Yıllar önce TRT
ekranlarında bir dizi vardı bilmem hatırlar mısınız…
“Kavanozdaki
adam…”
Çocukluğumun en etkili
dizilerinden biriydi…
Yıllar geçti unutamadım
bir türlü…
Dizinin kahramanı, aniden
baş gösteren ve onu ölümün eşiğine getiren bir rahatsızlığa
yakalanıyordu, buna sebep olan şey beyninde büyüyen bir tümördü.
Beyin nakli üzerine araştırmalarıyla uluslararası şöhret kazanan
bir Profesörün yaptığı ameliyatla, kendisine okuma-yazma bilmeyen
bir kan davası kurbanının beyni naklediyor ve ameliyatın ardından
kendini, taşıdığı beynin sahibi adam olarak biliyor, bedenini ve
yaşamını yadırgıyordu. Beyni kendisine nakledilen adam gibi
düşünmeye başlıyordu…
Hani insanın tüylerini
diken diken eden cinsten bir kurgu…
Ve geçenlerde yine buna
benzer bir haber vardı, Amerikalı bir adam beynine kurşun sıkarak
intihar etmişti ve kalbi, kalp nakli bekleyen bir adama nakledildi
ve sonra onun kalbini alan adam, kalbini aldığı adamın karısına
âşık oldu ve aslında aynı son onu da bekliyordu… Beynine sıktığı
bir kurşunla hayatına son verdi… Bu gerçek bir olay…
Beyin nakli henüz gerçekleştirilemedi ama ne zaman kalp nakli
yapıldığını duysam bu dizi ve bu gerçek olay gelir aklıma ve
ürperir bedenim…
Düşünürüm…
Aslında aşk da bir kalp
naklidir diye…
O kadar çok sever ki yürek
karşısındakini, hiç fark etmeden o oluverir beden…
Onun gibi davranmaya, onun
sevdiklerini sevmeye, sevmediklerinden nefret etmeye başlarsın
aslında hissetmeden…
Başka biri
oluverirsin aniden…
Hiç sevmediğin bir içeceği
içmeye, hiç ilgini çekmeyen spor dallarına ilgi göstermeye, hayata
onun penceresinden bakmaya çalışma çabası baş gösterir…
Böyledir aşk…
Kalbin bir anda yer
değiştiriverir, unutur kendini, bir başka kalp oluverir…
Kalp naklidir
aşk…
Ve gerçek nakil
gibi…
Kalbini bir başkasına
veren hep kaybeder…