Keşke vatandaş Rifat olsaydım
Abone olRifat Hisarcıklıoğlu, Zaman'dan Nuriye Akman'la yaptığı söyleşide ilk kez çok açık konuştu.
Sade Rifat olsam çok daha rahat konuşurdum Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ile çok fazla
ortada olduğu halde hakkında hiçbir şey bilinmediği için yaptım bu
söyleşiyi. Sosyal, duygusal, siyasi, felsefi açıdan olabildiğince
açık bir portre çıkarmak istedim. Kendisini son derece sevecen,
fakat bir o kadar da kapalı buldum. O, bu röportajı ‘kazasız
belasız’ atlattığı için seviniyor. Benim tek tesellim ise,
böylesine ‘açık vermemeye’ programlanmış bir insanı, şimdiye kadar
basında çıkan en açık metinle okurlarıma tanıtabilmek. Bu kadarını
bile, Hisarcıklıoğlu’nun hoşgörüsüne borçluyum. Gençliğinizden bu
yana siyasi anlamda nasıl bir dönüşüm geçirdiniz? Delikanlılığım, o
yıllarda bütün o sol hareketlerin olduğu Tandoğan Meydanı’nda
geçti. 1963–64’lerde Mebus Evleri’nde oturuyorduk, bir moda çıktı:
Yankee go home! Mahallede birlikte oynadığımız Amerikalı
arkadaşlarımıza düşman gibi bakmaya başladık. Ne kadar yanlış iş
yapmışız. Tam tersine, oturabiliyorsan otur, harcayabilirsen harca
deyip teşvik edecekken, adamları kaçırttık. Siz sağcı değil
miydiniz o günlerde? Yok, her türlü evreyi geçirdim ben. ‘İslamcı’
çizginiz nasıl geçti? O çizgi yoktu, ama fikri platformda, o işin
mantığını kapma anlamında okuyarak, görerek, soldan sağa her
ortamda bulunuyorsunuz. Çünkü şartlar öyleydi o zaman. Rüzgâr
nereden eserse oraya mı savruldunuz yani? Hayır, hayır. Öyle değil.
Hani bir filozof vardı, şu yaşa kadar solcu olmayıp da, şu yaştan
sonra kapitalist düşünceyi kabul etmeyene giydiriyordu ya, öyle
işte. Peki ne kadar solcuydunuz? Türkiye İşçi Partisi’nin Meclis’e
yeni girdiği, Behice Boran’ların, Çetin Altan’ların aktif olduğu
dönemler. Her cumartesi–pazar Tandoğan’da miting yapılıyor. Bende
de Kayserililik var, para kazanmak lazım. Testilere su doldurup,
mitinge gelenlere satardım. Solculuk bunun neresinde? Sen su
satıyorsun, orada bağırılıyor, çağırılıyor, senin de kulağına
giriyor. Slogan olarak kafanda kalıyor bir şeyler. İster istemez
etkileniyorsun. Bilhassa kitap okuma anlamında. Çünkü her dakika
bir tartışmanın içinde oluyorsunuz. Her söylemin kendi içinde
doğruları var. Hadiseye at gözlüğüyle değil de, analitik düşünerek
bakıyorsunuz. Demokrat Partili bir ailenin ferdisiniz, doğru mu?
Anne tarafından öyle, babam itibarıyla CHP. Bugünkü liberal
düşünceye gelme noktası ancak böyle oldu. Ben doğmuşum, Amerika’ya
gitmişiz. Babam askerî doktor. Oradaki Türk kolonisi içinde de
Alparslan Türkeş var; askerî ataşe. Genelde ulusalcı bir tavrım
var. ‘Ulusalcılık’ sol bir ağız. Sağcılar ‘milliyetçi’ derler, sola
sevimli mi görünmeye çalışıyorsunuz? Yok öyle bir şey.
Ulusalcılıkla milliyetçilik arasında fark yok. Yeni moda tabir, bu.
Modayı mı takip ediyorsunuz? Hayır hayır moda değil, yani şu anda
ikisi de kullanılıyor diyorum. Geride kaldığınızı düşündüğünüz bir
alan var mı? Mesela eskiden avcılık vardı, avcılığı yapamıyoruz
şimdi. En büyük hasretimden biri o. İyi ki yapamıyorsunuz! Öyle
deme, o da bir spor. Hayvan öldürmek spor mu?! O zaman et
yemiyorsun sen. Etini yiyebileceğimiz hayvanı vuruyorduk. Ne fark
eder, ha öyle, ha öyle. Kesim için özel beslenmiş hayvanı yemekle,
doğanın bağrında zevk için vurup, ortamından ayırdığın hayvanı
yemek arasında epeyce fark var! Kanunlar çerçevesinde avcılık yasak
değil. Kanunları insanlar yapıyor. Kanuni olan her şey etik değil
ki. Bravo! Yani bravo derken, avcılığı etik bulmuyorum noktası
değil. Esas olan kanunlara, evrensel değerlerin ulaşması lazım.
Ekonomide bir bakıyorsunuz, 70 yıllık Türk Ticaret Kanunu ile idare
ediyorsunuz. Bugün Ticaret Kanunu’nda, elektronik devlet ile
ilgili, elektronik alışverişle ilgili hiçbir şey yok. Belki
insanlık avcılığı yasaklama noktasına da gelir bir gün. Rifat
Hisarcıklıoğlu bir taş fırın erkeği mi? Eskiden otoriter, şimdi
paylaşımcı diyeyim. Eskiden evin içinde ben ne dersem o oluyordu.
Şimdi hanım ne derse o olmaya başladı. Giysilerinizden eşiniz mi
sorumlu? Her şeyimden eşim sorumlu şu anda. Hanım patron evde. Siz
kendi gömleğinizi bile eşinize ütületirken, o nasıl patron oluyor?
Benim ütülememe vakit mi var? Ben evde hiçbir şey yapmıyorum.
Evlenince, eşiniz üniversite üçten ayrıldı. Bankacılık–sigortacılık
okuyordu. Siz mi müsaade etmediniz bitirmesine? Hayır, evlendik.
Hemen akabinde çocuk oldu. Sonra da fırsat olmadı. Ev hanımı oldu.
Neden sizi eşinizle birlikte hiç görmüyoruz? Eşim eviyle,
çocuklarıyla meşgul olmak istediği için de çok göz önünde
görünmüyor. Başörtülü mü? Değil. Neden TÜSİAD değil de, MÜSİAD
üyesi oldunuz? Rahmetli Özal cumhurbaşkanıydı. Bir gün, Nuh
Çimento’ya geldi. Adnan Kahveci de var. Özal, “Sen hiçbir yerde var
mısın?” diye sordu. “Ne gibi efendim?” dedim. “Yani işadamları
dernekleri var, pırıl pırıl gençlersiniz buralarda rol almanız
lazım.” dedi. Ben o zamana kadar, Ticaret Odası’nın yerini bilmem.
Rahmetli, “MÜSİAD diye bir kuruluş var. Genç arkadaşlar kuruyorlar,
onun içinde olmanda fayda var.” dedi. MÜSİAD’a girişim böyle oldu.
Niye ayrıldınız MÜSİAD’dan? Ankara Ticaret Odası meclis üyesi
olunca, onun meseleleri öbür taraftan daha büyük noktaya geliyor
çünkü. Nuh Çimento, Nuh Makarna, Eskiyapan Holding, Türkiye’nin
önemli sanayi kuruluşlarından biri. Hâlâ şirketlerin yönetim kurulu
başkanı ve üyesisiniz. Neden TÜSİAD’da yer almadınız, onlar mı
ittirdiler sizi? Öyle bir ittirme de olmadı, bir davet de gelmedi.
Zaten ben iş âleminin içindeydim. İhtiyaç da duymadım. ATO meclis
üyesi olmak yetiyordu. 1992’de ATO başkanlığına aday olduğunuz
zaman niye kaybettiniz? Çok erkendi, çok gençtim, onun için.
Rakiplerinizin bu vesileyle MÜSİAD üyeliğinizi gündeme
getirmelerinin rolü olmadı mı yani? Yok öyle bir şey. 1991’de TOBB
delegesi olduğunuz anda, beyninizin geri planındaki resim, TOBB
başkanlığıydı değil mi? Tabii başkanlıktı. Bu gayet açık. Ama benim
bin tane delegem var, hepsi Odalar Birliği başkanı olmaya layık
insanlar. Sonuçta bin kişide bir kişiye kısmet oluyor bu iş. Siz
bin delegeden oy almadınız. Konsey üyelerinin oylarıyla seçildiniz.
Onların sayısı da, 135–140 kişi. 133 kişi. Bin kişi 133 kişiyi
seçiyor, 133 kişi de yönetimi seçiyor. 1985’ten bu tarafa Odalar
Birliği’nde, seçim sistemi bu. ATO Meclisi üyesiyken, Sinan Aygün’ü
başkan yaptınız. Bu sayede de Odalar Birliği yönetimine girdiniz.
Ben yapmadım. Onda kabiliyet varmış, ama büyük destek olduk. Ve bu
desteğiniz ‘yol, su, elektrik ve baraj’ olarak size döndü!
(Gülmeler) Tabii. “İyilik yap, denize at.” demişler. Sinan Aygün’le
iş ortağısınız aynı zamanda? Her konuda değil. Ayrıca ortağımın
olmadığı hiçbir işim yok benim. Sinan Aygün’ü, yani ATO’yu aslında
siz mi yönetiyorsunuz? Bugün Sinan’ın Türk kamuoyunda çizmiş olduğu
profili düşünün, benim yönetmem mümkün mü? Sinan kendi kişiliğini
ortaya koyuyor. Kulislerde onun popülaritesini kıskandığınız
konuşuluyor. Öyle bir şey olmaz. Sinan Aygün’ün, ATO başkanlığı
sırasında, en büyük desteği vermiş kişi olarak başarısı, tam
tersine beni güçlendirir. Sizin döneminizin Fuat Miras döneminden
farkı ne? Fuat Miras dönemiyle kendimi mukayese etmiyorum. TOBB
başkan vekilliğine ilk teklif, size Fuat Miras’tan geldi ve siz ilk
fırsatta onu alt ettiğiniz için mi? Alt etmem için yönetim
kurulunda düşürmem lazımdı, böyle bir şey olmadı. TOBB yönetimine
girdiğiniz gün, gözünüz başkanlıkta olduğuna göre, Fuat Miras’ı
devirmenin ihanet olmayacağını kabullenmek kolay olmuştur! Yok öyle
bir şey. Yönetime, ‘Fuat Miras’ı devireceğim’ diye girebilir misin?
İşte o zaman karakter olarak ikiyüzlülük ortaya çıkar. Böyle bir
hadise yok. Şartlar o noktaya getirdiği için, yönetim kurulu
üyelerim beni desteklediğinden oldu. Yoksa ‘ben yönetim kurulu
başkanı olacağım’ diye çıkmadım. Tabii bilinçaltı nasıl işliyor,
oraya bir kamera sokamadığımız için tam bilemiyoruz! Peki, TOBB
başkanlığınızı Yalım Erez’e borçlu olduğunuzu iddia edebilir miyiz?
Ben bin tane delegeme borçluyum başkanlığımı. Genel Sekreter, Fuat
Miras’ın istifa dilekçesini işleme koymakta direniyordu. Yalım Erez
telefon açtı, onu işleme koymaya ikna etti ve Fuat Miras’ı
postaladınız hep beraber. Ben bu konulara girmedim bugüne kadar.
Yine girmem. İstifa dilekçesinin işleme konulması için, azami çaba
göstermediğinizi mi söylüyorsunuz yani? Zamanı geçmiş tartışmalara
girmenin hiçbir faydası olduğunu düşünmüyorum. TOBB genelde
darbelere karşıdır. Fuat Miras’ın beşli çetenin liderliğini yaptığı
günlerde, TOBB saygınlığından epey bir şey kaybetti mi sizce? Fuat
Miras’ın, 28 Şubat döneminde karşılaştığı zorlukların ne olduğunu
bilmeden, ‘yanlış yaptı’, ‘doğru yaptı’ diye tahlil etmek çok
yanlış olur. Ben zaten 2000’de girdim yönetime. 28 Şubat’ta, ATO
meclis üyesi ve TOBB kongre delegesiydiniz. Hedefinizde TOBB
başkanlığı vardı. Olaylara kayıtsız kaldığınızı mı söylüyorsunuz?
Hayır, kayıtsız değildik. Demokrasiye inanıyorsanız, müdahalelere
karşısınızdır. Türkiye’nin gelişmesi ancak demokrasi altında olur.
İnsanların tercihleri karşısında birilerinin bir şey dayatması
demokrasi karşıtı bir söylemdir, bunun da karşısındayız. Ama bir de
şu var tabii, rejimin oturması açısından da dikkatli olmak gerekir.
Böylece hem nalına, hem mıhına. ‘Ne ürkütelim kimseyi, ne suya, ne
sabuna dokunalım’ tarzında bir söyleşi yaptık şimdi, doğru mu?
Doğru. (Gülmeler) Sade Rifat olsam daha rahat konuşurdum tabii. Ama
ben TOBB başkanıyım. DYP başkanlığını reddettiniz, ama TOBB’un
geleneğinde var, başkanlar siyasete geçiyor. Sizin de eninde
sonunda oraya akacağınız bekleniyor. Odalar Birliği başkanı iken,
siyaseti düşünmüyorum. Başkanlığı bırakırsın, şartlar, ülkenin
gerekleri, sana ihtiyaç duyulur, sen istenirsin, o zaman olabilir.
Kendinize biçtiğiniz nihai misyon, merkez sağı toparlamak mı?
Hayır. Öyle bir şey yok. Kendinizde toparlayıcılık yeteneği
görmüyor musunuz? Şu anki vazifem, o makamlarda yapacağım vazifeden
daha büyük. Şu anda, sonrasını düşünemezsiniz ki. Ama TOBB’a delege
olduğunuz gün, başkan olmayı düşünüyordunuz? Bir partiye üye
olsaydım doğruydu dediğiniz. Odalar Birliği vizyonunu ve misyonunu
tespit etmiş durumda. Benim hedefim, ona hizmet etmek. Benim
bildiğim, kurumların misyonu liderlere dar gelir. Mehmet Yazar,
Yalım Erez gibi başkanlar, kendi vizyonlarını TOBB’a kabul
ettirdikleri için karizmatik lider oldular. Siz memur musunuz,
lider misiniz? Hayır, ama Odalar Birliği’nin bir misyonu, vizyonu
vardır. Ondan dolayı siz onun başkanı olursunuz. Başkanın kendi
karakteri ile yönetim kurulunun karakteri beraber bir olguyu ortaya
çıkarır. İkisi eğer bir başarıyı yakalarsa, tarihe siz başarılı
başkan olarak geçersiniz. Peki siyasete dönelim. Siz şimdi şunu mu
diyorsunuz: İçinde bilfiil olmaya gerek yok, siyaseti ben buradan
da yönlendirebilirim zaten. Tamam, bravo. DYP genel başkanlığına
aday olmamanızda, ‘davul başkalarının boynunda olsun, nasılsa
tokmak benim elimde’ düşüncesinin rolü oldu o zaman! ANAP ve DYP
genel başkanlarının, “Siyasetten ayrılacağız.” demesinden sonra,
iki taraftan da bana teklifler geldi. Ama ben, böyle bir şey
düşünmedim. Kendi üyelerime vermiş olduğum söz gereği, Odalar
Birliği başkanlığı yapmaya devam edeceğimi söyledim. ANAP’tan size
teklif geldiği kamuoyuna neden yansımadı? Doğru Yol’unkini
yansıttılar da, onu yansıtmadılar. Hatta şu misyonu da yüklemeye
çalıştılar. “Ya iki partiyi birleştirme misyonu sana düşer, iki
partiyi birleştir.” falan dediler.… Başkanına siyasetçi olmadan
siyaset yapmanın keyfini ve gücünü yaşatan kurumların içinde, TOBB
sizce kaçıncı sıradadır? Öyle sıralamaya karşıyım. Sivil toplum
kuruluşunun vazifesi nedir? Siyaseti etkilemektir tabii ki! Bir
dakika, üyelerinin, hak, hukuk, menfaatlerini savunmaktır. İkincisi
de, ülke menfaatlerini koruyup, gözetmektir. İkisinin de yolu
siyaset kurumundan geçer. Ama siyasetçi halktan aldığı yetki
doğrultusunda icraatın içindedir. Odalar Birliği gibi kurumların
fonksiyonu icraat değildir. Siz halktan yetki almamışsınız. Buna
rağmen, gidip, siyasetin üzerine tahakküm kurarsanız, bu haksızlık
olur. Sen kendi üyelerinin, hak, hukuk, menfaatleri doğrultusunda
karar alınması için etki edersin. Bütün bu laf kalabalığının
arkasındaki gerçek şudur: TOBB’da siyaset yapılır. Başbakanın bütün
gezilerine katılınır, zaman zaman güç gösterisi yapılır, masaya
yumruk vurulur, “Benim dediğimi dikkate almazsan, bak fena olur!”
mealinde konuşmalar yapılır ki siz de bunun dışında değilsiniz.
Hayır, bence onların hepsi geçmişte kalmış hadiseler. Ülkenin
menfaatleri konusunda, bir masanın etrafına gelip anlaşmak esasen
kavga etmek değil. Toplumun gerginliğe ihtiyacı yok ki. Yapmayın!
Her iktidar, TOBB’u kendi saflarına almak ister. İşin raconu bu.
TOBB da, iktidardan ne koparırsa kârdır, mantığındadır. Şu anda
hangi taraf kârda, siz bana onu söyleyin? Çok yanlış bir yaklaşım.
Odalar Birliği’nin çizmiş olduğu çizgi böyle değil. Yedi ay önce
TOBB ilk defa siyasetin karışmadığı bir seçim dönemi yaşadı. Hiçbir
siyasi liderimizin, şu arkadaşımız yönetim kurulunda olsun diye
talep etmediği bir dönem yaşadık. Biz de kesinlikle kendimizi
siyasetin üstünde görmüyoruz. Pekala. Bildiğim kadarıyla hacca
gittiniz. İsterseniz biraz hac konuşalım. Hiç girmeyin oraya. Dini
bakışımı sorabilirsiniz mesela. Peki. Kur’ân okuyor musunuz? Kur’ân
okuduğum yok. Kitap okuyamıyorsun, nerede okuyacaksın Kur’ân’ı.
Allah’ın varlığına inanıyorum, Hazreti Muhammed’in O’nun peygamberi
olduğuna inanıyorum. Kur’ân–ı Kerim’in Allah’ın sözü olduğuna
inanıyorum. Ama, Allah’ın emretmiş olduğu, İslâm’ın beş şartı ve
diğer yapılması gereken noktalarda, insan olarak noksanlıklarım
var. Zaman yetişmiyor. Allah affetmeyi sevdiğini söylüyor. Biz de
ona güveniyoruz. Hak yememeye, hukuksuzluk yapmamaya dikkat
ediyorum.