Türkiye’deki yükseköğretimin kanuni çerçevesi 1982 Anayasasının
130 ve 131. maddeleri ile çizilmişken idari yapısı çok büyük oranda
1981 tarihli 2547 sayılı kanun ile oluşturulmuştur. Üniversitelerde
istihdam edilmiş akademik personelin özlük hakları ise 1983 tarihli
2914 sayılı Yüksek Öğretim Personel Kanunu ile düzenlenmiştir.
1980 askeri darbesinin komutanı olan Kenan Evren’in
kaptanlığında yeniden yapılandırılan yükseköğretimde en temel
sorun, yüksek oranda merkezi kontrol öngörülerek yapılandırılmış
olmasıydı. Üniversiteler merkezde YÖK’ün bulunduğu bir sistemle
idare edilecek şekilde kurgulanmıştır. O dönemde 19 üniversiteden
27 üniversiteye çıkarılan bir yükseköğretim sistemi öngörülerek
oluşturulmuş bu merkezi kurum. Zamanında 250 bin civarında öğrenci
ve 20 binin altında öğretim elemanı ile butik bir yükseköğretim
sistemine göre tasarlanmış bir model.
Oysa şimdilerde 176 bin öğretim elemanı ve 8 milyona yaklaşan
öğrenci sayısı ile devasa bir yükseköğretim sistemine sahibiz.
Günün şartlarında ve politik ikliminde yürütülebilir olan sistem,
bu rakamlarla ve mevcut teşkilat yapısı ve mevzuatı ile merkezden
yürütülemeyecek noktayı çoktan aşmıştır.
Her gün geleneksel ve sosyal medyada gündem olan yükseköğretime
dair usulsüzlükler ve sorunlar, koordinasyon ve denetleme
yetersizliğinin yani sistemsel bir sorunun ayyuka çıkmasından başka
bir şey değil.
Ayrıca 1980lerin paradigması ile uluslararasılaşma
perspektifinden uzak bir şekilde tasarlanan yükseköğretim, bu
sınırlamadan dolayı yabancı öğretim elemanı istihdamında da öğrenci
kapasitesinde de zayıf kalmaktadır.
Bu temel sorunların dışında teknik anlamda birçok eksik ve aksak
nokta bulunuyor. Bu sorunlu noktaların bazıları zamanla yasal
düzenlemeler yoluyla iyileştirilmiş ise de büyük çoğunluğu hala
ortada duruyor.
Yani kuruluşundan bu yana hiç el değmemiş yığınla yanlış ve
sakıncalı uygulama da olduğu gibi sürdürülüyor. Bu uygulamaların
başında akademik personel alımlarında keyfiliği doğuran mevcut
akademik yükselme prosedürü geliyor.
Normalde yükselmeyi hak etmiş akademik personelin kurum
içerisinde basit bir prosedür ile halledilecek olan işlemleri, yeni
kadro ilanı yapılmış gibi her seferinde ülke çapında ilan yoluna
gidilerek karmaşıklaştırılıyor.
Bu yanlış uygulama yüzünden açılan ilanların yükselme mi yoksa
yeni atama mı olduğu bilinemiyor. Bu sebeple de nitelikli ve
hakkaniyetli akademik personel istihdamı yapılamıyor.
Örneğin ÜAK tarafından Doçent unvanı almış bir Doktor Öğretim
Üyesinin çalıştığı üniversitede doçent kadrosuna atanabilmesi için
o üniversite tarafından yeni bir doçent alınıyormuş ilana çıkılması
zorunlu. Yani hak ettiği ve unvanı aldığı halde o kadro için ulusal
bir yarışa girmeye zorlanıyor. Bu sorunun çözümü için ise kişiyi
tarif eden ilanlar çıkıyor.
Akademik yükselme sürecine dair bu saçmalığı bilmeyenler ise
yükseköğretimde bu ‘kişi tarif eden kadroları’
anlamlandıramıyor.
Daha önce birkaç defa yazdığım gibi sorunun çözümü, yükselmeyi
hak etmiş akademik personelin kurum içerisinde gerekli incelemeler
yapıldıktan sonra otomatik yükseltilmesi. Ondan sonra ilana çıkılan
her kadronun gerçekte bir akademik personel arayışı olduğu ortaya
çıkar.
Yükseköğretim sistemi de bu “mış gibi yapma” saçmalığından
kurtulur.
Türkiye’de henüz yeni bir anayasa yapılmamış olsa bile sistemde
her türlü değişiklik denendi ve deneniyor. Yükseköğretim
sisteminde değişiklik noktasındaki karasızlık tuhaf. Evren
rejiminin 40 yıl önce yapılandırdığı sistemin hatalarında ısrarın
hiçbir rasyonel sebebi yok. 40 yıldır devam eden hataları bugün
sonlandırmak için basit bir yasal düzenleme yeterli olacaktır.