Kayaoğlu'ndan çarpıcı yazı
Abone olBahri Kayaoğlu, Osmanlı'nın son döneminden Kurtuluş Savaşı'na; Cumhuriyet'in ilk yıllarından günümüze yansıyan casusluk öyküsünün günümüzde ki uzantılarını yazdı.
İnternethaber yazarlarından Bahri Kayaoğlu'ndan uzun süre
tartışılacağı benzeyen bir yazı daha. Kayaoğlu, Osmanlı
İmparatorluğu'nun çöküş sürecinde yoğunlaşan, o dönemden
Cumhuriyetin ilk yıllarına uzanan; Cumhuriyet'ten de günümüze
yansıyan ilgi çekici olayları mercek altına alıyor. Kayaoğlu'nun
"Meclis'te Casus Var 1" yazısı şöyle
Yukarıdaki başlık Mehmet Aca’nın washingtonhaberden gönderdiği Ali
Özoğlu’nun Kuva-yı Gazete’de yayınlanan makalesinin
başlığıdır..
Aşağıda okuyacağınız yazı, birkaç bölüm sürebilir. Uzunluğu için
şimdiden özür dilerim. Konuyu tam anlamanız için tüm bölümleri
okumanız gerekecek.. Ülkemizin verdiği Kurtuluş Savaşı’ndan
sonrasına geçmeden önce, yeni dönemden bir bilgi ile giriş
yapalım..
Anavatan Partisi eski milletvekili Bülent Akarcalı aynı zamanda
Türk Demokrasi Vakfı Başkanlığını da yapmaktadır. Bu vakıf, Alman
Gizli Servisi BND’ ye bağlı olup, Alman Dışişlerine sürekli bilgi
akışı sağlayan Konrad Adenauer Vakfı'nın Türkiye'deki çok önemli
işbirliği partneridir. Anlaşılacağı gibi Alman Vakfı çalışmalarını
maskeleme görevini TDV’ ye yaptırmaktadır. Bu değerli hizmetlerin
karşılıksız olup olmadığı ise bilinmemektedir..
***
Osmanlı imparatorluğunun sonunu getiren olaylar tesadüfi bir
gelişme değildi. Osmanlı İmparatorluğu, uzun zamandır sürdürülen
plan ve stratejiler sonucunda parçalanmış, lokmalara ayrılmıştı.
Yüz yıllarca dünyaya hükmetmiş olan imparatorluğu afiyetle yeme
zamanı gelmişti.
Padişah'ın sarayından, yabancı askerlerin postal sesleri geliyor ve
koca bir
milletin onuru, bu postallar altında ezilirken, kimsenin sesi
çıkmıyordu. Son ve öldürücü darbeyi vurma zamanının geldiğini
düşünen işgalciler, işi öyle ileriye götürürler ki, askeri
birliklerimizi feshetme kararı aldılar ve Padişah'da bu emri ordu
komutanlarına iletti..
İngiliz İmparatorluğu'nun 'Batmayan Güneş'ini, Çanakkale Boğazı'nın
karanlık ve derin sularına gömen Mustafa Kemal, ülkenin teslimiyeti
anlamına gelen bu kararı kabullenmedi ve kurtuluş savaşını
başlattı.
İşgalcilerin büyük bir iştahla beklediği ziyafet, Atatürk'ün bu
kararı alıp
uygulamaya başlamasıyla, koca bir lokma gibi, gırtlaklarında
zehirden bir
düğüm olup kalmıştı..
Uzun ve zorlu bir mücadele sonunda imkansızı başaran Mustafa Kemal,
ülkeyi
zaptetmiş olanların ve onların işbirlikçilerinin kıçlarına öyle bir
tekme
vurdu ki, işgalciler donlarını bile toplayamadan kaçıp gitmek
zorunda kaldılar..
Bu işgalciler kaçıp gittiler fakat, Türkiye'yi yutma hayalleri ve
sinsi planları hiç bitmedi. Kurtuluş savaşı büyük bir başarıyla
tamamlanmıştı. Ümmetten millet yaratan Mustafa Kemal, Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ni kurdu ve kurtuluş savaşını veren kadro, hükümet
olarak görev başına geçti. Bu kadroyu devirmek ve ülkeyi bilinmez
bir maceraya
sürüklemek hevesinde olanlar da boş durmuyordu.
29 Ocak 1921'de, Mecliste yapılan toplantı, kopacak olan ilk
fırtınanın
habercisi gibiydi. Aynı yılın 21 Şubat'ında, Londra'da, Sevr
Antlaşması'nın
maddeleri üzerinde tartışılmak üzere bir konferans yapılacaktı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 139'uncu birleşiminin birinci açık
oturumu
başladı ve Meclis Reis Vekili Hasan Fehmi Bey, Mustafa Kemal
Paşa'yı kürsüye davet etti. Londra'da yapılacak konferansa
gönderilecek heyetle ilgili bilgiler veren Mustafa Kemal, Tevfik
Paşa ile yaptığı yazışmaların içeriği hakkında da açıklamalarda
bulundu.
İstanbul ile yapılan yazışmaların içeriği gündemin en önemli
maddesiydi.
Sevr Antlaşması maddeleri üzerinde, Türkiye lehine hafifletmelerin
söz
konusu olduğu, bu konferansa İngiltere, Babıâli'yi çağırmış, Ankara
Hükümeti'nin de, bir heyetle konferansa katılmasını istemişti.
Tevfik Paşa, işte bu konu hakkında, Mustafa Kemal ile özel olarak
görüşmek istemiş, Mustafa Kemal'de; “Bu görüşme isteğinizi şahsıma
değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yaparsanız, müracaatınız
dikkate alınabilir” cevabını vermişti.
Tevfik Paşa, aldığı bu cevap karşısında, müracaatını resmen Türkiye
Büyük
Millet Meclisi'ne yaptı. Tevfik Paşa'ya, yani Ankara Hükümeti'ni
tanımadığını söyleyen Babıâli'ye, Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına yazdığı o cevabı Mustafa Kemal kibirsiz bir gurur ve heyecan
içinde, dünyaya kafa tutan bir ses tonuyla okumaya başladı.
“Milli iradeye dayanarak, Türkiye'nin kaderine ekoymuş olan
biricik, meşru ve bağımsız, üstün kuvvet Ankara'da aralıksız
toplantı halinde bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Türkiye
ile ilgili bütün sorunların çözümlenmesine memur ve her türlü barış
konularına muhatap ancak bu meclisin hükümetidir. İstanbul'da her
hangi heyetin meşru ve hukuki niteliği yoktur. Onun için böyle bir
heyetin kendine ‘hükümet’ namını vermiş olması, milletin hukukuna
açıkça ters düşmektedir.
Heyetinize düşen vatani ve vicdani görev, millet ve memleket
namına, yasal muhatap hükümetin, Ankara'da olduğunu kabul ve ilan
etmektir. İtilaf devletleri Londra'da yapacakları konferansta Şark
meselesini adaletçe ve hakça çözümlemeye karar vermişlerse,
davetlerini doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet meclisine
yapmalıdır.”
Mustafa Kemal'in bu açıklamayı okuması bittiğinde, Türkiye Büyük
Millet
Meclisi'nde büyük bir coşkuyla alkışlandı. Uygunluğu oylanıp
onaylanan ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, Babıâli'ye telgrafla bildirilen
bu
karar, büyük bir politik başarı sağlamıştı. Londra Konferansı ile
sahte bir
barış atağına geçen İngiltere, kurduğu tuzağa kendisi düşmüş ve bir
grup asi diye niteleyerek görmezden geldiği Ankara'nın varlığını
kabul etmek zorunda kalmıştı.
Aynı zamanda, Mustafa Kemal'in bütün başarılarını görmezden
gelen
muhalefette, 28 Ocak oturumunda bir önerge vermişti. 31 Ocak
tarihinde ki, 141'nci birleşimin birinci oturumunda, Mustafa Kemal
Londra Konferansı ile ilgili bilgi verirken, muhalefet, bu
önergenin okunmasını istedi.
Mustafa Kemal bu önergenin okunmasının sakıncalı olduğunu
belirtmesine
rağmen, muhalefet ısrar edince; “Efendiler! Önceki gün vermiş
olduğum açıklamayı izninizle bir defa daha özetlemek isterim:
Demiştim ki, Tevfik Paşa, 21 şubat'ta toplanacak konferansa buradan
da delege gönderilmesi hususundaki teklifi bize bildirmişti. Bu
noktayı tekrar etmekten maksadım, teklifin mahiyetini yüksek
Meclisinizin gözünde bir defa daha belirtmektir. Teklif doğrudan
doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne yapılmış değildir.
Bu teklif İstanbul'a yapılmıştır ve oradan gidecek olan heyete
buradan da delege katılması mahiyetindedir..
Bu münasebetle bir noktayı arz etmek istiyorum; Biraz evvel
Başkanlığa bir önerge verilmiş olduğunu haber aldım. Bu önergede,
bu noktalar üzerinde ve bu meselede endişe edildiğini gördüm.
Vermiş olduğum ayrıntı ile bu gibi endişelere yer olmadığı
kanaatindeyim… Gerek İstanbul, gerekse Londra bilmelidir ki, her
bakımdan Meclis'in emniyet ve güven duyduğu insanlar bu işi
yönetmektedir.. Eğer bunun aksi bir kanaati düşmanlarımızın
eline
verirsek, bunu bizim aleyhimize ve bütün girişimlerimizin aleyhine
çok fena olarak kullanırlar.. Söyleyeceğim bunlardır!"
O gün, Meclis'e başkanlık eden Celâlettin Arif Bey, önergenin
okunmasını
teklif edince, Mustafa Kemal tekrar kürsüye geldi, Meclisin ve
Bakanlar
Kurulu'nun arasında her bakımdan tam bir güven olduğunun
düşmanlarımıza
bildirilmesi gerektiğini tekrarladı. Bunu bozacak her hangi bir
fikrin, her
ne şekilde ve surette olursa olsun yayılmasını bugün için zararlı
gördüğünü, daha sonra isterlerse önergeyi okutabileceklerini
söyledi ve kürsüden indi.
Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey oturduğu yerden yüksek
bir
sesle; “Önergede acaba neler yazıyor” deyince, Kırşehir
Milletvekili Yahya Galip (Kargılı) Bey bu kinayeli seslenişe
dayanamadı ve taşı gediğine koydu; “Kim bilir ne münasebetsiz
şeylerdir” diye cevap verdi.
Aldığı cevap karşısında sinirlenen Hüseyin Avni Bey kürsüye
fırladı;
“Efendim, münasebetsiz şeyi milletvekili vermez. Senin kadar onun
da aklı vardır. Benimde imzam vardır o önergede.. Önerge okunmasın
ne demektir.. Yazılmış bir önerge neden okunmasın.. Benimkinden
yüksek yetki, yüksek akıl iddia etmek kimsenin hakkı değildir..
Önergenin okunmasını teklif ederim.. "
Bu inatçı ısrara karşılık Mustafa Kemal oturduğu yerden hiddetli
bir çıkış
yaparak; “Dün, evvelsi gün niye söylemedin, bunları izah etmedin
efendi?..”diye bağırdı.. Meclisteki milletvekilleri de Hüseyin Avni
Bey'e bağırarak tepki verdiler.
Sonra şu diyalog başladı.
Hüseyin Avni Bey: Ben hakimim diyorum efendi.. Millet Meclisi'nin
üyesindenim..
Mustafa Kemal : Sarayın hakimisin..
Hüseyin Avni Bey: Olağanüstü yetki taşıyan Millet Meclisi
üyesindenim.. Ben bu hakkımı kullanıyorum..Önerge mutlaka
okunmalı..
Hüseyin Avni Bey'in bu çıkışı tepkilerin daha da şiddetlenmesine
sebep oldu. Mustafa Kemal, bu çığırından çıkmış bağırış ve
tepkilere daha fazla seyirci kalmadı ve koltuğundan kalktı, kürsüye
doğru yürümeye başladı. Yüzü gergin, kaşları çatık, gözlerinde
şimşekler çakıyordu..
Kürsüye çıktığında çıt çıkmıyor, herkes kopacak fırtınanın
sessizliğinde
bekliyordu.. Mustafa Kemal, ağır bir bakışla tüm milletvekillerini
tek tek süzdükten sonra, herkesi şok eden, beklenmedik konuşmasını
yapmaya başladı:
“Efendiler!.. Bu son söz üzerine yüksek meclisinize gayet acı bir
gerçeği söylemek zorundayım. Sizin İçinizde casus vardır!
Efendiler!.. En gizli oturumunuzda görüşülen, ulusa ve yurda ait en
gizli bilgiler yabancılara raporla verilmiştir..”
Mustafa Kemal ertesi gün tekrar kürsüye geldi ve casusla ilgili
gelişmelerin detaylarını milletvekillerine açıklamaya başladı.
“Efendiler!.. Birkaç gün önce Moskova'dan dönen Hariciye Vekilimiz
Bekir Sami (Kundu) Bey anlattı; Rus Dışişleri Komiseri Çiçer’in
kendisine demiş ki: Gizli oturumlarınızda bizim hakkımızda
konuştuklarınızla sizin söyledikleriniz birbirini tutmuyor.. Evet
arkadaşlar!.. Gizli oturumlarımızda görüşülen ve dışarıya sızması
yurdumuz ve millet için çok zararlı olan devlet sırları içimizden
biri tarafından Moskova'ya ya da buradaki Rus sefaretine rapor
edilmiştir.. Dahası var arkadaşlar, dahası var!.. Gizli
oturumlarımızdaki devlet sırları, muntazam raporlarla İstanbul'da,
İngilizlere verilmektedir..”
Mustafa Kemal bu konuyla ilgili isimleri ve daha fazla bilgi
vermeyerek,
takibatın bitmesini beklemek gerektiğini anlattı. Meclis üyelerinin
her biri, ‘içimizdeki bu pislikleri temizlemeliyiz.. İktidar
hırsını taşıyanlar bunu canıyla öderler ama bu hırsın bedelini
milletimize ödetemezler..' diye bağırıyor, kızgınlıklarını
haykırıyorlardı.
Yarın: 2. bölüm.
Yazı: Bahri Kayaoğlu
Kaynak: www.internethaber.com