Kavur'dan 30 altın yılın özeti
Abone olTürk sinemasının en üretken yönetmenlerinden Ömer Kavur, meslek hayatında otuz yılı geride bıraktı.
Bu süre içinde önemli başarılara imza atan yönetmen, son filmi
“Karşılaşma” ile 40. Antalya Altın Portakal Festivali’ne de
damgasını vurdu. Kavur’un filmlerinden oluşan bir seçki, Yapı Kredi
Kültür Sanat etkinlikleri kapsamında bugünden itibaren Tepebaşı
Turkcell binasında gösterilecek. Kavur’dan, sinema yolculuğunu
değerlendirmesini istediğimizde, Paris’te aldığı sinema eğitimi ve
hayat tecrübesiyle Türkiye’ye dönüp kendine özgü tarzla sinema
yapmak isteyen azimli bir insanın öyküsü çıkıyor ortaya. Türkiye’de
ağır politik baskıların yaşandığı bir dönemde Paris’in özgür
atmosferini soluyan Kavur, memlekete döndüğünde, fazla değişiklik
olmadığını görür. Senaryoları sansüre takılır, filmlerinin
gösterimi değişik politik görüştekilerce engellenir; dahası kendini
Yeşilçam’a kabul ettiremez. Alaylılar arasında bir mektepli ve
‘yurtdışı’ndan gelmiş biri olarak, Yeşilçam’dan farklı tarzıyla
dışlanan Kavur, “Yeşilçam, beni her zaman yabancı görüp bana
tedbirle yaklaştı.” diyor. Kavur da, kendini ispatlayacağı ana
kadar reklam filmleri ve belgeseller çekip hem işi tanımaya hem de
film çekmek için para biriktirmeye çalışmış. Türkiye’de film
yapmanın zorluklarıyla da ilk filminde tanışmış Kavur. Refik Halid
Karay’ın “Yatık Emine” senaryosu iki kez sansüre takılmış, Yeşilçam
kendi tarzına benzemediği için filme uzak durmuş, eleştirmenler
filmi beğenmemiş. Ancak bütün zorlukları kendi lehine
değerlendirebilen Kavur, “Bunlar beni daha iyi işler yapmam için
teşvik etti.” diyor. Nitekim film, 5 yıl sonra televizyonda
gösterildiğinde övgüyle karşılanmış. Eleştirmen Atilla Dorsay, daha
önce başarısız bulduğu film için yeniden yazdığı yazıda,
yanıldığını itiraf etmiş. Bu başarının ardından Kavur’un
“Yeşilçam’la flört” diye tanımladığı dönem başlar. Hem Yeşilçam’ı
memnun edecek hem de nitelikli olacak filmler yapmaya niyetlendiği
bu dönemde Kavur, “Ah Güzel İstanbul”, “Kırık Bir Aşk Hikâyesi” ve
“Göl” gibi filmleri çeker. Kavur, kişisel sinema yolculuğunun
mihenk taşını ise “Anayurt Oteli” olarak işaretliyor. Hem gişede,
hem eleştirmenler nezdinde hem de uluslararası platformda başarı
kazanan “Anayurt Oteli”ni, “Gece Yolculuğu” ve “Gizli Yüz” gibi
filmler takip eder. Türk sinemasının en zor dönemlerinde bile
‘sinema yolculuğu’nu sürdüren Ömer Kavur, sabırlı olmanın önemine
dikkat çekiyor. Ona göre, bir sinemacıda yeteneğin yanı sıra ‘çelik
gibi bir sabır ve direnç’ olmalı. “Direnemezseniz dünyanın hiçbir
yerinde film yapamazsınız.” diyen Kavur, bütün usta yönetmenlerin
büyük zorluklar yaşadığını hatırlatıyor. Kavur, Türkiye’de iyi film
yapmak isteyenlerin, Türk edebiyatını da çok iyi bilmeleri
gerektiğini söylüyor. Ders verdiği yüksek lisans sınıfında Sait
Faik’in adını duymayan gençler olduğundan yakınan yönetmen, “Türk
romanını bilmeyen Türkiye’de sinema yapamaz.” diyor. Kendisi de
Refik Halid Karay, Selim İleri, Barış Pirhasan gibi yazarların
eserlerini sinemaya aktaran Kavur, Türkiye gerçeğinin en iyi,
romanlarda görülebileceğini belirtiyor. Sinemanın da edebiyat gibi
bir ‘anlatı’ olduğuna değinen Kavur, film dilini iyi kullanmak
isteyenlerin edebiyattan yararlanmasını öneriyor. “Türkiye’yi
İstanbul değil, taşra yansıtıyor” İstanbul, pek çok sanatçıyı
cezbederken Kavur, ‘İstanbul’un anlatılacak bir hikâyesi
olmadığını’ düşünüyor. Doğup büyüdüğü yeri tanıyamaz hale geldiğini
söyleyen yönetmen, yabancılaştığı bu şehir yerine, Türkiye’nin
köylerinde, kasabalarında film çekme fikrini daha yakın buluyor.
“Bir aynadan Türkiye yansıtılacaksa kasaba-köy yaşamı buna daha
elverişli. Onların mutluluğu, sıkıntısı Türkiye’yi temsil ediyor.”
diyen Kavur, İstanbul’u, para ve enerji kaybına yol açtığı için de
tercih etmiyor. Bir mekân kullanımı için astronomik fiyatlar
istendiğini söyleyen yönetmen, film ekibinin bir yerden bir yere
gidişinin de çok fazla vakit aldığını belirtiyor.