaşamın ve bilginin gücünden beslenen özgürlük taleplerinin gündeme
taşınmasına yol açmış, böylece toplum aklını kullanma cesaretini
göstermeye başlamıştır.”
“ANAYASA’DA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLERLE ÇÖZÜM YOLUNA GİDİLMİŞTİR”
“Ekonominin ve hukukun küreselleştiği bir dünyada Türkiye olması
gereken yerde konuşlanmaya başlamıştır” diyen Kılıç, “Bugün farklı
bir noktadayız. Genişleyen hak ve özgürlük alanlarının da etkisiyle
ekonomik gelişim, farklılıkları politik kimliklere dönüştürmüş ve
toplumu daha çok özgürlük talep eder hale getirmiştir” dedi.
“Dünya gerçekleriyle bu taleplerin karşılaştırıldığında devletin,
hareket kabiliyeti yüksek, güçlü, çabuk, etkili ekonomik ve sosyal
politikalarla yönetilmesini zorunlu kılmaktadır” diyen Kılıç,
“Siyasi istikrarı sağlanmış, hukuk güvenliğinin tam olarak
yaşandığı bir Türkiye’de işadamlarımızın aşamayacağı hiçbir engel
yoktur. Devletin artık doğrudan ekonomik hayatın içinde olması
dönemini geride bıraktık. Anayasamızda da ifadesini bulan devletin
denetim ve gözetim görevi, asli unsur haline gelmiştir. Geçmişte
yargı organlarının, ekonomik ve sosyal konularda aldığı kararların,
olumlu ve olumsuz sonuçları inkar edilemez. Özelleştirme konusunda
sergilenen engelleme ve devletçi anlayış, gecikmelere ve yüksek
maddi kayıplara yol açmıştır. Yargının içtihatlarıyla çok rahat
aşması gereken ekonomik konular bile, maalesef Anayasa’da yapılan
değişikliklerle çözüm yoluna gidilmiştir. Yeri gelmişken Anayasa
Mahkemesinin gerek özelleştirme, gerekse yabancılara mülk satışıyla
ilgili kanunlar hakkında verdiği iptal kararlarında, karşılıklılık
(mütekabiliyet) ilkesine uyulmamasını gerekçe olarak göstermesi,
nedeniyle ülkenin çok önemli ekonomik kayıplara sebep olduğunu
belirtmemiz gerekiyor. Ancak, Anayasa Mahkemesi anayasada dayanağı
bulunmayan karşılıklılık ilkesine uyma zorunluluğunu yeni
kararlarında kabul etmediğinden sorun kalmamıştır” şeklinde
konuştu.
“KUVVETLER AYRILIĞININ DÜZENLENMEDİĞİ BİR TOPLUMDA ANAYASA
YOKTUR”
Başkanlık konusuna da değinen Kılıç, yeni Anayasa yapım sürecinde
en çok konuşulan ve tartışılan konulardan birisinin hükümet
sisteminin nasıl olacağı olduğunu belirterek, hükümet sistemlerinin
yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki olması gereken
kuvvetler ayrılığı ilkesiyle yakından ilgili olduğunu söyledi.
Güçler ayrılığı fikrinin amacının, temel hak ve özgürlükleri
güvence altına almak olduğunu vurgulayan Kılıç, “Bu fikir, yasama,
yürütme ve yargı erklerinin aynı elde toplanmasının, özgürlükler
açısından büyük bir tehdit oluşturduğu varsayımına dayanır.
Nitekim, modern güçler ayrılığının teorisyeni olan Fransız düşünür
Montesquie, meşhur ‘Kanunlar’ın Ruhu’ adlı eserinde şöyle der:
‘Yasama ve yürütme erkleri, aynı kişi ya da organda toplandığı
zaman özgürlük olamaz… Aynı şekilde yargı, yasama ve yürütmeden
ayrılmadığı zaman da özgürlük olamaz… Eğer bir kişi ya da organ, bu
üç erki yani yasa yapma, uygulama ve yargılama erklerini kendinde
toplarsa, işte bu her şeyin sonu demektir.’ Bu nedenle, modern
demokratik anayasal düzenlemelerin temelinde güçler ayrılığı
vardır. Zira, anayasal demokrasi siyasi iktidarın doğası konusunda,
çok iyimser değildir. ‘Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka
yozlaştırır’ sözünün geçerliliği tarihsel olarak ispatlanmıştır.
Gücün bu yozlaştırıcı ve tabir yerindeyse baştan çıkarıcı doğası,
onun sınırlandırılması zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. Bu
durum yeni değildir. 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirgesi’nin 16. maddesinde ‘kuvvetler ayrılığının düzenlenmediği
bir toplumda Anayasa yoktur.’ denilmektedir. Aslında özgürlüklere
tehdit oluşturması bakımından, bir kişinin sınırsız iktidarı ile
çoğunluğun sınırsız iktidarı arasında özde bir fark yoktur” diye
konuştu.
“TÜRKİYE TERCİHİNİ PARLAMENTER SİSTEMDEN YANA KULLANARAK YOLUNA
DEVAM ETTİ”
Türkiye tercihini Parlamenter sistemden yana kullanarak, bu güne
kadar yoluna devam ettiğini sözlerine ekleyen Kılıç, konuşmasına
şöyle devam etti:
“Ancak, yürütme organının parlamento üzerindeki vesayet sorununu
çözmüş değildir. Yeni anayasa çalışmalarında gündeme gelen
başkanlık sisteminin de bu sorunu çözmek için güçlü, istikrarlı bir
yürütme organını tesis etmek amacıyla önerildiği açıklamalardan
anlaşılmaktadır. Hangi sistemin isabetli olduğu konusunda yorum
yapmak konumumuz gereğince bizlere düşmez. Bu yetki, halkın
vekaletini teslim ettiği Parlamento’nun takdir alanı içindedir.
Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin, siyasi bir belge olan anayasa ya
dayanarak, yine siyasi bir ürün olan kanunların uygunluk denetimini
yapıyor olması, onun anayasal projeler ya da sorunlar karşısında
kayıtsız kalması gerektiği sonucunu doğurmaz. Önemli olan
‘yerindeliğin takdir edilmesi’ gibi bir yanlışlığın yapılmamasıdır.
1982 Anayasası ile yetkileri oldukça arttırılmış bir
Cumhurbaşkanlığının öngörülmesi, parlamenter sistemden sapma olarak
nitelendirilmektedir. Sorunlar ortaya çıktıkça, anayasa değişikliği
ile çözme alışkanlığımızın bir sonucu olarak, 2007 yılında
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin kabul edilmesi
sonunda Parlamenter sistemden biraz daha uzaklaşıldı. Aslında
sorun, Cumhurbaşkanını seçim yönteminden ziyade, sahip olduğu aşırı
yetkilerin çift başlı bir yönetim doğuracağı kaygısından
kaynaklanmaktadır. Böylece, bölünmüş bir yürütme gücünün siyasi
istikrarsızlık sonucunu doğuracağı endişesi ağırlık taşımaktadır.
Bu sisteme bazı eklemeler veya çıkarmalar yaparak söz konusu
endişeleri giderme çabaları yeni sorunların doğmasına sebep
olabilir. Nitekim, 1982 yılında kişiye dönük özel tasarım sonucu
Cumhurbaşkanlığını ortaya çıkaran Anayasamız, sorun kaynağı olmaya
devam ediyor. Toplumsal projelerimizi, ilkesel baz da kurgulayarak,
yolumuza devam etmek, halkımızı aydınlığa ulaştıracak en sağlıklı
yoldur. Amaç, kesin sınırlarla birbirinden ayrılarak güçlü,
istikrarlı bir yönetim oluşturmak ve bireylerin hak ve
özgürlüklerinin teminat altına alındığı güvenli bir hukuk devleti
oluşturmaksa, bu iyi niyetin toplumda her zaman karşılığı vardır.
Bu hedefi gerçekleştirmek için toplumun sosyolojik analizinin çok
iyi yapılması gerekir. Ülkede yaşanan uzlaşma ve hoşgörü kültürü,
radikal söylemlerin taraflar üzerinde yarattığı yüksek iman ve
inatçılık ruhu, etnik, dinsel ve mezhepsel konulardaki
farklılıkların derinlik ve keskinliği, demokratik kazanımlar, seçim
sistemlerinin etkileri, siyasal partilerin ihtiyaç duyduğu disiplin
anlayışı, tercih edilecek hükümet sisteminin başarısı üzerinde
doğrudan etkili olacak sosyal gerçeklerdir.”
“KANUNDAKİ YETERSİZLİKLER HÜKÜMET SİSTEMİ ARAYIŞLARINI
ZORLAMAKTADIR”
Siyaset kurumlarının tabi olduğu Seçim sistemi ile Siyasi Partiler
Kanunundaki yetersizliklerin hükümet sistemi arayışlarını
zorladığının altını çizen Kılıç, yeni anayasa projesinin olumsuz
sonuçlanması durumunda, belirtilen kanunlarda yapılacak
değişikliklerle kuvvetlerin ayrılmasını olumlu şekilde etkileyecek
çözümlerin olduğunu ve kullanılması gerektiğini söyledi. Kılıç,
“Güçler arasında olması gereken ‘denetim ve denge sistemi’ yaşamsal
öneme sahiptir. Hükümet sistemlerinin türü ne olursa olsun, yargı
gücünün diğer organlar karşısındaki bağımsızlığı olmazsa olmaz
gerekliliktir. Bağımsızlık ve tarafsızlık sorunu olmayan güçlü bir
yargı organının, hükümet sistemlerinin başarı şansını çok
yükselttiğini, uygulanan çağdaş sistemlerde görebiliriz. Yasama,
yürütme ve yargı organları arasındaki kuvvetler ayrılığı yanında,
muhalefet partilerinin iktidarları sıkıştırma gücü veya kendisine
oy verenlere hissettireceği iktidar umudu ve bunun doğuracağı
rekabet, hükümet sistemlerinin sağlıklı işlemesini ve demokratik
hukuk devleti anlayışının güçlenmesini sağlayacaktır. Aksi durumda,
dengeleyici muhalefet gücünün yetersizliği sonunda doğacak boşluk,
iktidar güçlerinin otoriterleşme eğilimlerini teşvik edecektir.
Parlamento’nun yürütme organına bütçeyle verdiği, gelirlerin
toplanması ve giderlerin yapılması yetkisinin, Sayıştay tarafından
çağdaş tekniklerle denetim altına alınması, kuvvetlerin denetim ve
denge sisteminin temel dinamiklerinden birisidir. Güçler ayrılığı
ilkesi ile elde edilmek istenen sonuçların oluşmasında, bu
dinamiklerin gözardı edilmesinin ciddi kayıplara yol açacağı
açıktır. Temsil esaslı demokrasiden, referandum esaslı demokrasiye
doğru, güçlü bir eğilimin yaşandığı günümüz dünyasında, önemli
sorunların çözümünde sık sık halka başvurularak, siyasi krizlerin
çözümünde yardım alınması, halkın kuvvetler üzerinde doğrudan
denetiminin hayata geçmesini sağlamış olacaktır” şeklinde
konuştu.
Türkiye çok partili döneme geçtikten sonra, siyaset kurumlarının
iktidara gelmek için kullandığı yöntemlerin, toplumun ruh
dünyasında olumsuz izler bıraktığını söylemenin yanlış olmayacağını
dile getiren Kılıç, 1961 darbesinden sonra “korku temeline” oturan
siyasi hayatın, 1980 darbesiyle karşılaşmaktan kurtulamadığını
kaydetti. Kurulan parlamenter rejimlerin, her dönemde kendisini yok
edecek sanal korkular üreterek, ayakta kalmaya çalıştığını, böylece
güçlü bir siyaset kültürünün oluşmasına imkan verilemediğini ifade
eden Kılıç, şunları kaydetti:
“Daha sonra ve halen de geçerliliğini sürdüren ‘gerilim
yöntemleri’, siyasi hayatı şekillendirmeye başlamış ancak, yaşanan
etnik, dinsel ve ekonomik sorunların çözümünü olumsuz şekilde
etkilemiştir. Gerilimin beslediği inatçılık ruhu, insanları taraf
olmaya zorlamakta, yanlış da olsa, mahallesinin doğrularını inatla
savunmaya mecbur bırakmaktadır. Sorunlara yada önerilen çözümlere,
heyecan verici tavırlarla meydan okumak taraftar bağlılığını
güçlendirmekte ancak, ilgililerin biraraya gelerek diyalog ve
uzlaşma iradelerini zayıflatmaktadır. Gerilim, öfkeyi, öfke de
nefret söylemini beslerken, diyalog ve uzlaşma zeminini
kaybediyoruz. Nefret ve çıkar kültürünün sarmalından toplumun ruh
dünyası zarar görmektedir. İşte bunun sonucu olarak Türkiye çapında
açılmış derdest 200 bin civarındaki sadece hakaret davaları bile
tehlikenin boyutlarını göstermeye yetmektedir. Sokakta,
meydanlarda, okulda, stadlarda, eğlence yerlerinde, trafikte, medya
da, televizyon programlarında hakim olan şiddet ve gerilim,
geleceğin Türkiye’sinin en önemli potansiyel tehlikesidir. Toplumu,
için için yakan nefret söylemlerinin kaynaklarını kurutmak
zorundayız. Pozitif hukuk kurallarının bu iklimi yalnız başına
değiştirmeye gücü yetmiyor, yetmezde sevgi, hoşgörü, merhamet,
güven ve vicdani tepki gibi insani ve ahlâki değerlerden destek
almak kuralların gücünü artıracaktır. Demokrasinin uzlaşma ve
diyalog imkanlarını ancak bu değerlerle hayata geçirebiliriz.
Bireyler, hukuk devletinin sağladığı güvenlik sayesinde, her türlü
korku ve endişeden arınarak, insan onuruna sağlanan “özerk” bir
alanda hayatını devam ettirir. Özerk alan içindeki hayat tarzlarına
yapılan müdahalenin yarattığı hak ihlalleri insan onurunda
kapanmayan yaralar açmıştır. Siyasi ve sosyal tarihimiz, etkileri
yıllarca sürmekte olan anlamsız, gereksiz, sonuç doğurmayan, hayali
korku ve endişe yüklü düşüncelerle toplumun bazı kesimlerinin hayat
tarzlarına yapılan müdahalelerin izleriyle doludur. Bunlara yeni
halkalar eklemek yorgun vicdanları daha da yoruyor. Toplum vicdanı
ikna edilmeden atılan adımlar, demokratik hukuk devletinin sicilini
bozmaktan başka bir sonuç doğurmuyor. Bu gerçeklerden ders almadan
kamu gücünü kullananların, sınırları belirsiz tasarruflarla hak
ihlâline sebep olması kabul edilemez. Başkalarının haklarına sahip
çıkmak bir insanlık erdemidir. Katılmasak da, hakkı ihlal edilen
insanların yükünü paylaşmak onurlu insan refleksinin doğal bir
sonucudur.”
(İHA)