Kemalistler'in misyoner korkusu
Abone olDönem dönem medyanın ilgi odağı haline gelen misyonerliği farklı açıdan ele alan yazar Ali Bulaç, Kemalist çevrelerin misyonerliğe karşı negatif tutumunu değerlendirdi
Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç, başlıklı yazısında, zaman zaman
medyanın gündemine oturan misyonerliği Kemalist çevrelerle olan
etki-tepki ilişkisini değerlendirdi:
- Mustafa Kemal’in şahsından ve düşüncelerinden bağımsız bir
ideoloji olarak “Kemalizm” misyonerlikten hazzetmez. Sebebi tarihi
korkudur. Avrupalıların azınlıkları emperyalist amaçları yönünde
kullanmaları, Osmanlı ve Cumhuriyet yöneticilerini gayrimüslimlere
karşı duyarlı kılmış, en haklı taleplerinde bile onlara kuşkuyla
bakılmasına yol açmıştır. Yunanistan ve Bulgaristan’ın
imparatorluktan kopuş sürecinde Kilise’nin oynadığı rol, Fransız ve
Rusların Ermenileri devlete isyana ve kitlesel kıyımlara teşvik
etmesi, Anadolu’nun ve İstanbul’un işgalinde Rumların işgalcilerin
yanında yer alması sayabileceğimiz tarihi/trajik örneklerdir.
Cumhuriyeti kuran kadro, bu sorundan kurtulmanın yolunu,
Anadolu’daki Rum Hıristiyanları Yunanistan’a göndermekte buldu. 3
milyondan bahsedenler var, mübadeleyi birkaç yüz bine indirenler de
var. Gerçek şu ki, 1910-1915 yılları arasında Anadolu’da birçok
şehirde yüzde 20 ve 30’un üstünde gayrimüslim nüfus vardı. Ermeni
tehcir ve tenkili ile sonra vuku bulan Rum mübadelesi Hıristiyan
nüfusun azalmasına, 5-6 Eylül olaylarında biraz daha düşmesine ve
nihayetinde bugünkü rakamlara inmesine sebep olmuştur. 70 milyonluk
ülkede devede kulak bile değil.
Nüfusun yüzde 99’u Müslüman olduğuna göre, Cumhuriyet’in nüfusu
Müslümanlık yönünde homojenleştirdiği söylenebilir. “Nominal”
anlamda bu doğrudur. Ancak yeni Cumhuriyet’in “nüfusu dini yönden
homojenleştirmesi” ilk akla geldiğinin aksine, toplumsal, kültürel
ve politik hayatın din temelinde örgütlendiği, kamusal
politikaların İslamiyet referans alınarak düzenlendiği veya bu
yönde herhangi bir niyet ve düşüncenin beslendiği anlamına
gelmiyor. Tam tersine dinin kamusal ve toplumsal alanlarda
sınırlarının mümkün oranda daraltılması yönünde devrimci kararlar
bu dönemde alınıp yürürlüğe kondu. Harf inkılabı, kılık kıyafet,
tekke ve zaviyelerin kapatılması, tarikatların yasaklanması, Şer’i
hukukun ilgası, hilafet ve saltanatın kaldırılması vb. reformlar,
toplumsal ve kamusal hayatın İslam dininden arındırılması amacına
matuftur.
Hatta bir ara devlet eliyle İslam’da reform düşünüldü, camilere
sıra yerleştirilmek istendi, Arapça ezan yasaklandı. “Reform”,
İslam söz konusu olduğunda mümkündü, ancak Osmanlı’da olduğu gibi
kalabalık bir Hıristiyan nüfus olsaydı -ki bunca bir Hıristiyan
nüfusu Lozan’ın azınlık statüsüne göre konumlandırmak,
sınırlandırmak güç olacaktı- dinde reform düşünülemezdi. Reform
Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe müdahaleyi gerektirebilirdi. Bu da
Batılı devletlerin sert tepkilerine sebep olacaktı. İslamiyet’i
uluslararası düzeyde savunan etkili kurum veya devletler
olmadığından -bugün de yok- gücü elinde bulunduran herkes
İslamiyet’e müdahaleye kalkışabilirdi.
Nüfusun homojenleştirilmesinin ikinci sebebi, oluşturulmak istenen
yeni “ulusal kimlik”ti. Bir an için Ermeni tenkil ve tehciri ile
Rum mübadelesinin olmadığını düşünelim: Genel nüfus içinde yüzde
25-30’lara varan gayrimüslim nüfusu “Türk kimliği” içinde eritmek
güçtür. Gayrimüslimler dini kimliklerini ve dini hayatlarını
önemsizleştiren yeni bir kimliği kabul edemezlerdi. Bir başka sebep
şudur: Kemalizm, özünde pozitivist, otoriter laikliğe dayalı bir
projedir. Sadece Müslümanların değil, diğer din müntesiplerinin din
ve vicdan özgürlüklerini toplumsal ve kamusal alanlara taşımasından
hoşlanmaz. Gayrimüslimlerin hak kazanması, Müslümanların zihninde
“bazı çağrışım ve mukayeseler”e sebebiyet verebilir. Ruhban okuluna
izin verilmesi, din eğitiminde Müslüman çoğunluğa “emsal” teşkil
edebilir, Patriğin “ekümenik” vasfının tanınması Müslümanlarda
“Halife bilinci”ni uyandırabilir, “ümmet duygusu”nu
güçlendirebilir. Bu açıdan Kemalizm, gerektiğinde Hıristiyanlığa da
müdahale etmekten, şu veya bu dinde beğenmediği hükümlerin iptalini
istemekten çekinmez. Misyonerlik faaliyetleri, halkta İslami bilinç
yönünde uyanışa sebep olabilir. Bu da hazzedilecek bir gelişme
değildir. Misyonerliğe karşı tutumumuz ideolojik perspektiften
farklı perspektife dayanmaktadır. Aynı gözlüklerden bakmıyoruz.
Yazı: Ali Bulaç
Kaynak: