Yaralı gönlüm Ramazan ayının manevi atmosferi içerisinde ümit
verici yazılar yazmayı o kadar çok arzu ediyor ki… Ancak gördüğüm
ve müşahede ettiğim manzaralar kalemimi ümit deryalarında
gezinmekten mahrum bırakıyor.
Maalesef fitne, kibir, fesat ve münafıklık kavramlarının
tezahürü bütünüyle İslamcı mahallesinde kol geziyor!
İtibar koruma adına başkalarının izzetinden izzet devşirme
yarışında olan muhafazakârlar yalan üstüne yalan söylemekten beri
durmuyor!
“Doğru” ortaya çıkarsa gösterilen teveccüh azalır endişesi ile
“ben güçlüyüm” imajından asla vazgeçilmiyor!
Köşe kapmaca, köşe dönmece, liyakat sahibi olmadan makam sahibi
olma günümüz Müslümanlarının başlıca sıfatları haline gelmiş.
Cemaatler birbirinin kuyusunu kazmakla, siyasiler birbirinin ipini
çekmekle o kadar meşguller ki İslam dinine mensup olmanın getirdiği
güzel ahlaktan fersah fersah uzaktalar.
Başarı sadece para ve statü kazanma odaklı algılanıyor ve bu
kazanım (!) için bütün yollar mubah sayılıyor!
Doğal olarak bir yoklar zamanı yaşıyoruz. Huzur yok, sükûn yok,
sabır yok, şükür yok, güven yok…
Tevekkülde büyük bir kuvvet vardı, sükûtta bir cazibe, maalesef
artık bunlarda yok…
Buna karşılık karşı mahalle olarak adlandırdığımız kesim ise
birbiri ile yardımlaşmada, birbirine omuz vermede, batıl olsa da
davalarına sahip çıkmada İslamcı kesimin çok ama çok önündeler. Bir
zamanlar muhafazakâr kesimin değerlerini koruma adına verdiği
mücadeleyi şimdi onlar veriyor.
Eğer bu mücadelelerinde devam ederlerse başarıya ulaşmaları
kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor. İslamcı ve
muhafazakâr kesimin birbiri ile olan irtibatı tamamen çıkar üzerine
kurulu.
Katıldığım meclislerde duyduklarım arasında bir insanın 50 küsur
yerden ücret almasının izahını yapamıyorum. Yapılamaz da zaten.
Dünyanın neresinde görülmüş bir insanın yüzbinlerce lira aylık
gelire sahip olduğu. Ama maalesef bu bizim ülkemizde yaşanıyor.
Zannımca muhafazakâr ve İslamcı camia kendi kendini tahrip
edecek düğmeye basalı çok oldu. Artık geri dönülmez bir yola
girdik.
Bu gidişle üstünlüğü ele geçirmek adına karşı mahallenin
bir şey yapmasına gerek kalmayacak. Bir süre sonra kendini
yiyip bitiren muhafazakârlar teslimi silah ederek mevzileri terk
etmek zorunda kalacaklar.
Hiç boşuna düşman aramayalım. Bizim en büyük düşmanımız yine
biziz.
Nefsimizin arzu ve isteklerine yenik düştük. Dünya nimetlerine
aldandık. Fani olan bu dünyayı baki zannettik.
Aldandık… Gücümüze aldandık. Kibrimize aldandık… Ve
yeniliyoruz/yenildik maalesef…
Bu yenilgiye muzafferiyete dönüştürmek mümkün mü? Elbette… Ama
çok zor…
Bunun için vazgeçmemiz gereken o kadar çok şey var ki…
Makamlardan vazgeçmeliyiz mesela…
Modanın getirdiği israftan vazgeçmeliyiz mesela…
Gösteriş ve şatafattan vazgeçmeliyiz mesela…
Paranın getirdiği zevk ve sefa düşkünlüğünden vazgeçmeliyiz
mesela…
İçine gömüldüğümüz rahat ve rehavetten vazgeçmeliyiz mesela…
Villalarımızdan, yazlıklarımızdan vazgeçmeliyiz mesela…
Son model arabalarımızdan vazgeçmeliyiz mesela…
İstikrarlı şekilde yalan üstüne yalan söylemekten vazgeçmeliyiz
mesela…
İnsani iletişim ve ilişkilerimizi sahte ve iki yüzlü tutumların
perçeminde nefes almaya zorlamaktan vazgeçmeliyiz mesela…
Yapabilir miyiz?
İnşallah demekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Rabbim inşallah bize akıl, fikir bahşeder de iş işten geçmeden
aklımızı başımıza devşiririz…